Kentler, devrimci mahalleler ve sesler: Burası Radyo Şarampol
Şükran Yiğit'in son romanı 'Burası Radyo Şarampol', İletişim Yayınları tarafından yayımlandı. 'Burası Radyo Şarampol', bir sesler ve şehirler romanı. Ait hissettiğimiz sokaklar, mahalleler, kentlere ve bize onları hatırlatan seslere bir saygı duruşu.
İçinden şarkıların geçtiği kitaplar bir başka oluyor. Şükran Yiğit’in İletişim Yayınları tarafından yayımlanan son romanı 'Burası Radyo Şarampol' de onlardan biri. 'Burası Radyo Şarampol', radyoya, sese, seslerin bizi götürdüğü kayıp dünyalara ve mütemadiyen devinen hayata dair yazılmış çok içten bir roman. Okuyucunun kalbinde yer edinen, keşke Radyo Şarampol’ü açsam da dinlesem dedirten bir kitap.
'Burası Radyo Şarampol', okuyucuyu bildiğimiz ya da bilmediğimiz sokaklarda, mahallelerde, şehirlerde gezdiriyor, tanımış olmayı isteyeceğimiz ya da çok kızacağımız sıradan insanlarla karşılaştırıyor, o insanların içini sızlatan ya da onlara ümit veren şarkıları kulağımıza çalıyor. Bir taraftan da genç bir kızın büyüme hikâyesini anlatıyor. Ne kadar büyüsek de geçmişimizde kalan, hiç hesaplaşamadığımız kişileri, durumları bize hatırlatıyor. O yüzden çok tanıdık, çok bize dair, çok naif ama bir o kadar da sert bir masal anlatıyor. Tıpkı gerçek hayat gibi. Darbe oluyor, jandarmalar evleri basıyor, kitaplar yakılıyor ama bir taraftan da hayat devam ediyor, çünkü 14 yaşındaki bir kız çocuk âşık oluyor, kitap okuyor, müzik dinliyor…
“Çünkü eşitlik ve halk sözcüklerini duyunca heyecanlanıyor, bazen sokaklarda yüksek sesle çalınan Cem Karaca’nın şarkılarını Barış Manço’nun şarkılarından daha çok seviyor, sınavlarda ‘cevaplar’ yerine ‘yanıtlar’ yazıyor ve fırsat buldukça, ‘olanak’ diyordum.”
Antalya, Berlin ya da Londra; İstanbul, Paris ya da Barcelona da olabilirdi. Bir şehirde bir süre geçiren insan, öyle ya da böyle o şehirden bir şeyi taşıyor üzerinde hayatı boyunca. Kıyafetlere sinen bir koku gibi. “Geçmişin çocukluk geleceğin ise sadece bir bilinmezlik” olduğu bir dönemde tanışıyoruz Filiz ile. Onun ağızından 14 yaşın korkularını dinliyoruz: Annesinin ya da babasının evi terk etmesinden korkmasını, sıkıyönetimin, bitti denilen dönemin bitmemesinden korkmasını, mutsuzluğun Şarampol asfaltına yapışır gibi hayatına yapışmasından korkmasını. Arkadaşlarını tanıyoruz: Ergenliğin değişken sularında sevdiği ya da darıldığı Rengin’i, Muharrem’i, Ali’yi.
Filiz’in sevdiği şarkıları öğreniyoruz; duyup da kimin söylediğini bilmediği albümleri, zar zor bulduğu ve okumanın bile tehlikeli sayıldığı kitapları, şiirleri, şairleri. Şükran Yiğit karşımıza bir dünya koyuyor, okudukça ne kadarı gerçek acaba diye sormadan edemiyor okuyucu. Gerçek olsa ne fark eder ama, yine de sayfaları çevirdikçe büyüyen merakı savuşturmak kolay olmuyor.
O “sokaklarda çalınan şarkılar” bize sokakta korsan radyo yayını yapılacak günlerin de habercisi. Televizyon Türkiye’ye gelmeden televizyon yaptığı, gemilerin rotasını şaşırtan sinyaller gönderdiği, hatta ajan olduğu kulaktan kulağa yayılan Radyocu Asım’ın Filiz için yaptığı radyo vericisi ile hikâye bir anda dönüşüyor, Akdeniz oluyor, okuyucu da gülümsüyor. Kitabı okurken bir taraftan “ben de radyo yapabilir miyim acaba?”, “yayın yapsam kapıma dayanırlar mı?” sorusunu sormayan pek olmayacaktır. Kitapta bahsi geçen iki radyo özellikle ilgi çekici. Konunun meraklıları muhakkak biliyordur ama korsan yayın yapan radyoları bilmeyenleri yerinden zıplatacak bir tarihi anlatıyor Şükran Yiğit.
“Bugün 16 Kasım 1980. Saat on altı kırk iki. Sayın dinleyiciler burası Radyo Şarampol.”
Arkadaşı Ali ve Radyocu Asım, Filiz’i bambaşka bir dünyayla tanıştırıyor: Uluslararası sulardan korsan radyo yayını yapan Radyo Caroline ve Voice of Peace (Barışın Sesi). Voice of Peace’in kurucusu Abie Nathan, New York’tan yola çıkıp Akdeniz’e gemiyle gelmiş, İsrail ile Arap ülkeleri arasında barış imzalanmasını isteyen bir aktivist. İran’da Yahudi bir ailede doğuyor, Hindistan’da Cizvit rahipler tarafından yetiştiriliyor ve bir gemiye atlayıp müziğin evrensel sesini dünyaya dinletiyor. Bir de Ronan O’Rahilly var, Londra açıklarına demirlediği balıkçı gemilerinden BBC’yi protesto etmek için korsan yayın yapan bir İrlandalı. 2020’de ölen O’Rahilly son verdiği röportajlardan birinde, radyoyu kurma sürecinde asıl motivasyonunun altında Beatles, The Who ya da Stones dünyayı kasıp kavururken, onları geçici bir heves gibi gören BBC’nin onların müziğini çalmayı uzun süre reddetmesinin yattığını anlatıyor. Uluslararası sularda Offshore kaçak yayın yapan radyoları anlatırken radyonun büyülü dünyasına perde aralıyor roman. Ve karşımızda Radyo Şarampol.
Filiz’in Antalya’dan Berlin’e uzanan serüveninde okuyucuya Leonard Cohen, David Bowie, The Cure, Morrissey ve daha niceleri eşlik ediyor. Berlin radyoları, WDR Köln Radyosu, Radyo Glasnost Kontrol Dışı ya da sokaklarda korsan yayın yapan Radyo Utopia ve Radyo Sansibar. Batı Almanya protestoları sırasında korsan radyodan yankılanan “Bayraklar dalgalanıyor, pankartlar ağaçlarda. İnsanlar burada, evet insanlar burada” sesi, isteyeni Yiğit’in “anarşinin kısa yazı” diye nitelediği Duvar’ın yıkılma sürecine, isteyeni Gezi Parkı’na götürüyor. Müziğin evrensel dili, seslerin özgürlüğü de bu demek değil mi zaten?
“Baudelaire’in dediği gibi ‘Nerede değilsem orada mutlu olacakmışım’ gibi geliyordu”
'Burası Radyo Şarampol', bir sesler ve şehirler romanı. Ait hissettiğimiz sokaklar, mahalleler, kentlere ve bize onları hatırlatan seslere bir saygı duruşu. “Dilde şiir olan ihtimal hayatta felaket olabiliyordu” diyor kitabın sonlarında Şükran Yiğit. O ihtimallerin peşinde şehirden şehre giden, gitmek zorunda kalan, kaçmak zorunda bırakılan, geri dönen, döndüğünde ne aradığını bulamayan, aradığı şey çoktan kaybolmuş olan ya da hayat akıp giderken sürekli değiştiği için artık eskisi gibi olmayan insanların yer yer komik, yer yer hüzünlü hikâyesi var önümüzde.
Bu noktada, Kavafis’in Şehir şiirini hatırlamadan olmaz. “’Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim’, dedin,/’Bundan daha iyi başka şehir bulunur elbet./ Her çabam kaderin olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya;/ -bir ceset gibi- gömülü kalbim." (Çeviren: Cevap Çapan) 'Burası Radyo Şarampol'ü okurken, hatta okuduktan sonra durup düşüneceksiniz, gidip geri gelsek, o şehir aynı şehir mi? İnsanlar bile göz açıp kapayıncaya kadar değişebiliyorsa ve hayat durmadan dönüşen bir yolsa, hatıralarımız, özlediklerimiz ya da kırgınlıklarımızı ne kadar taşımalıyız yanımızda? Şükran Yiğit’in de okuyucuya göz kırparak sorduğu bir soru kurcalıyor kafasını insanın, tek bir hayatımız yoksa, peş peşe eklenen birçok hayatımız varsa ve çektiğimiz acıların sebebi de tam olarak buysa, o hayatları birleştirmeye uğraşarak mı yoksa ayırarak mı acı çekmekten vazgeçeceğiz?