Kentsel siyaset ve sosyoloji açısından bir kitabın anlattıkları: Mekan, Kimlik ve Politika
Şükrü Aslan’ın 'Mekan, Kimlik ve Politika-Kent Sosyolojisi Yazıları' adlı çalışması, Ütopya Yayınevi tarafından yayımlandı.
Besime Şen*
Şükrü Aslan’ın 'Mekan, Kimlik ve Politika-Kent Sosyolojisi Yazıları' adlı kitabı, Nisan 2022’de Ütopya Yayınevi'nden çıktı. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü'nde profesör olarak çalışan yazar Aslan'ı '1 Mayıs Mahallesi' adlı çalışması ile tanıdık. '1 Mayıs Mahallesi' çalışması, 1970’lerde sosyalist gruplar tarafından kurulan bir mahalle hikâyesine, kentsel siyaset literatüründe hatırı sayılır bir yer açtı.
Yazar '1 Mayıs Mahallesi' çalışmasında, Türkiye kent literatüründe mesafeli biçimde ele alınan “politik grupların mahalle kurma deneyimini”, içerden ve onların “ihtiyaçları ve rasyonelleri”ni keşfeden incelikli bir araştırma ile ortaya koymuştu. Bu çalışmasından ürettiği bir makaleye de bu kitabın birinci bölümünde “Kent Mekanına Aşağıdan Müdahalenin Bir Örneği Olarak 1 Mayıs Mahallesi Deneyimi” adlı makalesi ile yer verilmiş: “Bunlara göre, 1980’den önce terör örgütleri ya da yasadışı örgütler hazine arazisini parselleyip yandaşlarına dağıtıyorlardı. Böyle geçiyordu metinlerde 1 Mayıs Mahallesi. Bu 'akademik' yaklaşım ile mahallenin kuruluş yıllarında günlük gazetelerde yer alan haber ve yorumlardan oluşan hakim politik yaklaşım arasında aşağı yukarı paralellik vardı.”
Yazılara baktığımızda, mahalle anlatılarının sosyolojik bir çalışma olarak kurulmasının, yapısal hatların yanı sıra “öznel kaynakları” keşfetmeye katkı sağlamış olduğunu görmekteyiz. Bu yazılarda dikkatimi çeken bir konu da politik mahalleleri kuranların -toplumun yoksul ve kimlikleri itibarıyla çoğu oldukça dezavantajlı olan kesimlerinin- kente yerleşmelerinin onlar açısından oldukça güçlü bir bağ yarattığıdır. Çünkü kentte mahalle kurarak kentleşme sürecine dahil oldular.
Benzer biçimde, kitabın birinci bölümünde, kuruluşu ve toplumsal süreci 1 Mayıs Mahallesi gibi oldukça politik bir arka plan ile gerçekleşen Gülsuyu Mahallesi ve Güzeltepe Mahallesi ile ilgili makaleler yer almaktadır. Gülsuyu Mahallesi çalışmasında, kuruluş süreci, 1990’lı yılların etkisi ve 2005 sonrası gerçekleşmeye başlayan kentsel dönüşüme bağlı yıkım tehditleri ve karşı duruş hareketlerine de yer verilmiş. Kitaptaki çalışmalar, mahalle ekseninde yaşanan süreçlerin aynı zamanda ulusal politik gündemler ile olan ilişkisini oldukça iyi örüyor:
“1990’lı yıllarda küreselleşmenin de etkisiyle Türkiye, yasaklı kimlikler ve bunların görünür olma halleri bir ölçüde değişecekti. 1990’lı yıllarda Alevi kimliğin yasal olarak değil ama fiilen kamusal alana çıkabilmesi, ibadethanelerini inşa etmesi ve kamu yöneticileri tarafından 'kabul' görebilmesi gibi olgular bu kimliği öne çıkardı. ……Artık Gülsuyu Mahallesi 'Alevi gettosu'ydu. Gazeteler mahalleyi böyle yazmaya başladılar. Bu kimliğin barışçı bir gündelik hayat inşa etme hedefi ile 'sınıf mücadelesini derinleştirerek sürdürme' siyaseti ile biçimlenmiş sosyalist politik çevrelerin ilişkisini de içten içe kemirdi.”
Kitabın birinci bölümünde yer verilen mahallelerin kuruluş hikâyelerinde sadece politik kimlikleri değil, sınıfsal ve etnik kimliklerin kentsel süreçlerin, mekanın inşası ile savunulması düzeyindeki etkilerine dair önemli araştırma bulguları ortaya konuyor. Bu anlamda saha araştırmasında kullanılan niteliksel yöntem, mahalle yaşayanlarını pasif birer kent mukimi olarak almaktan öte, onları mahalle kuruluşlarının aktif aktörleri olarak öne çıkarıyor. Makalelerin araştırma yöntemleri, politik mahallelerin kentsel süreçlerini oluşturan yapısal faktörler ile öznel kaynakları iç içe oluşmuş birikimler olarak; birbirini dengeleyen ve gerçeklikleri ortaya koyan bir “keşfetme” sürecini yansıtmaktadır. Bu açıdan kitabın birinci bölümünde yer alan makalelerin, saha araştırmaları yöntemsel açıdan da kent araştırmalarına özgün katkıları olduğunu belirtmek gerekir.
“Kent Planlama ve Konut: İstanbul’da Enformel Yerleşme Deneyimleri: Güzeltepe Mahallesi Örneği” adlı makalede, “enformel mahalle kuruluşu ile kent planlama arasında bir karşıtlık veya çelişkiden öte kentin göçmenlerinin kendi ihtiyaç ve olanakları çerçevesinde inşa ettikleri konut alanlarında “gömülü bir planlama”nın varlığını da keşfediyoruz. Sosyalist gruplar tarafından öncülük edilen Güzeltepe Mahallesi kuruluş örneğinde, politik grupların da bir planlama rasyonelini uygulamış olduklarını öğreniyoruz. Bu çalışmada aynı zamanda politik grupların inşa etmiş olduğu konutların kentsel sisteme dahil ol(ama)ma sürecinin kamu kurumları, yerel yönetimlerin politik tutumları ile mahalleliler arasında gelişen süreci detaylı bir inceleme ile aktarılmış. Türkiye’de gecekondu tartışmalarına önemli katkıları olan bu üç çalışma, günümüz konut meselesi ve kent siyasetine önemli sözler ve sonuçlar bırakıyor.
Bu araştırmaların ortaya koymuş olduğu bir diğer özgün katkı, politik mahalle kuruluşlarının 1970’lerin Türkiye’de ve dünyada radikalleşen siyasal akımların, hangi nedenlerden dolayı mekânsal bir kuruluşa ihtiyaç duyduğunu ortaya koymuş olmasıdır. 1960 sonları ve 1970’lerde özellikle Avrupa’da yaygınlaşan squat-işgal hareketlerinin Türkiye’deki yansıması, kamu arazilerinin işgal edilmesi biçiminde yansımasını bulmuştur diyebiliriz. Bu iki hareketin o yıllarda birbirlerini gören bir yerden bu eylemleri ve hareketlilikleri gerçekleştirdiklerini söylemiyorum. Ama siyasal radikalleşme sonuçları, kentsel süreçlerde mülkiyet ve konut piyasasında yansımasını bulan iktidar alanları ile ihtiyaç alanlarının rekabeti biçiminde ortaklaşmasıdır.
YEREL YÖNETİM VE KENTSEL DEMOGRAFİ
Türkiye’de bu rekabet, yerel yönetimler düzeyinde radikal solun sosyal demokrat belediyeler ile olan açık ve zımni koalisyonlarına kadar genişledi. Bu genişleme, kentleşmenin hızlanması ve yerel siyasetin stratejik öneminin artması ile paralellik göstermiştir. İkinci bölümde “Yerel Yönetim ve Kentsel Demografi” başlığı altında yer alan dört makalede yazar bu konulara da yer vermiş.
İlk yazıda, yerel yönetimlerin Türkiye ve Fransa deneyimleri ile tarihsel ve olgusal süreci ele alınmış. Yerel yönetimler, Marshal Berman’a (2006;28) atıfla “modernleşmenin siyasal kurumsallaşması, sanayileşme; demografik altüst oluşlar, hızlı kentleşme; çok farklı insanları ve toplumları birbirlerine bağlayan kitle iletişim sistemleri; yapı ve işleyiş açısından bürokratik organizasyonlar olarak ulus-devletler; kitlesel toplumsal, kapitalist dünya pazarı” gibi kavramsal bir çerçevede -küresel ve yerel etkenleri dahil eden- ele alınmış.
Bu yazıyı takip eden "İstanbul Maltepe’de Yalçın Kızılay Belediyeciliği" çalışması, 1973 yılında Maltepe Belediye başkanı olan ve toplumcu belediyecilik örneği açısından önemli icraatları olan Yalçın Kızılay döneminin deneyimini sanırım aşağıdaki alıntı bütün yönleri ile bizlere anlatmaktadır:
“Yalçın Kızılay kazma kürekle tünel kazdı her mahalleye çeşme kurdu, uzağa gitmesinler diye. Çeşme kurdu herkes buradan suyunu götürsün, o iyiliği yaptı. Ondan sonra bize ağaç direklerinden elektrik getirdi. O yetmedi o ağaç direkleriyle telefon altta, üste elektrik bize telefon bağladı. O yetmedi yolumuzu yaptı. Yol lazım bize, dozeri yok. Yakacık Belediye Başkanı Bayram Demirkol vardı. O da CHP’liydi. Rica etti, “dozeri ver, mazot doldururuz, şu Gülsuyu’nun yollarını açarız.” Allah razı olsun verdi adam da mazot doldurdu. Bu yollarımızı açtı. Açtı ama hangi çilelerle”(Sabri Derin, Tunceli, 1953).
Üçüncü yazı ise Türkiye’de üzerine sayısız çalışma yapılmış olan "hemşehrilik" üzerinedir. "Modernizm, Ulus ve Etnisite Bağlamında Kent, Hemşehrilik" başlığından da anlaşılacağı üzere yazı, hemşehriliği sadece göç ve yerel bir kategori olarak ele almamakta; bu tartışmaya ulusal düzeydeki siyasal gerilimler ve kimliklerin etkisini gören bir yerden tartışmaktadır:
“…hemşehriliğin ulusal ya da merkezî olanla gerilimli ilişkisini yukarıda bahsettiğimiz kimliksel depo haliyle ya da bir derin çeşitlilik durumuyla ilişkili olarak tartışmak gerekir. Zira insanlar bir yandan ayrı siyasal topluluklara bağlılık gösterir, ama buna ek olarak siyasi topluluklara farklı şekillerde ait olurlar.” Tartışma hemşehriliğin yerel bir oluşum olmaktan öte ulusal düzeydeki yurttaşlık süreçleriyle olan bağını ortaya koyuyor. Yine bir alıntı ile bu çalışmanın tartışmasına dair ipucu vermek isterim: “Türkiye hemşehrilik olgusunu ulusallık idealinin değişen biçimleri uyarınca deneyimleyen ülkelerden biri olarak öğretici bir araştırma sahası niteliğine sahiptir.”
Bu bölümün son yazısı olan “Tarlabaşı’nın Demografik Yapısı”, “Osmanlı Kentlerinin Demografik Yapısında Etnik Doku” başlığında ortaya konan erken modernleşme kozmopolitliğinin baskıcı nüfus politikaları ile nasıl değiştiğini ama buna rağmen günümüzde yeni bir etnik ve sınıfsal kimlik ile oluşan bir kozmopolitlik ortaya konuyor. Ulusal ve uluslararası göz yolu ve yatağı olarak şekillenen Tarlabaşı, bu yazıda nüfus verileri ile ortaya konmaktadır.
KENTİN MEKANSAL/TOPLUMSAL DÖNÜŞÜMÜ
Kentin Mekansal/Toplumsal Dönüşümü adlı üçüncü bölüm, “Güncelden Geçmişe Türkiye'de "Gecekondu Meselesi" Üzerine Yeniden Düşünmek” yazısı ile başlıyor. Bu yazı, 1980’li yıllardan itibaren etkili olmaya başlayan yeni bir politik tercih yani neoliberalizmin etkisi oluşan “kentlerin yeniden yapılanması” gibi günümüzde daha da etkili ve derin biçimde sürdürülen bir politik programın arka planından başlayan bir araştırmaya dayanıyor. Yazı, 1940-1980’li yıllar ile sınırlandırılmış. Yazının en özgün bölümü, “Türkiye’de Gecekondu Çalışmalarında Geliştirilen Yaklaşımlar” alt başlığında yer verilen akademik yaklaşımların incelenmesi ile elde edilen bulgulardır. Bu incelemenin incelikli detayları ile kategorik sınıflandırmalarındaki olgu ve kavram özgünlüğü oldukça değerli sonuçlar ortaya koyuyor:
“Gecekondu olgusunun ilk dönemi üzerine yorumların kimi olumlu öğeler içerdiğini ama bir “tehdit unsuru” olarak da tarif edildiğini ve kamunun bu konudaki ikircikli tutumuna vurgu yapıldığını görmekteyiz. Batılı kent uzmanları da o dönemde Türkiye’de gecekondu olgusunu bir felaket olarak nitelemekle birlikte bunun zamanla evrileceği….” Bu alıntı ile yazının içeriğini örneklemek isterim.
Yazı ayrıca, Ankara ve İstanbul üzerinden gecekondu olgusu ve deneyimlerinin farklılıklarını çok detaylıca ortaya koyuyor. Ayrıca 1940’lar ile 1950’lerin ve sonrasına dair zamansal kesitlerin kendi içinde sadece kentsel düzeyde değil; bürokrasi, yasalar, aktörler, kentin aktörleşen önemi ve ulusal siyasetteki yol ayrımların etkilerini gören çok detaylı bir araştırma gerçekleştirilmiş: “1960’lı yılların özellikle ikinci yarısındaki gecekondulaşma pratiği ve politikalarına bir bütün olarak baktığımızda hem gecekondulaşmanın bir toplumsal vakâ olarak çeşitli değişkenlerle ilişkili olarak tarif ve kabul edildiğini hem de bir kentsel sorun olarak tarif edilmekle birlikte çözümünde toplumsal yararın ihmal edilmediğini görmekteyiz. Bu politik tercihte dönemin sosyal refah devleti olmanın asgari gerekliliklerinin teorik olarak kabul edilmiş olmasının bir ölçüde etkili olduğunu söylemek gerekir. Ancak yine de bu sürecin gecekondulaşmaya engel olamadığını tespit etmek gerekir.”
“Bir Sanayi Mekanı Olarak Bomonti”. Bu yazı, Bomonti semtinin bir sanayi mekanı olarak gelişmesini ele alıyor. Sanayileşme, gecekondulaşma, konut kooperatifi, sendikalı işçilik ve grevler, sendikalar arası rekabet ve politik grupların rekabeti gibi konular, sözlü tarih görüşmeleri ile detaylı biçimde ortaya konmuş. Dört yıl Nestlé’de çalışmış, aynı zamanda 1982’de de Bomonti Bira Fabrikası’na girmiş olan bir işçi Nestlé Fabrikası’ndan şöyle bahseder: “Çalışması zordu, yemin ediyorum sana, askeriye gibi… Ama bizim gene de o zamanlar iyiydi. Şimdi her taraf kamera, kamera sistemi var, robot gibisin yani şimdi kamera sistemi var. Ama bizim zamanımızda olmadığı için kaçırabiliyorduk.” (Erkek, 60 yaşında, Nestlé işçisi).
BİR İKTİSADİ-TOPLUMSAL OLGU VE KENTSEL HAFIZA MEKANI OLARAK TÜRKİYE'DE BAKKALLAR VE BAKKALCILIK
Osmanlı Ekonomik Sisteminde Ticaret, Esnaflar ve Bakkalcılık ile başlayan yazı, Cumhuriyet döneminde bir unvan olarak kullanılan zamanları da ilginç boyutları ile araştırmaya dahil etmiş. Yazıda şu detayı aktarmak isterim: “Tıpkı ‘Doktor’, ‘Mühendis’, ‘Mimar’ vb. unvanlar gibi yaygın bir biçimde kullanılmıştır. Bakkallık mesleği Cumhuriyetin ilk yıllarından beri o kadar bilinen ve önemli bir meslekti ki pek çok nedenle kamu ile muhatap olmuş kişilerin isimlerinin yanında mutlaka bakkal unvanı da yer almıştır. Örneğin adli davalara konu olan durumlarda da bu mesleği yapmış olan kişilerin isimlerinin geçtiği yerde bakkal oldukları da belirtilmiştir.”
Bir İktisadi Dayanışma Aracı Olarak Bakkallar ve Bakkalcılık başlığı altında “veresiye defterleri”nin bir dayanışma ve yoksulluk yönetimi olarak rolünü okuduğumda, bu konu üzerine sadece kaybolan “nostaljik” bir mahalle esnafı düzleminin ne kadar yetersiz bir bakış olduğunu fark ettim. “Birleştiren ve Ayrıştıran İşlevleriyle İstanbul’da Boğaz Köprülerinin Toplumsal Dili” adlı çalışmada ise bir köprünün kuruluş hikâyesinin “ihtiyaç” ve “milliyetçiliğin” bir kaynağı olarak nasıl işlevselleştiği ele alınıyor.
Dördüncü bölümde ise “Sermayenin İktisadi İmkanı Olarak Kentsel Dönüşüm” konusu ve 2000 sonrasının neoliberal kenleşme programlarına yer veriliyor. “Kriz Çözücü Bir Araç Olarak Kentsel Mekana Müdahale Süreci: Biçimleri ve Toplumsal Sonuçları: İstanbul Örneği”; “Gecekondusuz İstanbul Tahayyülü”; “Kentsel Mekana Büyük Müdahale: “Afet Yasası”ndan Bir “Yasal Afet” Üretmek” başlıklı yazılar ile kentsel mekan üzerinden geliştirilen yeni birikim rejimi ve bu rejimi inşa eden yasal süreçler, kavramsal çerçeveleri ile tartışılmaktadır.
Şükrü Aslan’ın bu çalışmalarında kaba bir genelleme yaparsak, Türkiye’deki modernleşme süreçleri içinde öne çıkmış olan “ideal kent arayışlarının”, kentleşme süreçlerinin hızlanması ve plan dışı gelişmeler ile enformel niteliğinin yaygınlaşması ile karşıtlık içinde olmadığını, zira birbirini doğuran süreçler olarak işlemekte olduğunu anlıyoruz.
Kitabın diğer önemli katkısının kent araştırma yöntemlerinin “nesnellik-öznellik karşıtlığı”nı aşan bir düzlem yaratmış olmasıdır. Kitapta, nesnelliğin ve öznelliğin “güç-ayrıcalık-konum” üzerinden güç ilişkilerine dahil olma ya da olamamanın doğurduğu sonuçların “karşıtlık” içinde değil; ilişkisel bir süreç ile örülen olgular olarak ortaya konmuş olması önemli bir yöntemsel katkı sunuyor.
*Prof. Dr. Besime Şen, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi.