YAZARLAR

Kentte Necati Tosuner’i hatırlatan mantarlar

Trafik ışıklarının ay ışığını bastırdığı kent merkezinde bir ödül gecesi… Kısa bir konuşma yapıyor Necati Tosuner. Bütün o kitapları yazanın ta kendisi olduğunun sağlamasını yapan bir konuşma.

Kendimi yokuş aşağı salmış Maçka Parkı’na inerken bir ağaç kalın gövdesiyle dikkatimi çekiyor. İnsan, hayatında ne eksikse, baktığı şeyde o eksikliği giderecek bir yan bulmanın peşinde. “İşte” dedim. “Sırtıma/sırtlarımıza göre bir gövde. Dayan dayanabildiğin kadar.”

İnsanlara ve kurumlara dair tüm değerler çökmüşken böyle hissetmeme şaşırmıyorum. Endişeler bitmiyor. Her bakımdan güvencesiz yaşamın doruğundaki bizler, bir de yarın o ağacı orada bulamayacağımız kaygısıyla yaşıyoruz. Duygular yumağını sarmaya çalışırken ağacın dibindeki mantarları fark ediyorum. Fışkırmışlar adeta. 1945’te atom bombasıyla yerle bir edildikten sonra Hiroşima’nın tahrip olmuş doğasında boy gösteren ilk canlı varlığın bir matsutake mantarı olduğu söylenir. Ülkenin yaşanabilir halini yok etmeye ant içmiş olanlar da bizim atom bombamız. Tüm direnciyle orada öyle çıkan mantarlar yüzüme tebessüm, içme bir aydınlık yerleştiriyor. Türleri matsutake değil elbette ama fark eder mi!

Hazinenin başka kim farkında diye etrafıma bakıyorum. Ve o an Italo Calvino’nun kentte mantarları keşfeden Marcovaldo’suna benzetiyorum kendimi. Yüzümdeki tebessüm büyüyüp gülümsemeye dönüşüyor. Onun da tıpkı benim gibi trafik ışıklarının ay ışığını bastırdığı kent merkezinde yaşadığını hatırlıyorum. Yaşadığı dünyanın, özlemini duyduğu dünya olmadığı da aklımda. Değişen her mevsimle umutlanabilmesi, Şarlovari halleri gözümün önünde. Şu ağaç dibi mantarları da Calvino’nun yarattığı karakter gibi olumsuz koşullar içinde bile olsa bir yaşam duygusu veriyor. Hiç hesapta yokken güne tutunabilmek için bir dal… Dalları çoğaltırsam günü bitirebilirim diye düşünüyorum.

“Bugün ne vardı Burcu, bir düşün” diyor iç sesim sitemle. Telefonumdaki takvime bakıyorum. Erdal Öz Edebiyat Ödülü töreni. Ağaç dibi mantarlarına sesleniyorum. “Sevgili yazarım ödül alacak. Necati Tosuner.” İşte tutunacak bir dal daha. Akşam törene gider onu görür, konuşmasını dinlerim. Tosuner’in Korkağın Türküsü romanından satırlar geliyor gözümün önüne: “Ispanakta demir var dediler, yemedim; kader dediler, onu da yemedim.” Mantarların direnci Tosuner’in direncini hatırlatmak için belki de. Kader deyip geçmediğinde bireye neler olduğunu, toplumun o bireye neler ettiğini sancısıyla anlatan Necati Tosuner’in direnci…

Yazarlığında altmış yılı geride bırakan Necati Bey’in öykülerinde, romanlarında nedir etkileyici olan? Düşündüm bunu törene gidene dek. Okuruna asla numaralar yapmaması, acısının da sarsıcılığının da her zaman içtenliğe dayanması… sonra… Türkçeye bir çiçek gibi yaklaşıp onu ışıksız, susuz, havasız bırakmaması... yazdığı tüm kambur öykülerinin her defasında başka başka oluşu… Tıpkı şu ağaç dibi mantarları gibiler, birbirine dayanarak duruyorlar, safları sık. Hepsi kendine özgü, hepsi bambaşka… Bir anda yağan dolu gibi bastırıyor öyküler. Hangisinden söz açmalı? Adım gibi ezbere yazabileceğim “Birtakım Şeyler Gibi” dökülüyor klavyeden. Toplumun anlayışsızlığından bunalmış bir kamburun odun depolarının bıçkılarında kamburuna biçtiği son nasıl unutulur. “Ulan, sizin gibiyim be!.. İşte, kestim ya ulan… Hey be! Kaçmayın!.. Kaçmayın be!.. Kaçmasanıza ulan!.. Ulan be…”

Akşam oluyor, tören başlıyor. Kısa bir konuşma yapıyor Necati Tosuner. Bütün o kitapları yazanın ta kendisi olduğunun sağlamasını yapan bir konuşma. Sahneye çıkıp ayaklı mikrofona yaklaşıyor, hemen yanındaki, üzerinde ödülün yer aldığı yuvarlak masadan destek alıp başlıyor:

“Bu masayı gözüme kestirdim. Ona böyle tutunurum diye düşündüm ve orada da derim ki Oğuz Atay gelsin de tutunamayan görsün. (…) Eşik Cini dergisi bir soru sormuştu: Öldükten sonra öykücü olarak mı anılmak istersiniz, romancı olarak mı? Vay vay! Yazınsal, sorunsal! Ben de onları yanıtladım, dedim ki, öldükten sonra şöyle anılmak isterim: iyi adamdı, kalemi de fena değildi. (…) Ondan bu yana da yıllar geçti. Şimdi Eşik Cini’ndeki lafı şöyle söyleyerek kapatayım. Diyecekler ki, iyi adamdı, kalemi de fena değildi, çok ödül kazandı, ödül almaya gözü doymazdı. Hoşça kalın.”

Erdal Öz Edebiyat Ödülü’ne layık görülen Necati Tosuner konuşmasını yaparken… Fotoğraf: Kadir İncesu

Notlar

Erdal Öz Edebiyat Ödülü seçici kurulu bu yıl Metin Celal, Nilüfer Kuyaş, Murat Yalçın, Behçet Çelik, Jale Özata Dirlikyapan, Ayşe Sarısayın ve Faruk Duman'dan oluşuyordu.

Necati Tosuner’in tüm eserlerini artık Everest Yayınları yayımlayacak. Sancı.. Sancı… ilk basılan kitap oldu. Yukarıda bahsi geçen “Birtakım Şeyler Gibi” adlı öykü yazarın Çıkmaz’da adlı kitabında yer alıyor.

Matsutake, insan müdahalesine maruz kalmış ormanlarda yaşayan yabani bir mantar.

Onun üzerine harikulade ve farklı bir okuma yapmak isteyenler 21. yüzyılın önemli antropoloji kitaplarından biri olan Dünyanın Sonundaki Mantar adlı kitabı okuyabilir. Anna Lowenhaupt Tsing, matsutake ticareti ve ekolojisinin izini sürerek güvencesiz yaşam koşullarının hikâyesini anlatıyor, kapitalizmin yarattığı enkazda yaşam imkânını sorguluyor. Erdem Gökyaran’ın çevirdiği kitabı Yapı Kredi Yayınları basıyor.

Marcovaldo’nun ekolojik alegorilerini merak edenler Calvino’nun Marcovaldo ya da Kentte Mevsimler’ini okuyabilir. Kitabı Yapı Kredi Yayınları yayımlıyor.


Burcu Aktaş Kimdir?

Burcu Aktaş, 1980’de İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi’nde Antropoloji eğitimi aldı. Uzun yıllar Radikal gazetesinde çalıştı. Radikal Kitap’ın editörlüğünü yaptı. Selim İleri’nin iç dünyasını anlattığı Düşüşten Sonra adında bir anlatı kitabı ve Çarpık Ev, Durmayalım Düşeriz, İstasyonda Vals, Vahşi Şeyler isimli dört çocuk romanı var.