Keşfedilmemiş binlerce memeli türü gözümüzün önünde gizleniyor olabilir
Biyoçeşitlilik alanında çalışan bilim insanları, altıncı kitlesel yok oluş sürecinin ortasında, biyoçeşitliliği yaratan ve devam ettiren süreçleri daha iyi anlamak için adeta yarış halindeler.
Danielle Parsons
Taksonomi, yani canlı organizmaların birbirleriyle tür olarak nasıl ilişkilendiğinin incelendiği disiplin, 1700’lerden bu yana var olmuştur. Bilim insanları ve felsefeciler, bir türü neyin tür yaptığını uzun zamandan beridir tartışıyor olsalar da, taksonomistler her bir türü ‘ortak biyolojik özellikler paylaşan bir grup organizma’ olarak değerlendirirler. Biyoloji araştırmacıları ve doğa koruyucular açısından yeni türlerin keşfedilmesi ve tanımlanması esastır; zira türleri bir analiz birimi olarak kullanırlar. Bunun yanı sıra, türler tarım, avcılık ve balıkçılık bağlamında ekonomik açıdan önem taşırlar ve ABD Nesli Tükenmekte Olan Türler Yasası gibi özel yasal statülere sahiptirler.
YALNIZCA YÜZDE 10'U RESMİ OLARAK TANIMLANDI
Ne var ki, bilim insanları, yıllar içinde gerçekleşen keşif eğilimlerini temel alarak, gezegende var olan türlerin tahminen sadece yüzde 10’unu resmi biçimde adlandırabilmiş ve tanımlayabilmişlerdir. Bilgi alanındaki bu boşluk, ‘Linnaeus açığı’ diye adlandırılır. Bir türün nasıl tanımlanacağı hususundaki anlaşmazlıkların mı, zayıf araştırma metodolojisinin mi yoksa diğer bazı faktörlerin mi bu boşluktan sorumlu olduğu henüz belirsizliğini koruyor.
Bizler, evrimsel biyoloji alanında çalışan bilim insanlarıyız ve türleri daha iyi sınıflandırmanın yollarını bulma meselesi, araştırmamızın odağında yer alır. Genetik analiz yöntemleri ve yapay zeka kullanarak, tek bir kümede bir araya getirilen gizli kalmış türleri tespit edebiliyor ve nerede ve ne tür olabileceklerini öngörebiliyoruz. Ulaştığımız bulgular aynı zamanda türlerin tanımlanması alanındaki bu eksikliğin potansiyel sebeplerinden birini de ortaya koyuyor: Taksonomi bilimine yapılan yetersiz yatırım.
GİZLİ TÜRLER KEŞFEDİLMEYE DEVAM EDİYOR
Son araştırmamız için memeliler üzerinde yoğunlaşmayı tercih ettik. Nispeten büyük olmaları ve insanlar için yiyecek, arkadaşlık ve eğlence kaynağı olarak taşıdıkları değer nedeniyle, memeli türlerinin çoğu kısmının hâlihazırda tanımlanmış olma ihtimalinin daha yüksek olduğunu tahmin ediyorduk.
Aslında ilk görevimiz, iki ya da daha fazla türü içerebilecek bilinen türleri tespit etmekti. Bunu gerçekleştirmek amacıyla, 4300 adet sınıflandırılmış türden alınan 1 milyon gen dizisini inceledik ve yüksek bir genetik çeşitlilik sergileyen gen dizisi gruplarını saptayarak verileri evrimsel bir modelle eşleştirdik. Daha önce tek bir grup altında sınıflandırılan yüzlerce gizli tür keşfettik. Ulaştığımız bu bulgu daha büyük ölçekte olsa da, eski araştırmalarda elde edilen sonuçları yansıttığı için beklenmedik değildi.
GİZLİ TÜRLER NELER VE NEREDELER?
Bu potansiyel olarak gizlenmiş haldeki türlerin varlığını tespit ettikten sonra, ikinci görevimiz ortak özelliklerinin neler olduğunu ortaya çıkarmaktı. Bunu gerçekleştirmek için, belirli bir sonuçla ilgili bir tahmin yürütmek amacıyla çok sayıda farklı değişkenden bilgi toplayan bir makine öğrenimi biçimi olan ve ‘rastgele orman analizi’ adı verilen bir veri bilimi tekniğini kullandık. Bu, Netflix’in izlemek isteyebileceğiniz diziler önermek için kullandığı tekniği andırır.
Bizim durumumuza gelirsek, zaten bilinen bir türün bir takım gizli türler içerip içermediğini tahmin etmek istedik. Kullandığımız tahminsel değişkenler, ortak memeli habitatlarının iklimi gibi çevresel etkenleri ve fiziksel özellikler, coğrafi erişim, üreme ve hayatta kalma modelleri gibi türe has etkenleri içeriyordu. Bunun yanı sıra, bilim insanlarının araştırmalarını yürütmek için kullandıkları tekniklere, araştırmaya dayalı etkenleri de ekledik. Toplamda, modelimizi oluşturmak amacıyla yaklaşık 3.8 milyon veri noktası topladık. Modelimizi temel aldığımızda, en fazla üç tip tahminsel değişkenin öne çıktığını gördük.
Birinci tip, türün vücut kütlesi ve coğrafi alan benzeri özelliklerini taşıyordu. Araştırma sonucunda ulaştığımız sonuçlar, nispeten geniş erişim mesafelerine sahip küçük memeliler arasında keşfedilmemiş türlerin mevcut olmasının muhtemel olduğunu ortaya koyuyor. Bu durum, her şeyin eşit bir haldeyken, bilim insanları açısından, daha büyük hayvanlara kıyasla küçük hayvanlarda görülen fiziksel farkları tespit etmenin daha zor olması nedeniyle mantıklı olabilir.
İkinci tip iklimdi ve gündüz ve gece sıcaklıklarında büyük bir fark görülen nemli ve sıcak bölgelerde daha fazla gizli türün bulunması olasıdır. Bu durum, büyük olasılıkla tropik yağmur ormanlarının çok yüksek bir seviyede memeli çeşitliliği barındırma eğilimi taşıdığı gerçeğini yansıtır.
Üçüncü tip, müzelerdeki koleksiyonlarda bulunan örneklerin coğrafi dağılımından ve bilinen bir türün bilimsel isminden söz eden son yayınların sayısı da dahil olmak üzere, araştırma çabasıydı. Bu husus, bilimsel topluluğun belirli bir memeliye gösterdiği ilgi seviyesinin bu canlının tanımlanıp tanımlanamayacağını öngörmesi nedeniyle, yeni memelileri tespit etmede çoğu zaman araştırmacıların etkili olduklarını düşündürür. Bu, belirlediğimiz genel özelliklerin, son 30 yıl boyunca duyurulan yeni memeli türleriyle nasıl eşleştiğinin yanı sıra, modelimizin bilim insanlarının hâlihazırda gizli türler bulmak amacıyla araştırdığı alanları tanıdığı gerçeğiyle de desteklenir.
BİLİNMEYEN TÜRLER NESİL TÜKENMESİ TEHDİDİ YAŞIYOR
Bir asteroidin dinozorları yok edişinden beridir Dünya’nın en büyük yok oluş kriziyle yüz yüze geldiği bir dönemde, Dünya’daki keşfedilmemiş pek çok türün tespit edilmesinin ve tanımlanmasının biyolojik çeşitliliğin korunması çabasına yardımcı olmak bağlamında büyük önem taşıdığına inanıyoruz.
Araştırmamız hâlâ keşfedilmeyi bekleyen pek çok memeli olduğunu ortaya çıkarsa da, diğer türlerinkine kıyasla memeli çeşitliliği zaten görece yüksek bir düzeyde kayıt altına alınmış durumda. Var olan memeli türlerinin yaklaşık yüzde 80’inin daha önce tanımlandığını, böcekler ya da akarlar gibi daha yüksek çeşitliliğe sahip olan memeli olmayan gruplardan çok daha yüksek bir orana ulaşıldığını gördük.
Yeni türlerin keşfedilmesi ve tanımlanması, bütün bilimsel araştırmalarda olduğu üzere büyük çabalar gerektirir. İncelediğimiz ham verilerin toplanmasından büyük ölçüde doğa tarihi müzeleri sorumludur ve genetik ve biyoçeşitlilik veritabanları, bu bilgilere erişebilmemizi olanaklı hale getiren altyapıyı sağlar. Meslektaşlar ve büyük bilgisayar ağları arasındaki bilgi paylaşımı kültürü, ihtiyaç duyduğumuz binlerce saatlik araştırma sürecine destek verdi. Araştırmalarımız ancak taksonomik araştırmalara sağlanmaya devam eden yatırımlarla mümkün oldu.
Biyoçeşitlilik alanında çalışan bilim insanları, gezegenimizdeki tamamen insani eylemlerden kaynaklanan altıncı kitlesel yok oluş sürecinin ortasında, biyoçeşitliliği yaratan ve devam ettiren süreçleri daha iyi anlamak için adeta yarış halindeler. Taksonomistler, nesli tükenmeden önce çevremizdeki türleri tespit etme güçlüğüyle karşı karşıyalar. Elimizdeki bulgular, hâlâ kat etmemiz gereken uzun bir yol olduğunu gösteriyor.
Yazının orijinali The Conversation sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)