YAZARLAR

‘Kesik’ ve Ahparig

O kadar muhalif gazeteci ve Ermeni cemaatinin onca önde gelen ismi arasında Hrant’ı bu nefret cinayetinin hedefi yapan özgün sebep nedir? Bu sorularla birlikte Fatih Akın'ın ‘Kesik’ metaforuna dönmek açıklayıcı olabilir. Nazaret’in boğazına atılan kesik, yani ebedi sessizlik, onun hayatta kalmasının koşuluydu. Hrant, Agos projesiyle birlikte bu zımni antlaşmayı bozmuş olmalı...

‘Tehcirin’ yüzüncü yılında gösterime giren Fatih Akın imzalı ‘Kesik’ filmi, adeta bir ‘sükût suikastına’ kurban gitmesi nedeniyle Türkiye kamuoyu tarafından pek bilinmiyor. Akın’ın anlatısına adını da veren dramatik dönüm noktası, ana karakter Nazaret’in boynuna atılan kesiktir. Bu kesik Nazaret’i bayıltır ama öldürmez; diğer soykırım kurbanlarıyla birlikte öldüğü sanısıyla orada bırakılır. Nazaret bu maharetli kesik sonucu hayatta kalacak, ama aynı kesik ses tellerini yok etmiş olduğundan bir daha konuşamayacaktır. Hayatta kalma karşılığı ebedi suskunluk… Bu metaforun açtığı birbirinden çok farklı okuma ve yorum patikalarının çoğu, yolcuyu Hrant Dink suikastı finaline taşıyacaktır.

On beş yıl önce cinayeti duydukları anda sokağa dökülen on binlerce Türkiye yurttaşı için her 19 Ocak günü Hrant Dink’i anmak, bir gelenek haline gelmiş bulunuyor. Cinayetin aydınlanmasını önlemek amacıyla yargı rotasını sürekli saptırmanın da inatçı bir gelenek haline geldiği görülüyor. Dink suikastı davasının bugüne kadar içinden geçtiği iki aşama, cinayetin üzerindeki sis bulutunu dağıtmak yerine iktidarın siyasal rakiplerini tasfiye etmek için kullandığı bir enstrüman olduğu izlenimi veriyor. 2000’li yıllar boyunca tasfiye etmeye uğraştığı “Ergenekon” örgütünün fail olduğu hakkında iddianameler yazdırıp hapis cezaları yağdırırken kabaca 2015’ten itibaren bu kez o failleri arkasına alarak suçun tamamını yeni baş düşmanı “FETÖ”ye yüklemiş bulunuyor. Sonuçta yalnızca tetikçi mahkum; buna ilaveten, Gülenci oldukları gerekçesiyle tutuklu dört resmi görevlinin suç dosyalarına Dink cinayeti de eklenmiş bulunuyor.

Dink ailesine göre ise deliller, hem daha önce suçlanan “derin devlet”in, yani militarist/Kemalist unsurların, hem şimdi suçlanmakta olan Gülenci unsurların, hem de rolleri sistematik olarak görmezden gelinen başka unsurların bu cinayetin içinde olduğunu gösteriyor. Aile ve destekçilerinin görüşü, Hrant Dink suikastının, Türk devleti içinde yuvalanmış ve zaman zaman birbiriyle çatıştığı da görülen farklı yapılar arasında oluşan geniş bir uzlaşma sonucu gerçekleştiği yönünde.

Gerçekten de, Agos’u ve Hrant Dink’i takibe alarak 2002’den itibaren hakkında Türklüğe Hakaret davaları açanların Gülenci olmadıkları gayet iyi biliniyor. Bu davalar, sürekli şiddetlenen bir karalama ve nefret kampanyasıyla el ele ilerlemişti. 2004’te Sabiha Gökçen’in Ermeni kökenini araştırmasından dolayı onu manşete çıkararak hedef gösteren Gülenci basın değil Hürriyet gazetesi oldu. Ne Dink’i bir basın bülteniyle ‘eleştiren’ Genelkurmay Başkanı, ne kendisini ‘uyaran’ İstanbul Vali Yardımcısı, ne onu Türklüğe hakaret suçundan mahkum eden hakimler, ne mahkeme kapısına yığılan linç çeteleri, ne de sürekli aldığı ölüm tehditlerini savuranlar “Fetöcüler”den ibaret değildi.

Dink ailesi ve avukatlar, ortaya çıkan istihbarat raporlarına göre, Hrant Dink'in özellikle 1996 yılında Agos'un faaliyete geçmesinden bu yana devlet makamlarının “Ermeni faaliyetlerine” olan ilgisi nedeniyle yakından izlendiğine dikkat çekiyor. Şüphelilerden eski emniyet müdürü Ali Fuat Yılmazer, Dink'i 1970'lerden beri izlediklerini söylüyor. Dink ailesi, 2004'ten itibaren yoğunlaşan aşırı sağcı linç kampanyası ile devlet makamlarının Hrant Dink'e yönelik devam eden ilgisi arasındaki bağlantıların araştırılmasını talep ediyor. Azmettirici olarak mahkeme kapısında şahsen boy gösteren Veli Küçük ve Kemal Kerinçsiz gibi figürlerin, bu cinayetin de içinde anıldığı Ergenekon davasından aldıkları mahkumiyet kararları bozulmuş bulunuyor. Şubat 2006 tarihli bir istihbarat raporunda “Hrant Dink'in ne pahasına olursa olsun öldürüleceği” belirtiliyor; cinayet silahının ve kurşunların elde edilmesindeki “resmi dokunuş”un araştırılmasından da özenle kaçınıldığı görülüyor.

Özetle, Hrant Dink suikastı davasının her iki aşaması da, her biri hükümetin farklı bir grubu devlet saflarından tasfiyesine hizmet edecek belirli hipotezleri kanıtlamayı amaçlayarak ilerledi. Yargı mekanizmasına bu araçsal yaklaşımın birinci zayiatının, her savaşta olduğu üzere hakikat olması kaçınılmazdı.

Cinayeti Ergenekon ya da Fetö üzerine yıkma çabasının örtbas faaliyetinden ibaret olduğunu anlamak için 2010 yılında Türkiye Devleti adına Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne sunulan savunmaya bakmak yetecektir. Orada, Dink’in TCK 301 yani Türklüğe hakaret suçlamasından aldığı mahkumiyet, neo-Nazi Kühnen davası örnek gösterilerek savunulur. Bir faşistin işlediği anti-Semitik nefret suçu ile Hrant’ın yazdıklarını eşdeğer tutar; hiç utanmadan…

Bu yüz karası ‘savunma’ tabi ki reddedilmiş ve Türkiye Devleti hem Hrant’a vermiş olduğu ceza, hem de cinayeti engellemekteki ihmali nedenleriyle mahkum edilmişti. O savunmayı yazan Fetöcü müdür bilinmez ama Türkiye Devleti’nin bu konuda görüş değiştirdiği ya da özeleştiri verdiği üzerine herhangi bir emareye henüz rastlanmış değil. Öyleyse devlet, savunmasının arkasında durmaktadır.

Hrant Dink ne kadar süre hedef oldu? Dink'i öldürme kararını kim verdi? Suikastı kim planladı ve gerçekleştirdi? Bu soruların hiçbiri tatmin edici bir şekilde yanıtlanmış değil. Ayrıca linç kampanyasının bu cinayette organize bir ırkçı nefret suçu olarak rolü de mevcut yargı perspektifinden tamamıyla dışlanmış bulunuyor.

Gazeteci suikastları, yargısız infaz ve faili meçhul cinayetler Türkiye’nin siyasal yapısına yabancı olgular değil. Dink cinayetini özgün kılan, 1996’da yayınlamaya başladığı Agos’la birlikte yalnızca Hrant’ın değil inkâr edilmiş bir tarihin ve kimliğin de görünür hale gelmiş olmasıyla bu cinayet arasındaki illiyet bağıdır. Yakınlarda yitirdiğimiz gazeteci Robert Fisk, Hrant Dink'in “Ermeni soykırımının 1.500.001inci kurbanı” olduğunu yazarak bu noktayı vurgulamıştı.

Peki ama, neden Hrant Dink? O kadar muhalif gazeteci ve Ermeni cemaatinin onca önde gelen ismi arasında Hrant’ı bu nefret cinayetinin hedefi yapan özgün sebep nedir? Bu sorularla birlikte Fatih Akın'ın ‘Kesik’ metaforuna dönmek açıklayıcı olabilir. Nazaret’in boğazına atılan kesik, yani ebedi sessizlik, onun hayatta kalmasının koşuluydu. Hrant, Agos projesiyle birlikte bu zımni antlaşmayı bozmuş olmalı.

Hrant’ın şahsında Türkiye’nin varlığı inkâr edilen kimlikleri, yüz yıllık suskunluğu bozmak, inkâr ve aşağılama pratiklerini sorgulamak doğrultusunda hareket etme belirtileri göstermeye başladı. Dahası, Hrant’ın siyasi kişiliği, bu suskun yığınların kendi davalarını Türkiye’deki demokrasi mücadelesi ile birlikte düşünmelerinin de yolunu açıyordu ve bunun tersi de geçerliydi: Türkiye’nin demokratları için Agos, ezilen ve dışlanan kimliklerin davasını görmeyip dışarıda bıraktıkça bir yere varamayacaklarını kavrama yolunda önemli bir kilometre taşıydı.

Zımni antlaşma bozulmuştu. Cellada düşen, yarım bıraktığı işi tamamlamak oldu.


Zafer Yörük Kimdir?

Londra Üniversitesi’nde iktisat ve siyaset bilimi dallarında lisans eğitiminin ardından Essex Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nde ideoloji ve söylem analizi dalında yüksek lisans ve doktorasını tamamladı. Londra, Erbil ve İzmir’de siyaset bilimi ve medya/iletişim alanlarında çeşitli üniversitelerin akademik kadrosu içinde yer aldı. Akademik çalışma alanları; post-yapısalcı kuram, psikanaliz ve kimlik siyasetidir. Türkiye ve Orta Doğu siyaseti üzerine akademik yayınları vardır. Halen Duvar English ve Medya News internet yayınlarında ve Yeni Yaşam gazetesinde köşe yazmaktadır.