'Keşke Vanlı olsaydım' diyenler el kaldırsın
Üç gündür seçilmiş belediye başkanının mazbatası için meydanları, sokakları dolduran halk, bu sabah, bu kez temizlik için yollara dökülmüştü. Kentliler tıpkı sandıkta kayyıma yaptıkları gibi, sokakları da silip süpürdüler, yeni başkanla tertemiz bir başlangıç yaptılar. Başkan onların başkanı, kent onların kenti.
Bu sabah uyandım ve “keşke Vanlı olsam” dedim. Düşündüğünüz gibi “büyük direniş” nedeniyle değil, “büyük temizlik” nedeniyle. Keşke dedim, İstanbullular bir sabah sokağa dökülsek ve her yeri silip süpürsek, paçaları sıvasak ve hortum tutup yolları yıkasak… Sonra da baharın bu güzel havasında o temiz sokağa sandalye atıp çay içsek, havadan, sudan, şehirden konuşsak.
***
Eskiden şehirlerarası otobüse bindiğimde sık gelirdi başıma. “Nerelisin?” diye sorardı yanınızda oturan sizden yaşça büyük insanlar. Sonra da “içinden misin?” sorusu gelirdi. “Bir yerli” olmak eskiden önemliydi. Çünkü oralıysanız, yedi göbek sülaleniz de oralı demekti. Bu da sizi diğer oralılarla ortak bir kültür, geçmiş ve anılarla bağlardı. Hatta oranın “içinden” yani merkezinden değil de bir ilçesinden ya da köyündenseniz, hemşehrilerinizle ortak yanlarınızın oranı artar, yakınlık dereceniz yükselirdi.
Çünkü taşınmak ya da göç etmek bu kadar yaygın değildi. Tanımasanız da aynı şehirde yaşadıklarınızla ortak bir kültürü paylaşırdınız. Eğlenceniz, yasınız, diliniz, yemekleriniz, ritüelleriniz birbirine benzerdi ama diğer şehirlerle de ayrışırdı. O yüzden de birbirinize hemşehrim derdiniz, gittiğiniz yabancı illerde ilk olarak insanlarla hemşehri olup olmadığınızı anlamak için “nerelisin” diye sorardınız.
Artık pek bu soru sorulmuyor. Özellikle büyük şehirlerde, aynı mahalleden olanların bile ortak noktaları giderek azalıyor. Hatta aynı apartmanda yaşadığının farkında olmayan insanlar var.
Ortak yanı olmayan ya da ortak yanı olduğunun farkında olmayan insanların ortak alanları da yok. Herkes kendi evinin içiyle, kendi küçük evreniyle sınırlıyor varlığını. Sadece oraları sahipleniyor. Ve sahiplenmediği yerlerin temizliğinden, bakımından, düzeninden de sorumlu hissetmiyor kendini. Arabasının camından meyve kabukları ya da sigara izmaritlerini yola atanlar, penceresinden çöp dökenler, elindeki pet şişeyi yolun kenarına bırakanlar…
***
Yerel yönetici adaylarından sürekli SMS geldi seçim öncesinde. Genelde hepsi de “sevgili hemşehrim, komşum” diye başlıyordu. Ama sonra o adaylar hemşehri derneklerinin kapısını çalıp, bir başka ilişki ağından yararlanarak oy toplamaya çalışıyorlardı.
Belli ki kimse aynı şehirde yaşayanların hemşehri olduğunu düşünmüyor. Kaldı ki Şişli’de yaşayıp da kendisine İstanbulluyum diyenle, Sultanbeyli’de yaşayıp İstanbullu olduğunu söyleyen insanlar arasında da dağlar kadar fark var. Hatta Taksim’in son haliyle İstanbul’un bir semti değil de bir Arap ülkesinin şehir merkezi olduğunu düşünecek çok insan var.
Kentsel dönüşüm mahallelerin sosyolojisini tümden değiştiriyor. Trafiği rahatlatmak için yapılan yollar, metro inşaatları, alışveriş merkezleri… Şehirler sürekli bir değişim içinde.
İstanbul Aksaray’da karşıdan karşıya geçmek için ışıkta beklerken şunu fark ettim: Sadece trafik lambasının kayıtlı sesi Türkçe konuşuyordu: “Şimdi karşıya geçebilirsiniz” Etraf Arapça, Kürtçe, Rusça, İngilizce konuşanlarla doluydu. Farklı dillerden pek çok da tabela göze çarpıyordu.
Bütün bu yabancılıklar, uzaklıklar, hemşehri olamayışlar dönüp yine bizi buluyor. İnsanlar yeşil ışıkta geçerken birbirlerine çarpıyorlar ve dönüp özür bile dilemiyorlar. Trafikte birisi herkesten önce evine gitmek için yolu tıkıyor ve herkes ona korna çalarken hiç de umursuyormuş gibi görünmüyor.
Şehirler birbirini ezip geçmeye çalışan, sürekli öfkeli ve aceleci, sürekli söylenen, diğerlerinin oralar için fazla olduğunu düşünen mutsuz insanlarla doluyor.
***
“Ben mi yanılıyorum, herkes mi ters yöne doğru gidiyor?” Gazetelere, ekranlara, dijital mecralara her gözüm kaydığında bu soruyu soruyorum kendime. Adet olduğu üzere seçim değerlendirmeleri yapılıyor her mecrada. Ve sanki biz yerel değil de genel seçim yapmışız gibi bir havada değerlendiriliyor her şey. İktidarından muhalefetine kazanan da kaybeden de, yorumcular da yazarlar da aynı konseptte ele alıyorlar seçimi.
Oysa bu sabah gözünü Van’daki görüntülere açanlar bir yerel seçim yaptığımızı anlamış olmalılar. Üç gündür seçilmiş belediye başkanının mazbatası için meydanları, sokakları dolduran halk, bu sabah, bu kez temizlik için yollara dökülmüştü. Kentliler tıpkı sandıkta kayyıma yaptıkları gibi, sokakları da silip süpürdüler, yeni başkanla tertemiz bir başlangıç yaptılar.
Başkan onların başkanı, kent onların kenti. “Oy verdik, seçtik artık her şeyden sen sorumlusun” demediler Başkana. Oylarına da şehirlerine de sahip çıktılar.
Seçilmiş yerel yöneticiler, öncelikle buradan başlarlar belki. Sadece evlerin değil, binaların da sokakların ve şehrin de orada yaşayanlara ait olduğunu, o ortak alanlarda pek çok sorun için birlikte çözümler üretilebileceğini deneyimlemek, oy veren değil seçen olmak, şehrin, siyasetin, seçimin nesnesi değil öznesi olmak, nereliysek oranın “içinden” olmak hepimize iyi gelebilir.