Kılıçdaroğlu Mandela, Erdoğan Trump olur mu?

Tamam, biliyoruz, Erdoğan seçimi kazanmak için her şeyi yapacak. Peki ya sonra? Erdoğan bavullarını toplayıp Üsküdar’daki evine mi taşınacak? (O ev o kadar insanı barındırabilir mi?)

Google Haberlere Abone ol

Seçim sonuçlandı, Kemal Kılıçdaroğlu Türkiye’nin 13. Cumhurbaşkanı. Sadece resmileşmesi kaldı. Yani YSK, seçim sonuçlarını ilan ettiğinde bir dönem kapanacak. Yeni bir dönem açılacak, Türkiye tarihinde. Toplumu ayrımcılığa ve sömürüye karşı birleştirecek yeni Mandela! (1)

Gerçekten öyle olacak mı? Neresinden baksanız öyle.

-Bütün anketler Kılıçdaroğlu diyor, hatta yüzde 60’ı, 65’i gösterenler bile var. Kötümser rakamları toplasak bile; CHP yüzde 25, İYİP yüzde 9, yüzde 2’şerden Gelecek, Deva, Saadet, DP’den de yüzde 0,5. Etti mi yüzde 40,5. HDP’nin kötümser yüzde 11’i. (2) Etti mi yüzde 51’5. TİP’in iyimser yüzde 3’ünü de ekledik mi, yüzde 54,5. Kısacası en karamsar tablo bile yüzde 50’nin üstünde. Her şey garanti, sonuç yüzde 100.

-Karşı taraf deseniz, tel tel dökülüyor. MHP’nin başındaki zat, ne zaman konuşsa oyunu arttırmak yerine azaltıyor. Sinan Ateş cinayetinin açtığı yaradan kan kaybı sürüyor. Vekil listelerinde oluşacak hoşnutsuzluk da MHP’nin başını ağrıtacaktır mutlaka. Destici deseniz, her gün yeni bir vukuatla karşı karşıya. (3) Millet İttifakı’nda olsa oraya oy kaybettirir. AKP seçmeninde de kırılmaların olduğu aşikar; Özlem Zengin olayı, depremzede AKP’liler…

-Cumhur İttifakı’nın bir türlü istenilen aktörlerle genişleyememesi asıl sorun olarak duruyor. Tansu Çiller’in fos çıkması, İYİP’ten etkili kopuşların gerçekleştirilememesi, ANAP’ın, DSP’nin etkili bir hava yaratamaması, Yeniden Refah’ın “son dakika” takıma katılmaması ve son olarak da Mehmet Şimşek’in yan çizmesi Cumhur’un korteji bir türlü büyütememesi anlamına geliyor. Şimdilik başarı, HüdaPar ile birlikte bir takım tarikatların açıktan destek açıklamaları ile sınırlı. (4)

Hatırlanacağı üzere 2018’de Erdoğan, cumhurbaşkanlığı seçimini kazandığında yanında Davutoğlu, Babacan, Saadet, Yeniden Refah vs. vardı, arkasında da Fethullah. ABD’de Trump, Almanya’da Merkel, Suriye’de Esad (daha Esed olmamıştı) vardı. Ekonomi tıkırında idi, faylar da uykuda.

-Millet İttifakı için ise şimdilik tek “sinek”, Muharrem İnce gibi duruyor. Sandıktaki “tıklama” sayısının, şimdiki “tıklanma” sayısından kat be kat düşük olacağı muhakkak. (5) Ancak bir takım “sosyal demokrat” figürlerin seçim sonuçlarına ve sonraki siyasete olan etkileri, hafızalarda hala canlı. (6)

DEPREM SADECE ÜLKEYİ DEĞİL, AKP’NİN PLANLARINI VE AKP SEÇMENİNİ DE SALLADI

Açıktır ki depremin yarattığı hasardan daha çok, seçim dönemi planlarını uygulayamayacak olmasına üzülmüştür Saray!

Binlerce insanın da öldüğü Suriye’ye kara harekatı düzenleyemez artık. Kurtarma ekiplerinin yardıma geldiği Yunanistan ile de gerilim çıkartamaz. Bütün dış politikayı daha ılımlı, daha “insancıl” kurmak zorunda, bu acıların üzerinden (en azından bir süre). Oysa dışarıda gerilim yaratmak, düşman ilan etmek, seçim propagandasının en önemli başlığını oluşturacaktı.

Ekonomide de kısa sürede bir başarı hikayesi yazmak da imkansız artık. “Arap sermayesi getirdim, sıcak para buldum, Rusya’ya borçları erteledim, ucuz kredi dağıtacağım” propagandasının da medyada müşterisi kalmadı. Ama deprem bile patronların iştahını kabartmak için fırsat! Yeniden şahlanacak inşaat sermayesi, ülkenin büyüme rakamlarını büyütecek. (Ne yazık ki iki ayda sonuç alamayacaklar, tüh)

Depremi “tespit edemeyen” İHA’lar, depremi “etkisiz hale getiremeyen SİHA’lar teşhire çıktığında gündeme gelecek soru “depremzedelere harcanmayan para” olacaktır. Benzer soru Varank’ın “Ay’ı delecek roketi” için de geçerli. Elde kala kala sadece TOGG kaldı. O da muhalefetin oyuncağı olmaya aday. Yerli diye sunulan otomobilin “tasarımı İtalyan, motoru Alman, bataryası Çin, şasesi İngiliz”. Muhalefetin “tasarımını da motorunu da bataryasını da şasesini de “yerli yapacağız” demesi kafi olur.

Depremin AKP seçmeni için de gösterdiği asıl gerçek ise 20 yıllık iktidarın bu konuda ne kadar hazırlıksız, yetersiz olduğu ve beceriksiz kadrolarla donatıldığıdır. Ve bu gerçek, şimdi AKP kitlesi içerisinde de “kulaktan kulağa” yayılıyor. Oysa AKP, şimdiye kadar kendi kitlesini tüm olumsuz haber kaynaklarından yalıtmayı başarmıştı. Onlar sadece AKP yanlısı medyayı seyreder, Diyanet’in “hık deyicisi” imamları dinler ve Erdoğan’ın dediklerini tekrar ederlerdi. Oysa şimdi Adıyamanlı, Urfalı, Maraşlı hemşeriler farklı gerçeklerin haberini yayıyorlar, kulaktan kulağa.

Tüm bu nedenlerle Saray, hızla “normal”e yani deprem gündeminden kurtulup iki ay önce bıraktığı gündeme dönme telaşında. Dışişleri bakanını yeniden görür olduk, TOGG’u kaç kişinin siparişlediğini sayar olduk falan. Ve özellikle Bahçeli üzerinden toplumsal kutuplaşmayı tekrar kaşımaya, gerginlik çıkarmaya ve şiddetin yeniden hortlaması için “meşruluk” yaratmaya çalışılıyor. (7)

Kısacası iktidarın korunması için; “eski oyun”a hızla geri dönmek, “güvenlik ve huzurun” geri kalan her şeyden daha önemli olduğu algısını yaratacak provokatif şiddeti (daha önceki seçim dönemlerinde olduğu gibi) yeniden canlandırmak ve yeni seçim yasası ile değiştireceği sandık başkanlarının el çabukluğuna bel bağlanması gerekecek.

Aslında bu başlıklar da muhalefetin neye önlem alması gerektiğini işaret ediyor: seçim gündemi, deprem gündemidir. Seçimde oylanacak olan; AFAD’tır, AKP’nin çıkardığı imar affı yasalarıdır, müteahhit kafalı devlet kadrolarıdır, halkın çığlığına kulak tıkayan ordudur.

Her şeyden önce Saray’ın kendisi “güvenlik ve huzur”un tehdididir.

Ve elbette sandığa odaklanmış altı çift gözün (pardon yedi çift) dikkatidir.

Ve bilinmelidir ki bu seçimi Erdoğan kazanırsa bu onun başarısı değil, muhalefetin başarısızlığı, pardon suçu olacaktır.

SANDIK SONUÇLARI YETERLİ OLUR MU?

Tamam, biliyoruz, Erdoğan seçimi kazanmak için her şeyi yapacak. Peki ya sonra? Hatta anketler “bu sefer yanılmadı” diyelim ve Kılıçdaroğlu yüzde 60’ın üzerinde oy aldı. Erdoğan bavullarını toplayıp, maiyetiyle birlikte Üsküdar’daki evine mi taşınacak? (O ev o kadar insanı barındırabilir mi?)

-Diyelim ki kabul etti. Aslında Erdoğan’ın son açıklaması ilginç elbette. Kabinedeki 17 bakanı milletvekili yapacakmış. Yenilgiyi şimdiden kabul mü etti yoksa?! Böylesi bir durum, bütün yol arkadaşlarına dokunulmazlık sağlama gayreti olduğu kadar Meclis’in yeniden etkili bir siyasi arenaya dönmesine yol açacaktır. Yani kavga çıkmasını istemeyen, hır gürsüz bir gelecek beklentisi olanlar bu veriye dayanarak Erdoğan’ın vukuatsız geri çekileceğini ve yeniden iktidar olmak için demokrasiye döneceğini “rahatlıkla” iddia edebilir. (Belki de Meclis’i dağıtmak için gönderilen atın içindeki Truvalı askerlerdir)

-Belki de Brezilya’da seçimi kaybedince görevi devir bile etmeden ABD’nin yolunu tutan Bolsonaro’nun izinden gider. Pensilvanya’ya komşu olmayacağı kesin ama o kadar para ile gidilecek bolca “demokrasi bekçisi” ülke bulunur.

-Ya Trump’ın yolu olursa? Üstelik Trump’ın sahip olmadığı bir kurum, burada avuç içinde. Yani YSK’nın seçim sonuçlarını resmileştirmemesi, yeniden seçim kararı vermesi (8) hatta seçimi şaibeli ilan etmesi Saray iktidarının bırakılmamasının hukuki dayanağı haline getirilebilir. İşte o zaman, Saray’ın inadı ile Saray’ı inadından vazgeçirme “inadı” arasında gerçek bir kavganın yaşanması kaçınılmaz olacaktır. (9) Güçlü olan değil, vazgeçen kaybedecektir. Muhalefet hazır mı?

Yazının başına dönersek,

Gerçekten neresinden baksak öyle mi?


1) Aslında Kılıçdaroğlu’na yakıştırılan sıfat, Adalet Yürüyüşünün Tuz Yürüyüşüne benzerliğinden dolayı Gandhi idi (biraz da fiziki benzerlik), ama sömürgecilik karşıtlığı uymuyor. Belki ırk ayrımcılığı (Kürt halkına olan) vurgusu Mandela’ya daha yakın yakınsallaştırılır.

Ancak yine de hatırlamak gerekir ki Kürt sorunu karşısında nice siyasetçiler, Demirel’den İnönü’ye, Mesut Yılmaz’dan “düz ovada siyasete çağıran” Mehmet Ağar’a nice söylemler icat etmişti.

2) HDP’nin ana aktörü olduğu Emek ve Özgürlük İttifakı’nın Kılıçdaroğlu’na doğrudan destek açıklamayıp sadece “aday çıkarmayacağını” açıklaması kuşkusuz Kürt halkının cumhurbaşkanlığı seçiminde “serbest bırakıldığı” şeklinde yorumlanabilir. Mithat Sancar, Halk TV’de katıldığı bir programda söylediği, “gözlerim içine bakın, ne dediğimi HDP seçmeni anlayacaktır” ifadesi yeterli olur mu! Ya da Selahattin Demirtaş’ın, “Gelişmelere göre belki böyle bir karar da alırlar ama şimdilik isim belirtmemeyi tercih ettiler” uyarısını dikkate alırlar mı? Seçim yaklaştıkça HDP’nin daha net tutum alması ya da Kılıçdaroğlu’nun Kürt halkına “birkaç adım daha” yaklaşması mümkün.

3) Muhsin Yazıcıoğlu'nun eşi posta koyar. Kendisi deprem bölgesinde “sarı çizmeli Mustafa ağa” olarak gezerken, yanındaki çocuğun çıplak ayaklarını umursamaz.

4) Bu desteklerin kamuoyuna duyurulması “ilginç” elbette. Özellikle HüdaPar’ın bilinen açıklama ve icraatlarından dolayı gerek Cumhur içinde (MHP’lilerde) gerekse de Cumhur’un yumuşak dokusunda rahatsızlık yarattığı ortada. Hizbullah’a 2-5 vekil “çaktırılmadan” verilebilir, karşılığında da “tek taraflı destek” açıklaması alınabilirdi. Aleni hale getirilmesi, oy artımı beklentisinden daha ziyade, seçim sürecinde ve sonrasındaki “siyasal işlev” beklentisi ile açıklanabilir. (Umursamaz görünse de Kürt Hareketi bu gelişmeyi umursayacaktır.)

5) Mizahın kıvrak zekasına ve “özlü” anlatım yeteneğine şapka çıkarmak zorunlu. Metin Akpınar’ın Akşener için söylediği ve “mantığa uymayan” her durum için kullanılabilir bir ifade mevcut; "Rüzgarsız havada fırıldak dönüyorsa mutlaka bir üfleyeni vardır”.

6) Erdoğan’ın bir miladı (başlangıcı) varsa o da 1994 İstanbul BB seçimidir. O seçimde Erdoğan yüzde 25 oy alarak seçildi. SHP’de Zülfü Livaneli yüzde 20, Ecevit’in DSP’sinden Necdet Özkan yüzde 12, Baykal’ın CHP’sinden Ertuğrul Günay yüzde 1,4 oy almıştı. Şimdiki CHP’li İlhan Kesici de ANAP ile yüzde 22 oy olarak ikinci olmuştu. Toplamaya zahmet etmeyin; şimdiki saflaşma ile 25’e karşı 55,4.

7) Beşiktaş taraftarlığını bırakmakla yetinmedi, jet hızıyla Karagümrük tribününde yerini aldı. (Nuriş’i siz de hatırladınız mı?) Amedspor’a düşmanlığı yüceltmesi ise sporun evrensel değerlerine ne kadar inandığının göstergesi.

8) Seçimin iptali birinci turun yeniden yapılması anlamına gelir. Bu tür bir yeniden seçim İstanbul’da yapıldı. Her “olumsuz” deneyimden de bir “ne yapılmaması” deneyimi çıkar.

9) İç savaş mı? Yok canım, bu ülkede iç savaş mı çıkar! Bizim başımıza gelmez.