Kılıçdaroğlu’nun fantezileri, CHP tarihi ve gerçekler-I: 12 Mart’la Hesaplaşan CHP

Ecevit ve CHP, bir yandan 12 Mart ile açıktan hesaplaşan bir yandan da sol muhalefet izleyen görünümle girdiği 14 Ekim 1973’teki genel seçimlerde yüzde 33.3 oy oranıyla birinci parti olmuştur.

Google Haberlere Abone ol

Özay Göztepe*

Bir seçim daha CHP’nin yarattığı hayal kırıklığı ile tamamlandı. Bunlar içinde en öne çıkanı (ve en moral bozucu olanı) hiç kuşkusuz sandık güvenliğiydi. Yıllardır her seçimde “gidip oyunuzu kullanın, gerisini bize bırakın” diyerek seçmenleri motive eden, ama bu seçimlerin hepsinde de sandığa sahip çık(a)mayan CHP, yine aynı hikâyeyi yaşattı. On yılı aşkın bir süredir halka, “bu seçimler çok kritik” dışında bir argüman sun(a)mayan CHP, bir siyasi partiden ziyade, “oraya giden kimse geri dönmedi” repliğinden ibaret olan kötü bir korku filmi figüranı gibi davranmaya devam ediyor.

İşgale karşı savaş yürütmüş, ardından da birçok devrime imza atmış olan 100 yıllık bir partinin, yıllardır “işgal kuvveti” pratiğiyle davranan bir iktidara karşı “sandığa bile sahip çıkamayacak” duruma düşmesinin birçok nedeni var elbette. Ben bunlardan bir tanesi, diğer nedenleri enlemesine kesen ana neden üzerinde duracağım. O da sağcılaşma. Ama önce metodolojik bir not düşmekte yarar var.

Herhangi bir önermenin bilimsel nitelik taşıyabilmesi için yanlışlanabilir olması gerekir. Örneğin “dünyadaki herkes aynı anda zıplarsa dünyanın ekseni kayar” iddiası, bir bilimsel önerme değildir. Çünkü 7 milyar kişiyi aynı anda zıplatamayacağımıza göre, bunu yanlışlama imkânı yoktur. Ancak “dünyadaki bütün kuğular beyazdır” önermesi, bir tane siyah kuğu bulunarak yanlışlanabilir; tüm beyaz kuğuları toplamaya gerek yoktur.

Bu yönüyle Kılıçdaroğlu ve CHP yönetiminin “iktidar olabilmek için sağcılarla işbirliği içinde olmalıyız” iddiasının bilimsel bir dayanağı olup olmadığına ve gerçeği yansıtıp yansıtmadığına bir bakalım.

Yukarıdan aşağıya, genel başkanından sade bir CHP üyesine kadar, mantığını, söylemini ve eylemini “sağcılardan oy almak için onlar gibi görünmek, onlarla işbirliği yapmak zorundayız” biçiminde şekillendiren bu politika setinin gerçeklikle bir ilgisi var mı acaba? Ya da şöyle ifade edelim, Kılıçdaroğlu ve ekibinin bu yönelimini Türkiye tarihinde doğrulayan bir dönem oldu mu?

Bu soruyu yanıtlayabilmek için en uygun dönem, hiç kuşkusuz, uzun yıllardır yüzde 25 bandını bir türlü aşamayan CHP’nin, önce yüzde 30’ları, sonra yüzde 40’ları aştığı 1970’li yıllardaki seçimler olsa gerek. O yüzden bu yazı dizisinin ilk ikisinde, Ecevit’in sol politik hattının 1973 ve 1977 yıllarındaki seçimlerdeki karşılıkları; son ikisinde de 1978’deki iktidarı döneminde dümeni sağa kırışının sonuçları incelenecektir.

1973 SEÇİMLERİ VE YÜKSELEN SOL

Bilindiği gibi 12 Mart 1971 askeri müdahalesinin amacı, dönemin devrimci gençlik örgütlerinde cisimleşen halk muhalefetini ve işçi sınıfı hareketini ezmekti. Ancak her ne kadar 12 Mart vahşeti bunu başarıyla gerçekleştirmiş olsa da kısa süre içinde toplumdaki sol muhalefet eğilimleri daha da güçlenerek geri döned. Bu toplumsal muhalefet eğilimi, 1969’da Bu Düzen Değişmelidir!, 1973’te Ak Günlere diyen yeni genel başkanı Bülent Ecevit’le yeni görünüm sağlayan CHP’ye yönelir. 12 Mart müdahalesinin CHP’ye kaşı yapıldığını iddia eden ve her fırsatta 12 Mart ile hesaplaşmanın altını çizen Ecevit CHP’si, 14 Ekim 1973’te yapılan seçimlerde birinci parti olarak çıkar.

• Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) : % 33.3
• Adalet Partisi (AP) : % 29.8
• Milli Selamet Partisi(MSP) : % 11.8
• Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) : % 3.4

CHP’nin 14 Ekim 1973’teki başarısı, yaygın olarak bilinmektedir. Onun kadar bilinmeyen, 9 Aralık 1973 seçimlerindeki başarısıdır. Genel seçimlerden iki ay kadar sonra yapılan yerel seçimlerde CHP, tüm il belediye başkanlıklarının yarısını (İstanbul, Ankara ve İzmir dahil) kazanır. En dikkat çeken başarısı ise Ankara’da gerçekleşmiştir. Yerel seçimlerde “ortanın solundaki CHP” Türkiye genelinde henüz yüzde 40’lara ulaşamamışken, “CHP’nin solundaki Vedat Dalokay”(1), yüzde 65.5 oy oranıyla belediye başkanı olur.

 • Vedat Ali Dalokay (CHP) : % 65.5
• Ekrem Celal Barlas (AP) : % 24.4
• Halil Sezai Erkut (Bğmsz) : % 5.9
• Mehmet Güven (MSP) : % 4.2

Peki bu seçimlerde Dalokay, herhangi bir sağ kesimle ittifak yapmış mıdır? Ya da sağ kesimden oy almak için çubuğu oraya doğru bükmüş müdür? Kesinlikle hayır. Tam tersine, mevcut düzene karşı duruşunu net olarak -şu cümlelerle- ortaya koyan birisidir:

Kent düzenin aynasıdır. Sosyo-ekonomik yapının mekâna ve insanlara yansımasıdır. Bu bozuk düzenin bu kentinde kargaşa, öfke ve suç üretilir. Belediyelerin ve sağlıklı kentler yaratmanın yasalarını getirmeyi bir kenara bırakıp DGM’leri getirmek kentlere barışı değil faşizmi, baskıyı ve sefaleti getirmektir."(2)

“Şununla görünmeyelim, bununla yan yana gelmeyelim, şu önergeyi destekleyelim” diyerek siyasi alanı kıraathane dedikodusu hassasiyetine çeviren, hak mücadelesi yürütenlere yönelik polis şiddetine (Boğaziçi Üniversitesi eylemleri gibi) bazen çanak tutan, cihatçı korumasına dönük her sınır ötesi operasyonu destekleyen bugünkü CHP yönetiminin aksine Dalokay, beş ETA üyesini idam etmesi yüzünden İspanya’nın Türkiye elçiliğine dönük kamu hizmetlerini engeller. Yedi gün boyunca elçiliğin suyunu, gazını, elektriğini keser; çöplerinin toplanmasını durdurur. Bu yüzden 2 yıldan 8 yıla kadar hapis cezasıyla yargılandığı Devlet Güvenlik Mahkemesi’ndeki (DGM) davada ise “Benim davranışım bir şairin, bir bestecinin, bir ressamın davranışı gibidir. Baş koparıp atmadık. Nihayet suyunu kestik!” diyerek eylemine sahip çıkar.

Dalokay, ayrıca -yine emeğin haklarını veya barışı savunduğu için çalışanlarını işten çıkaran veya sürgün eden CHP’nin mevcut birçok belediye başkanının aksine- bir emekçi dostudur. Temmuz 1975’te ücretleri için direnişe geçen belediye işçileri gibi o da 1.Milliyetçi Cephe Hükümeti’nin (1.MC) kısıtlamalarına, baskılarına ve ayrımcılıklarına karşı direnişe geçer; işçilerinin hemen ardından yorganını, pijamasını ve terliklerini alarak üç gün açlık grevi yapar. 1976’da da -55 gündür ücretlerini alamayan- işçilerin greve gitmesi üzerine “Kimsenin aç işçiden tokların çöplerini toplamasını istemeye hakkı yoktur.” diyerek işçilere destek olur. İşçilerin direnişine sahip çıkması yüzünden dönemin İçişleri Bakanı Oğuzhan Asiltürk tarafından görevden alınmasına rağmen, Dalokay, hiçbir zaman geri adım atmaz. Bu duruşu nedeniyle Uğur Mumcu, 1991 yılında geçirdiği bir trafik kazasında hayatını kaybeden Dalokay’ı şu sözlerle anar: “Deniz Gezmişin mezarından aldığı bir avuç toprağı Nazımın mezarına serpmişti.”

ECEVİT’İN ELİNDE PATLAYAN PLANI VE MİLLİYETÇİ CEPHE (MC) TERÖRÜ

CHP’nin MSP ile 26 Ocak 1974’te kurduğu hükümet, 18 Eylül 1974’te biter. CHP, hükümet ortağı MSP ile de birçok konuda sorun yaşamaktadır. Kıbrıs müdahalesiyle kamuoyu desteğini arkasında bulan CHP genel başkanı Bülent Ecevit, MSP yükünden kurtulmak için erken seçime gitmek ve tek başına iktidar olmak ister. Ancak Ecevit’in planları tutmaz. İktidarı kendi elleriyle sağcılara teslim eder. 134 gün (17 Kasım 1974-31 Mart 1975) görev yapan Sadi Irmak hükümetinden sonra 31 Mart 1975 tarihinde Süleyman Demirel’in başbakanlığında Milliyetçi Cephe (MC) Hükümeti (Adalet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi, Milli Selamet Partisi ve Cumhuriyetçi Güven Partisi) kurulur.

Cumhuriyet Gazetesi, 1 Şubat 1975 

"MC’nin kurulmasıyla birlikte faşist terör, hem artar hem de tüm ülkeye yayılır. 1974’te siyasal saldırı ve çatışmalar sadece 6 ilde görülürken bu sayı MC'den sonra 23’e çıkar."(2)

"MC'nin kuruluşuna kadar geçen dönemdeki siyasal olaylarda, 10 sol görüşlü kişi ve bir çocuk faşistler tarafından öldürülmesine karşılık, tek bir sağcı bile öldürülmemiştir."(3)

MC’nin kuruluşuyla birlikte MHP’lilerin saldırılar artarak yaygınlaşırken, kuşatma altındaki halk da devrimcilerin öncülüğünde kendini korumaya, özsavunma hakkını kullanmaya başlar. 

"1974 yılından 1975'in sonuna kadar geçen 2 yıllık sürede Türkiye'de meydana gelen olaylarda toplam olarak 58 kişi ölmüştür. Gazete ve dergi arşivlerine ve resmi yayınlara göre, bunlardan 28'i sol, 6'sı sağ görüşlüdür. Sol görüşlülerden 25'i faşistler tarafından öldürülmüştür ve katillerin hemen hiçbiri yakalanmamıştır. Ölen sağ görüşlülerden Mehmet Aytekin Diyarbakır'da polisin açtığı ateş sonucunda; Ekrem Söğüt ise, İstanbul'da Ülkü Ocaklı arkadaşı Yusuf Yaman tarafından vurularak öldürülmüştür. Diğer 4 sağ görüşlü öğrenci ise faşistlerin başlattığı silahlı saldırılar sonucu çıkan çatışmalarda ölmüşlerdir."(4)

Hem olayların başlangıç döneminde hem de ilerleyen aylarda/yıllarda, bir “sağ-sol çatışması” yoktur. Devrimci gençlere, aydınlara, Alevilere; nihayetinde bir bütün olarak halka dönük ülkücü saldırılar ve bu saldırılara karşı direnme mecburiyeti söz konusudur.

Artan saldırılara karşı Ecevit, ülkede can güvenliğinin kalmadığını (19 Mayıs 1975), MC Hükümetinin eli kanlı SS birliklerini hortlatmaya çalıştığını (8 Haziran 1975), bu saldırılara rağmen Türkiye’nin faşist olmayacağını (29 Haziran 1975) vurgulayarak; sorunu ve aktörü doğru bir şekilde tespit eder.

Cumhuriyet Gazetesi Mayıs-Haziran 1975

 Zaten başka bir tespit yapmak da mümkün değildir; çünkü saldırıların hedefindeki kesimlerden biri de CHP olmuştur. İşte 1.MC döneminde CHP’ye yönelik saldırılardan bazı gazete haberleri şöyledir.

Cumhuriyet Gazetesi, 22 Haziran 1975 (solda)  5 Eylül 1975 (sağda) 
Cumhuriyet Gazetesi, 13 Ağustos 1975
Cumhuriyet Gazetesi, 10 Eylül 1975 (sol üstte), 12 Ekim 1975 (sol altta), 19 Eylül 1975 (sağda) 
Cumhuriyet Gazeteci 26 Eylül 1975 (solda), 25 Eylül 1975 (sağda).

*

Görüldüğü gibi Ecevit ve CHP, bir yandan 12 Mart ile açıktan hesaplaşan bir yandan da sol muhalefet izleyen görünümle girdiği 14 Ekim 1973’teki genel seçimlerde yüzde 33.3 oy oranıyla birinci parti olmuştur. Bundan iki ay sonra, 9 Aralık 1973’te yapılan yerel seçimlerde ise oy oranını daha da artırarak yine birinci olmuştur. Bu seçimlerin en dikkat çekici yanı ise CHP’nin çok daha solunda olan, toplumcu, halkçı Vedat Dalokay’ın  yüzde 65.5 gibi çok yüksek bir oranla Ankara’nın belediye başkanı seçilmesidir. Bu iki örnek, CHP’nin sağcılaşarak değil, solculaşarak daha geniş kesimlere ulaşabildiğinin somut göstergeleridir. Bu iddia, 1977 yılı seçimlerinde bir kez daha -ve çok daha güçlü- doğrulanacaktır.

*Kamu Yönetimi doktoru

NOT:

(1) Kitabı için bkz: Vedat Dalokay, Yelkenimizdeki Rüzgarı Çaldılar! Yılmadık, İstanbul: Çağlar Matbaası, 2003.

(2) 12 Eylül ve Türkiye Gerçeği, (Der: Oğuzhan Müftüoğlu), İstanbul: Bireşim Yayınları, 2000, s. 133

(3) age syf.127. 

(4) age syf.138-139