Kılıçdaroğlu’nun sırtındaki hançer
Henüz olasılıkları tartışmak için çok erken. Ama Kılıçdaroğlu’nun adımları Alevi ve Kürtlerin politik taleplerini yüksek sesle dile getirecek yeni bir muhalif merkez inşasının başladığını gösteriyor.
Kılıçdaroğlu’nun son açıklamaları CHP’de kapanmamış bir hesap olduğunu gösteriyor. Muhalif kamuoyu daha düne kadar İmamoğlu mu, Yavaş mı, muhalefetin adayı ileride kim olacak tartışması yapıyordu. Ama Kılıçdaroğlu’nun yükselen sesi geçmişin hiç de geçmişte kalmadığına, parti yönetiminin oyun planında ciddi bir boşluk olduğuna işaret ediyor.
Eski genel başkan üzerinden siyasal psikolojik bir değerlendirme yaparak tartışmayı açmak yerinde olur. Kılıçdaroğlu’nun öfkeli olduğu açıkça ortada. Sesi, seçtiği kelimeler ve beden dili öfkeyi yansıtıyor. Sırtından hançerlendiğine dair metaforik anlatım ise bahsi geçen duygu yoğunluğunun geldiği düzeyi yansıtıyor. Kısaca bize şunu diyor Kılıçdaroğlu: “Başarısız değilim ben. Sadece ihanete uğradım”. İhanet, tıpkı onu simgeleyen hançer gibi çok ağır bir kelime. Hiçbir zaman açıkça isim söylenmedi. Yine de Kılıçdaroğlu’nu kim hançerledi sorusunun muhtemel yanıtları onu kurultayda yenilgiye uğratan İmamoğlu ve Özel ikilisi. Bu tahminde bulunmak için kahin olmaya gerek yok. Bu arada ihanet siyasetin odağını başarıdan ahlaka çeken bir kavram. İmamoğlu’nun İstanbul ana kent özelinde ciddi bir seçim başarısı var. Ayrıca Özel de 31 Mart’ta başında olduğu partiyi liderliğe oturttu. AKP’yi sandıkta yenilgiye uğratan bir CHP var karşımızda. Kılıçdaroğlu’nun düşünmemizi isteği tablo ise başka. İnsanlara hain dediğinizde onları sözüne güvenilmez, hesapçı ve kötü bir insan olarak görüyorsunuz demektir. Bu bakış açısı siyasette ne kadar karşılık bulur bilemem. Yine de Kılıçdaroğlu’nun parti içindeki rakiplerini kötü ve ahlaksız insanlar olarak değerlendiren düşünme tarzının bu yorumların muhatabı olan kişiler aleyhine bir hava yaratacağı açık. Çünkü başarılı olmakla iyi olmak birbirine özdeş şeyler değil. Başarılı ama aynı zamanda yalancı, kaba ve kötü biriyseniz yaptığınız siyasetin erdemli olmasına imkan yok.
Kılıçdaroğlu’nun kendisini başarısız saymayan değerlendirme tarzının olgularla bağdaşmadığını ise hepimiz biliyoruz. Karşımızda 2011’den beri sürekli bir şekilde seçim kaybeden eski bir lider var. Kendisi bakımından şaşırtıcı olan ise ilk defa bedel ödüyor olması. Parti içi siyaset, özellikle liderle alt kadrolar arasındaki ilişkiler bağlamında son derece şahsileşmiş durumda. Liderler kendilerine itiraz eden kimse olmadığı için başlarında bulundukları partiyi kendi mülkleri gibi görüyor. Bu şartlar nedeniyle Kılıçdaroğlu ihtimal ki şunu düşünüyor: “6’lı Masa'yı ben kurdum. Sağ muhalefeti CHP’yle işbirliği yapmaya ben ikna ettim. İmamoğlu ve Yavaş’ı parti örgütünden itiraz gelmesine rağmen ben aday yaptım. Özgür Özel Manisa’da ön seçim kazanamayan yerel bir siyasetçiydi. Onu ben milletvekili ve ardından da grup başkanvekili yaptım. Bu kişiler her şeylerini bana borçlu”. Kılıçdaroğlu’na başarısız diyen birçok kişinin onunla birlikte yükseldiği, başta Özgür Özel olmak üzere CHP elitlerinin büyük bir kısmının her şeylerini Kılıçdaroğlu’na borçlu olduğu doğru. Ayrıca bugün seçim kaybetti diye Kılıçdaroğlu’nu tarihin çöplüğüne gönderenler son 10 yılda farklı şekilde davrandılar. Kılıçdaroğlu seçim kaybediyor olmasına rağmen partisinin başında kalmaya devam etti. Tüm bunlar da doğru. Yine de partiler liderlerin mülkü değiller. İsmet İnönü karşısında Bülent Ecevit’e destek veren kesimler ihanet içinde miydi? Sanmıyorum. Siyasetin kişiselleşmesi liderleri yanlış bir psikolojiye sürüklüyor.
Tabii Kılıçdaroğlu’nun tekrar yaktığı parti içi muhalefet ateşinin kişisel olmayan bir yanı da var. Genelde bu konu yeterince tartışılmıyor. Kılıçdaroğlu önce yumuşama sürecine tavır koydu. AKP’yle müzakere edilmez, mücadele edilir argümanı atılan ilk işaret fişeğiydi. Yeni CHP’nin erken seçim istemek yerine normalleşmeden yana tavır koyması pek çok kesimi rahatsız etti. Tabii liderliği döneminde partiyi sağa yaklaştırdığı ve sürekli bir şekilde sağ partilerle işbirliği yaparak muhafazakar-milliyetçi hegemonyayı pekiştirdiği suçlamasına muhatap olan Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’la görüşen Özel’e tavır koyması kendisi açısından manidardır. Ancak bu durum yeni CHP yönetiminin kendi iç tutarsızlıklarını görmemize engel değil. 1 Mayıs’ta Taksim’e yürüyemeyen Özel 2 Mayıs’ta Erdoğan’la el sıkışıp poz verdi. CHP liderliği hem mevcut anayasaya uyulmadığını söylüyor hem de yeni anayasa görüşmelerine kesin bir şekilde kapıyı kapatmıyor.
Bu süreçte Kılıçdaroğlu’nun ikinci hamlesi geldi. Sert konuşmasından bir gün sonra Selahattin Demirtaş’a gitti eski CHP lideri. Demirtaş’ın serbest olmasının barış ortamı için elzem olacağına dair bir açıklama yaptı ayrıca cezaevi çıkışında. Kılıçdaroğlu’nun Demirtaş ziyareti önemlidir. Bu tavır yeni CHP yönetimini de adım atmak zorunda bıraktı. Özel de Demirtaş’ı ziyaret edecek. Ayrıca gerekçeleri farklı olsa da Kılıçdaroğlu ile Demirtaş arasında ait oldukları camiadaki konumları nedeniyle bir benzerlik var. Demirtaş’ın mevcut DEM yönetiminin yürüttüğü siyasete canı gönülden destek vermediği bilinen bir gerçek. Kılıçdaroğlu ise bir zamanlar başında bulunduğu partinin parti içi muhalefet lideri olmak üzere. Henüz olasılıkları tartışmak için çok erken. Ama Kılıçdaroğlu’nun adımları Alevi ve Kürtlerin politik taleplerini yüksek sesle dile getirecek yeni bir muhalif merkez inşasının başladığını gösteriyor.
*Artvin Çoruh Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü.