Kilim milim, iklim miklim

İnsan uygarlığı belirli bir iklim istikrarı üzerine kuruldu. Bu istikrar temelinden bozuluyor. Dolayısıyla kartlar yeniden dağıtılıyor ve ezilenler, yoksullar, yoksunların çilesi katlanarak büyüyor.

Google Haberlere Abone ol

Barış Doğru*

Türkçe enteresan bir dil. Bir şeyi küçümsemek, hafife almak için ilginç kelime oyunlarıyla dolu. İlk kez gençliğimde sol çevrelerde, 1980 sonrası dönemde duymuştum. Çevre veya kadın gibi yeni sorun ve tartışma alanlarını gündeme getirmeye çalışanlara bazı solcular şöyle diyordu: Ya “çevre mevre sorunlarıyla gündemi değiştirmeyin”. Aynısının bir de “kadın madın” versiyonu var. Feminist ve ekoloji hareketlerinin sık duyduğu hafifsemelerdi bunlar…

Sonra zaman geçti, bu sorunları ele alanlar solun içinde de dışında da mevzuların bu kadar hafife alınacak konular olmadığını bir şekilde gösterdiler. Hala belki dudak bükenler vardır ama sanırım kimse açık açık bunu söyleyemez.

Bu satırları, Mısır’ın Şarm El-Şeyh kentinde düzenlenen Birleşmiş milletler İklim Zirvesi’nden (COP27) yazıyorum. Burada dünyanın dört bir yanından gelmiş binlerce ülke delegesi, sivil toplum temsilcisi, uzman, akademisyen ve aktivist büyük bir çeşitlilik ve renklilikle bir şeyler yapmaya çalışıyor. Afrika’da düzenlenmesi nedeniyle, en az gelişmiş, azgelişmiş, gelişmekte olan ya da iklim jargonuyla “iklim değişikliğine karşı en kırılgan” ülkelerden gelenler çoğunlukta (hem ulaşım ve erişim kolaylığı hem de genel atmosfer nedeniyle bu mümkün oldu). Bu nedenle, zirvenin bir “Afrika COP’u” olması ve gelişmiş ülkelerin iklim krizindeki sorumluluklarını yerine getirmesi; en az gelişmiş, kırılgan ülkelerin “kayıp ve hasarlarının” tazmini konusunun resmi gündeme girmesi için uğraş veriliyor. Ve bu zirvenin başlangıcında kabul edildi.

Yeni gelişen küresel hareketlerin önemli bir parçası olan yazar ve aktivist Naomi Klein’ın “İşte Bu Herşeyi Değiştirir” kitabının girişinde beni çarpan bir kişisel hikâyesi vardı. Dünyadaki devasa eşitsizliğin yok edilmesi ve küresel bir adaletin sağlanması için uğraşıp duran Klein, yine bir etkinliğe gitmek için bindiği uçağın tekerleklerinin aşırı sıcaktan piste yapışması nedeniyle yaşadığı gecikmeyle birlikte bir aydınlanma yaşamış. Bunun sadece “çevre mevre” veya “iklim miklim” sorunu olmadığını, aslında yaşadığımız dünyanın adaletsizliğiyle doğrudan bağlantılı bir yeni durum olduğunu, dolayısıyla “her şeyi değiştiren bir başka” gelişmeyle karşı karşıya olduğunu düşünmeye başlayan Klein, bu kadar göz önündeki bir gerçeklik konusunda neden bu kadar ilgisiz ve bilgisiz olduğunu sorgulamaya başladığını anlatıyor kitabının girişinde.

YA BİR İKLİM SORUNUMUZ KALDI ZATEN…

Gerçekten de biraz acayip, biraz marazi bir ilgisizlik var tüm dünyayı ve hatta gelecek nesilleri etkileyecek iklim krizi konusunda. Dünyanın belirli bölgelerinde konuya olan ilgi, alaka ve bilginin arttığını görüyoruz ama Türkiye özelinde iklim krizi, etkisiyle ters orantılı bir şekilde az konuşuluyor. İşin daha tuhafı iklimhaber.org ve KONDA’nın dört yıldır birlikte hazırladığı “Türkiye İklim Değişikliği Algısı” araştırmaları, Türkiye nüfusunun yaklaşık dörtte üçünün iklim değişikliğinden haberdar ve bu konuda “endişeli” ve “çok endişeli” olduğunu ortaya koyuyor. Yani halkın büyük bir bölümü iklim krizini genel anlamda biliyor, varlığını kabul ediyor, etkilerini yaşadığını söylüyor ve endişe ediyor ancak konu ne siyasi parti ve gruplarda, ne de -artık ne kadar kaldıysa- anaakım basında yer bulabiliyor.

Birçok kişinin yanıtlarını duyabiliyorum: Senin derdini e mi… Ülkede yoksulluk var, eşitsizlik var; adalet yok, özgürlük çok uzaklarda, hukuksuzluk diz boyu. Sen neden bahsediyorsun…

Tam da bu yüzden bu konudan bahsettiğimi söylesem. Dünyadaki tüm sorunların iklim krizinden kaynaklandığını söylemiyorum elbette büyük bir safdillikle ancak dünyayı daha yaşanmaz, daha otoriter, daha yoksul, daha eşitsiz kılmakta iklim krizinin ve onun temel nedeni olan fosil yakıtların olduğunu da rahatça ifade edebilirim. İklim krizini doğru düzgün ele almak için elimizde gayet iyi bir yaklaşım seti bulunuyor ve buna kısaca “İklim Adaleti” diyoruz. Yani iklim krizinin temel müsebbipleri ile kurbanları arasında korkunç büyük bir adaletsizlik söz konusu. Yapılan tüm araştırmalar gösteriyor ki, iklim krizine neden olan karbondioksit emisyonlarını en çok yayanlar, sonuçlarından en az etkilenenler. Tam tersi de elbette doğru. En az emisyon yayanlar, en çok etkilenenler. İşin daha ilginç yanı, bunun bölgesel, ulusal, sınıfsal, toplumsal cinsiyet düzeylerinde bire bir işlemesi. Yani ABD ve gelişmiş Batı ülkeleri tarihsel en çok emisyon üreten ülkeler ve iklim değişikliğinin sonuçlarından da daha az etkileniyorlar. Neredeyse hiç emisyon yaymamış, fosil yakıt görmemiş küçük ada devletleri, yoksul Afrika ülkeleri ise fırtınalardan, susuzluğa, deniz seviyesinin yükselmesinden, biyolojik çeşitlilik kaybına, aşırı sıcak hava dalgalarına kadar bir dizi felaketle karşıya.

KUZEYİN VE GÜNEYİN CEPLERİNE BAKMAK

Ancak konuyu uluslar düzeyinde ele almak da bizi yanıltabilir. Ülkelerin içlerine, Küresel Kuzey ve Güney’in ceplerine girdiğimizde konu başka bir hal alıyor çünkü yoksul bir siyah Amerikalı ya da yoksul bir Amerikalı beyaz işçi ile kalburüstü bir Amerikalı arasındaki emisyon farkı 100 katı aşıyor. Aynı şekilde, Türkiyeli bir yoksulla Amerikalı bir yoksul arasında büyük bir emisyon farkı yok. Ama Türkiye içindeki gelir farklılıklarına baktığımızda oran yine onlarca kata çıkıyor. Yani bu işin bir de sınıfsal tarafı var.

Hatta işin de bir toplumsal cinsiyet tarafı var. OXFAM’ın düzenli yaptığı araştırmalar ortalamaya vurunca erkeklerin kadınlardan kat kat fazla emisyon yaydığını gösteriyor. Aynı şekilde, yoksullar, kadınlar, renkli halklar, her koşulda iklim felaketlerinden daha fazla etkileniyor. Yaşlılar, engelliler tüm taşkınlarda, self felaketlerinde, sıcak hava dalgalarında birincil kurbanlar…

İklim krizi ile artan enflasyon, gıda ve enerji fiyatlarını anlatmak sanırım gereksiz. Aynı şekilde gıda ve enerji fiyatlarının yükselişinin de kimleri büyük bir sıkıntıya, darboğaza soktuğu da. Dünyanın zenginleri için gıda, enerji ve dolayısıyla tüm mal ve hizmetlerin fiyatlarının artışı, acaba toplam aile bütçelerini ne kadar etkiliyor?

Sadede gelirsek, iklim krizi, öyle iklim miklim diye geçiştirilecek, hafifsenecek, “ya tabii çok önemli ama bizim başka sorunlarımız var” denecek bir sorun değil. Tam tersine, yaşadığımız her eşitsizliği çarpan etkisiyle artıran, yoksunluğu kurumsallaştıran bir temel değişken. İnsan uygarlığı belirli bir iklim istikrarı üzerine kuruldu. Bu istikrar şimdi temelinden bozuluyor. Dolayısıyla kartlar yeniden dağıtılıyor ve ezilenler, yoksullar, yoksunların çilesi katlanarak büyüyor. Yani herşeyi değiştiren bu temel değişkeni, bir “çevre mevre” konusundan çıkarıp, gündelik hayatımıza, politik bakış açımıza, dünyayı görme biçimimize, olayları kavrama yöntemlerimizin tam göbeğine yerleştirmemiz gerekiyor. Dünyayı değiştirmenin temel yollarından biri dünyayı anlamaksa, bugün iklim krizini anlamak, kavramak, hissetmek, onu değiştirmenin artık temel koşullarından biri. Bunun için de ilk önce kendi bakış açımızı değiştirmemiz gerekiyor sanırım…

*ekoiq.com ve iklimhaber.org Yayın Yönetmeni