Kilisedeki asker kaçağı
Bir heykel nasıl iltica eder? Bir din adamı neden bir Kaçak Asker heykelini sahiplenir? Ülkemizin usta büyük sanatçısı Mehmet Aksoy’un Almanya Potsdam’daki Meçhul Kaçak Asker heykelinin serüvenlerini ve bildirisini konuşuyoruz!
“Böyle ölmeyeceğiz.
Dizbağı çözülmüş dillere gömülmeyeceğiz, ...”
Bu dizeler 12 Eylül askeri diktatörlüğünün Türkiye halklarını yerlerde sürüklediği zamanlarda yazıldı. Türkiye’nin ordusu kendi halkına silah çekti ve böğrümüzdeydi süngü uçları...
***
Hitler faşizmine karşı direniş cephelerinden biri de askerliği reddetmekti. “Senin askerin olmayacağız!” ya da “Savaşa gidip insan öldürmeyeceğiz!” diyordu binlerce genç insan. Bunu demeye gücü yetmeyen genç Alman insanları da firar ediyor ve savaşa karşı örgütleniyordu.
“Böyle ölmeyeceğiz” diyordu o genç insanlar “Dizbağı çözülmüş dillere gömülmeyeceğiz, ...”
Türkiye’de bu olmadı.
***
Türkiye ordusunun emrinde polisin ve özel askerlerin sistematik olarak yaptığı işkencelere dayanabilenlerimiz dayandı. Binlerce insan sakat kaldı. Binlercesi öldürüldü...
Fakat bunları yapan ordu hak ettiği gibi karşılanmadı.
Örneğin sonraki asıl işi kendi Kürt’üne saldırmak, köy yakmak, öldürmek olan 12 Eylül cuntacılarına karşı toplu firarlar, örgütleyen genç insanlar çıksaydı fena mı olurdu?
Olmadı.
***
Bizim ülkemizim büyük heykeltıraşlarından Mehmet Aksoy, dünyada örgütlenmiş evet örgütlü Asker kaçaklığına sahne olan ülkelerden birinde, Almanya’da, tam yukarıda hayal edip tarif için uğraştığım eylemlerin heykelini yaptı.
Meçhul Asker Kaçağı, (1989).
***
Dünya “Meçhul Asker” anıtlarıyla doludur. Bu “Meçhul Asker” anıtlarının kimi bizi kedere boğuyor, kimi milliyetçi duyguları okşuyor, kimi de siyasal düşüncelerimizin tarihteki rolünü anımsatıyor.
Aksoy, bu askerlerin yaşayanlarına firar etmeyi de öneren barış taraftarlığını sanatıyla söylüyor...
***
Meçhul Asker anıtlarının hepsinin arkasındaki ortak en büyük gerçek şudur:
Yoksullar zenginler için, zenginler adına birbirleriyle savaşmayı kabul etmiştir.
Öldürüp ölmüştür... Ve şimdi adı bu anıtlardadır...
Meçhul Asker anıtları sadece bunu demez; onların varlık nedenlerinden biri de, ‘Bu savaşlar yeniden olacak ve siz de bu şerefli anıtlara adınızı yazdıracaksınız’ demektir.
***
Peki bir Asker Kaçağı, bir firari anıtı dünyaya ne söyler?
Her şeyden önce, bir başka halkı öldürmek için savaşa sürüklenen ve buna boyun eğen ruhlardan, bedenlerden daha çoğunu söyler. Ufku geniştir... Askerliğe (=Savaşa) Hayır, diyebilen insanlar, sadece bir boğazlaşmaya “Hayır” demiş olmuyor. Sevmeyi, halklar arası tanışmayı, halkların birbirini anlamasının olanaklarını da sezdirmiş, söylemiş, bunlara katkı sağlamış oluyor...
***
1989’da Almanya’ya hükümet eden Hıristiyan Demokratlar da heykel yapıldıktan sonra, az önce dediklerimi “derinden anlamış” olmalılar ki, vaat edilmesine karşın yapıtın o günkü başkent Bonn’un meydanına dikilmesini engellediler.
***
Mehmet Aksoy usta heykelin yapılış sürecini şöyle anlatıyor:
“1 Eylül 1939’dan, yani Hitler’in ordularının Polonya’ya girip II. Dünya Savaşı’nı başlatmasından elli sene sonra, 1989’da savaşın başladığı bu 1 Eylül, Dünya Barış Günü kabul edildi. Alman Barış İnisiyatifleri de ülkenin o zamanki başkenti Bonn’a yerleştirilmek için bir asker kaçağı heykeli için yarışma açtı.
Yarışmayı ben kazandım.
Heykel bitti ama hükümet çevreleri, ‘Bu, Alman askerini aşağılayan mesajlar taşıyor. Başkent meydanına konamaz’ dedi ve heykel elimizde kaldı.”
***
Peki sanatçının mesajı nedir?
Aksoy’un eseri ne söylüyor ki Alman hükümeti ve ardından mahkemeleri heykelin, eski adı Hitler Meydanı yeni adı Barış Meydanı olan ve altında bir atom sığınağı bulunan bu alana yerleştirilmesini istemedi?
***
Bu eser halkı askerlikten soğutmayı da söylüyor mu? Bence evet!
Eser, genç insanları, orduların nobran yaşamına karşı firara özendiriyor mu?
Neden olmasın?
Askerden firar etmeyi kutsayan bu yapıt, orduların “emre itaatsizlik” dediği kurallar, yasalar silsilesini halk nezdinde itibarsızlaştırır mı?
Sanırım bunu, ziyadesiyle arzu ediyor.
***
Ana iki duvar ya da kütlesel kıskaç var heykelde. Bir tarafı gelenekler, bizi savaşa sürükleyen söylemler: Örneğin Şeref, Haysiyet, Şehitlik, Vatan Sevgisi, Namus ya da başka toprakların yağmalanmasının getireceği “refah,” temiz ve saf ırkın düşmanlarını yok etmek ve elbette askerlik yasaları vs.… vs...
Mermer kütlenin diğer yarısı savaş meydanıdır. Öldürmekle ölmek arasında seçime zorlanan insanların oluşturduğu, kütlesel insan zindanı...
***
Toplumlara egemen olan sosyal sınıfların yarattığı ve birbirini besleyen iki alanı parçalamış Aksoy. Mermer kütlesinde bir insan boşluğu açmış. Bu boşluk, insanın “Hayır” diyebileceği anların, zamanların temsilcisi, hareket alanıdır.
İnsanın, “Hayır. Başka insanları öldürmek istemiyorum” ya da “Hayır. Böyle ölmek istemiyorum” diyebileceği ve kendi kararını seçebilme gücünü sınadığı bir özgürlük alanı...
Gelenekler, yasalar ve savaş meydanı arasında bir insan silueti süzülüyor, bir iz...
Firar etmiş...
***
Aksoy, bize aslında firarı değil, olayın gerçekleşmiş halini, bir kaçmanın izlerini ve bu serüvenin mekanını gösteriyor. Biz, kaskatı bir kaya kütlesinde yaratılmış o özgürlük boşluğunda insanın izini görüyoruz...
Faşistçe kaskatı koşullar içinde bir kurtuluş umudunu sınayan insanın izleri...
Öyle ya! Faşizm ne kadar duvar örerse, direnmek isteyen için firar o kadar haktır!
***
Aksoy’un firari askeri çırılçıplak. Bu çıplaklık öyle Yunan ya da Roma tanrılarının şımarık cıbıllığı değil; giyim kuşamın insana statü getirdiği, doğrusu yük olduğu saldırgan modern zamanların çıplaklığı.
Zira ancak üniformanın, rütbelerin, forsların, yasaların sana “armağan ederek” dayattığı zorunlulukları soyunabilirsen, bütün bu pislikle arana bir mesafe koyabilirsin.
O halde bu, sadece bedensel bir çıplaklık değil.
***
Asker kaçaklığı, toplumsal çoğunluk tarafından çok takdir edilen bir eylem değil. Zira ordu gibi her yerde kolu kanadı olan bir kuruma karşı yapılan bu eylemin, sonucunun daima bireyin aleyhine olacağına inanılıyor.
Elbette bu eylem türünün daha iyisi ve ötesi var. Ve bence dünyanın buna ihtiyacı var.
Bunu, önümüzdeki en yakın zamanda konuşmalıyız...
Bugün biraz daha bakalım ustanın işine...
***
Aksoy’un heykeli Bonn’daki Barış Meydanı’na dikilemedi. Ancak 1 Eylül 1989’daki Dünya Barış Günü yürüyüşüne katıldı. “Onu bir treylerin üstüne koyduk” diye anlatıyor sanatçı; “6 saatliğine sergiledik. Meydan dopdoluydu belki on binin üstünde insan vardı. Kürsüden ‘aramızda yaşayan asker kaçakları varsa, sanatçıyla birlikte heykeli açmaya davet ediyoruz' diye bir anons yapıldı. Eski asker kaçaklarıyla birlikte heykelin üstündeki örtüyü çektik. Büyük bir alkış koptu.”
***
O mitingde, bir papaz kürsüye çıkıyor:
“Ben bu heykelin buradan kaldırılmasına karşıyım ama biliyorum ki kanunen bunu burada tutamayız. Biliyorsunuz ki kilise, polisin ve silahın giremediği bağımsız bir yerdir. Heykeltıraş da uygun görürse, ben heykelin kiliseye iltica etmesini istiyorum. Kilisemizin kapıları heykele açıktır.”
Böylece heykel: “Ey barış sever rahip, davetin kabul” diyor ve Kiliseye iltica ediyor.
***
İroni işte! Mülteci bir sanatçının heykeli de ilticacı oluyor.
Fakat kısa zaman içinde halk eseri çiçeklerle, mumlarla donatıyor.
Adeta bir kaçak asker türbesi, bir firari ziyaret!
***
Firari asker, uzun zaman o kilisede konaklayarak, farklı eyaletleri gezdi. Bu tam iki sene sürdü. En son, Potsdam kentine gitmiş. Kent belediyesi, sanatçıya: ‘heykelin Potsdam’da sürekli kalmasına izin vermenizi rica ediyoruz’ deyince Aksoy kabul etmiş; “Çünkü Potsdam anlamlıydı. II. Dünya Savaşı sonrasında barış antlaşmasının yapıldığı yerdi” diyor sanatçı. Ve Meçhul Asker Kaçağı bugün de orada duruyor.
***
Heykel sanatında kabul edilmiş bir Mehmet Aksoy tarzı var. Ve Kaçak Asker, Aksoy heykel sanatı karakterini oluşturan handiyse bütün özellikleri taşıyor. Sanatçının İşçi Göçü serisinde, Ayrılık veya Baba-Oğul gibi heykellerinde de bu özellikler toplamını rahatça izleyebiliyoruz.
Bunu şöyle özetlemeye çalışayım:
Elbette o da heykelini yaparken taşın, mermerin içinde saklanmış olanı bulup çıkarıyor. Ama Aksoy kelimenin bütün anlamlarıyla bizim görmemizi istediği olguyu, taşın içinden çıkarıp göz önüne koyuyor. Taş, taş olmaktan uzaklaşmıyor sadece; taş sadece heykel de olmuyor, taş bizimle heykelin imlediği bütün serüveni konuşur hale geliyor.
Kaçak Asker heykelinde de tam bu oluyor.
***
Son bir söz: Mehmet Aksoy’un bu yapıtının arkasındaki düşünce bütünlüğünü bütün boyutlarıyla konuşmak için onun 12 Eylül askeri diktatörlüğünü işlediği 12 Eylül başlıklı rölyeflerine, kabartmalarına, heykellerine daha çok, daha özenli bakmalıyız, derim...