Kim İl Sung Hanedanı ve Kuzey Kore
Kim Jong Un yılbaşında parti kongresindeki konuşmasında, ülkenin ekonomik durumunu ağır sözlerle eleştirdi ve iktidara geldikten on yıl sonra reform sözü verdi. Rejimin alışılmış yöntemleri olan, altın ve uyuşturucu kaçakçılığı yaparak veya elektronik ortamda banka soymakla ülkenin döviz ihtiyacı karşılanmıyor. Silahlanma programını durdurmadan, zihniyet değiştirmeden, dünya ile bütünleşmeden Kuzey Kore’de reform olmaz.
Hakan Okçal*
GARA
Bu hafta niyetimiz, Kuzey Kore’yi yazmaktı. Ancak Türkiye’de gündem hızla değişiyor. Gara’daki rehine katliamı ve başarısız askeri operasyon gündemi belirledi. Bu acı olay uzun yıllar konuşulacağa benziyor. Önce bu konuda vurgulanması gerekenler var.
Gara’da rehin tutulan sivillerin ve kamu görevlilerinin infaz edilmesi bir insanlık suçudur. Yapılan çok açık şekilde terördür. Bu katliamı nefretle kınıyor, lanetliyorum. Suçlular mutlaka hesap vermelidir. Şiddet ve terör yolunun çıkmaz bir sokak olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır. Sivil siyasetin önü açılmalıdır.
Madalyonun bir de diğer yüzü var. Gara operasyonuna hangi amaçlarla girişildiğini belki hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Ancak, seçmen desteği gerileyen iktidarın bu operasyonun başarısından siyasi kazanç umduğuna dair ortada kuvvetli emareler mevcut. Operasyondan önce bahsedilen “müjde”nin ne olduğu bakalım açıklanabilecek mi? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AKP Rize kongresinde gözü yaşlı bir şehit annesine bağlanarak salondakilere ve ulusa dinletmesi ise siyasetin düştüğü durumu çok iyi özetliyor. Ülkede demokrasi namına pek bir şey kalmadı ama halkın içinde ve özellikle yeni nesiller arasında yadsınamayacak bir demokrasi özleminin kök saldığı da bir gerçek. Bizi gelecek için umutlandıran budur.
Nijerya’da kaçırılan denizcilerle ilgili yazımızı okuyanlar hatırlayacaktır, orada iki hususun altını özel olarak çizmiştik. İlk olarak, siyasetçilerin rehineleri kullanarak ucuz siyaset yapmamalarını istemiş, ikinci olarak da, Türk makamlarının Nijerya makamlarıyla temasa geçerek bir kurtarma operasyonunu engellemelerini tavsiye etmiştik. Rehinelerin profesyonel müzakereciler tarafından korsanlarla temas kurularak kurtarılmasını önermiştik. Nitekim Mozart adlı Türk gemisinden kaçırılan rehinelerin bu yolla özgürlüklerine kavuştukları anlaşılıyor.
Sivil aklımızla ve kişisel deneyimlerimize dayanarak belirttiğimiz yukarıdaki hususların Gara operasyonunda tam aksinin yapılması çok üzücü bir durum. Medyada görüş belirten askeri uzmanlar, bağıra çağıra ilan edilen operasyonun başarı şansının hemen hiç olmadığını söylerken, bu umutsuz girişime hangi gerekçeyle onay verildi? Cumhurbaşkanı Erdoğan ortada bir başarısızlık olduğunu kendisi açıkladı. İnsan hayatına mal olan, ülkeyi baştan sona yaralayan bu başarısızlığın hesabı mutlaka verilmelidir. Geçmişte üçyüzden fazla rehine İHD ve Mazlum-Der gibi üçüncü tarafların aracılığıyla sağ salim kurtarılmışken, rehinelerin altı yıl sonra sonuç alma umudu olmayan bir askeri bir operasyonla kurtarılmaya çalışılmasının ardındaki gaye nedir? Maksat içeride milliyetçi duyguları köpürtmek, iktidara puan toplamaksa silah geri tepti. Muhalefet bu kez oyuna gelmedi. İktidarın arkasında sıraya dizilmedi. Üstelik hesap soruyor. Gara katliamı, Bahçelievler katliamı ve Sivas katliamı gibi unutulmayacak. Yukarıdaki soruların cevabı bir gün verilecek.
SOSYALİZM
Üniversite’de okuduğum 70’lerde özgür ve çağdaş Türkiye hayalimizin sosyalizmle gerçekleşeceğini düşünürdük. Benim neslim bu uğurda çok acı bedeller ödedi. Uğrunda canların feda edildiği sosyalizm o günlerde iki karşıt kampa bölünmüştü. Elbette Arnavutluk, Vietnam, Küba ve Kuzey Kore gibi farklı deneyimler de mevcuttu ama, esas olarak iki kamptan sözebilebilirdi: bir yanda Sovyetler Birliği, diğer yanda Çin Halk Cumhuriyeti. 12 Eylül faşist darbesine giden yolun taşları her gün vurulan onlarca gencin ve aydının kanlarıyla ve 1 Mayıs Taksim, Maraş, Çorum gibi planlı katliamlarla döşenirken, devrimci gruplar arasında hararetli “Sosyal Emperyalizm/Faşizm-Maocu Faşizm” tartışmaları yapılırdı. Bu tartışmalara taraf olmak istemeyen bir kesim de ara yol olarak gördükleri Kim İl Sung tavrını benimsediklerini söylerlerdi. Yazımızın bu bölümünde Kim İl Sung’un mirasını ve Kuzey Kore’nin günümüzde vardığı yeri tartışmak istiyorum.
Bugün artık bir sosyalist kamptan veya bir sosyalist bir ülkeden söz etmek mümkün değil. Çıkış yolu bulamayan Sovyetler Birliği Gorbaçov tarafından dağıtılalı çok oldu. Doğu bloku ülkelerinin çoğu artık NATO ve AB üyeleri. Sovyetler Birliği'nin belkemiğini oluşturan Rusya Federasyonu günümüzün en otoriter rejimlerinden biri. Komünist partisi tarafından yönetilen Çin’de kırk yıldır devlet kapitalizmi uygulanıyor. Bir zamanlar Sovyetler Birliği'ni emperyalist olmakla suçlayan Çin’in kendisi emperyalist bir ülke oldu. Çin’in sürekli baskısı altında olan Vietnam ABD’ye daha yakın. Vietnam da Çin gibi kapitalizm yolunda ilerliyor. Küba’da sosyalizmin varlığı tartışmalı, devam edip etmeyeceği üzerine spekülasyon yapılıyor. Kuzey Kore ise, bana göre hiçbir zaman gerçek bir sosyalist ülke olmadı. Bu ülke kuruluşundan bu yana, kutsal “Paektu Dağı soyuna” (Mount Paektu bloodline) dayanan(!) Kim hanedanı tarafından, sosyalizmin Kuzey Kore’ye özgü adaptasyonu ve evrensel düşünceye katkısı olduğu iddia edilen “Juche” ideolojisine göre yönetiliyor. Bağımsızlık ve rejimin bekası için ulusal kaynaklara ve askeri güce dayanmayı öngören “Juche” öğretisi Kuzey Kore’nin Sovyetler’den ve Çin’den destek almasına izin vermekle beraber, herkese şüpheyle yaklaşmasına, dışa kapanmasına yol açtı.
Dünyada sosyalizm tecrübesi elbette boşa gitmedi. Ama büyük ölçüde başarısızlığa uğradığı da bir gerçek. Başarısızlık yanlış uygulamalardan mı, yoksa ideolojiden mi kaynaklandı? Sovyet sosyalizminin sonunu getiren kişisel özgürlükler ve demokrasi zaafı nasıl halledilecek? Çözüm Çin’de ve Vietnam’da uygulanan pazar ekonomisinde bulunabilir mi? Devlet kapitalizmi ekonomik kalkınmaya çözüm olabilse de sosyal kalkınmayı sağlayabilir mi? Çin’in Uygurlara reva gördüğü soykırımın, Stalin zamanındaki köylü kırımından ne farkı var? Kamboçya soykırımı Kızıl Kımerlerin hastalıklı fikirlerinin ürünü müydü yoksa sorunun kökleri daha derinlerde mi? İnsan haklarını ihlal eden ülkeler, sosyalizmin vaat ettiği özgürlükleri, eşitliği ve gelişmiş toplumları yaratabilirler mi? Bu konular üzerinde yeterince tartışma yapıldığı sanmıyorum.
Bu sorular henüz cevaplanmadan, yeni ideolojik meseleler hızla kendini dayatmaya başladı. Hayat beklemiyor. Günlük yaşamımıza hızla girmeye başlayan dördüncü sanayii devrimi teknolojileri emeğe ve işçi sınıfına olan gereksinimi azaltıyor. İsrailli düşünür Yuval Noah Harari işçi sınıfı yerine, yakın gelecekte büyük bir “işe yaramayanlar” (useless) kitlesinin ortaya çıkacağından söz ediyor. Bilgi ve enformasyona sahip olmak, üretim araçlarına sahip olmaktan daha değerli hale geldi. Apple, Google, Amazon, Alibaba gibi dünyanın en güçlü şirketleri bürolara, bilgisayar sistemlerine ve belli sayıda çalışana sahip olsalar da, esas olarak sanal alemde mevcutlar. Bu gelişmelerin “artı değer”, “sınıf mücadelesi”, “işçi sınıfının öncülüğü” ve “proletarya diktatörlüğü” gibi Marksist ideolojinin temel kavramları üzerindeki etkileri ciddi şekilde tartışılmaya muhtaç. Yukarıdaki soruları Gazete Duvar’ın duvarına asarak, Kuzey Kore’ye geçelim.
KUZEY KORE VE KİM İL SUNG
Otuz üç yaşındaki genç Kim İl Sung’un Kore İşçi Partisi’nin başına geçmesi İkinci Dünya Savaşı’nda Japonya’nın teslim olmasından sonra Kore Yarımadası’nın Sovyet ve Amerikan güçleri tarafından 1945 yılında ikiye bölünerek işgal edilmesi dönemine rastlar. ABD, güneyde kurulacak rejimin başına, savaş yıllarını bu ülkede geçiren 70 yaşındaki Harvard ve Princeton kökenli profesör Sygman Rhee’yi getirirken, Sovyetler Birliği Mançurya’da bir gerilla kampında bulunan ihtiraslı Kim İl Sung’u seçmiştir. Partinin daha kıdemli üyeleri varken Kim İl Sung’un hangi özelliklerinden dolayı seçildiği bugün dahi bilinmemektedir.
Kim İl Sung baştan itibaren iki Kore’yi birleştirmek ister ama Stalin, nükleer silahlara sahip ABD ile yeni bir maceraya atılmak istemediğinden Kim İl Sung’a askeri müdahale izni vermez. Stalin yeşil ışığı ancak Çin’de Mao’nun iktidara gelmesi ve Sovyetler Birliği'nin nükleer silahlara sahip olmasından sonra yakar. 1950’de başlayan Kore Savaşı’nda taraflar üç yıl boyunca ağır kayıplar verdikten sonra başlangıçtaki demarkasyon çizgisi olan 38. paraleli esas alarak ateşkes ilan ederler. Bizim de katıldığımız bu savaşın uzun bir hikayesi var. Burada ayrıntısına girmek mümkün değil ancak şu kadarını belirtelim, Kore savaşı Türkiye’ye NATO’nun kapılarını açmıştır.
İki Kore 76 yıldır ayrı yaşıyor. Bu hikayenin bir kısmına daha önce değinmiştik. Bölünme sırasında daha gelişmiş olan kesim kuzeydi. Çünkü sanayi tesisleri ve madenler ağırlıkla kuzeydeydi. Güneyin ekonomisi daha ziyade tarım ve balıkçılığa dayanıyordu.
Savaştan çıkılığında güneyde kişi başı ulusal gelir Afrika’dan gerideydi. Demokrasi ne Japonya’da ne de Kore yarımadasında bilinen bir yönetim tarzı değildi. Esasen bugünkü anlayışla dünya demokrasisiyle ancak 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra tanıştı. Güney sanayileşmesini 1970’lerde, teknolojik devrimini 1990’larda gerçekleştirdi. Demokrasi ve insan hakları aynı şekilde Güney Kore’ye 1980’lerden sonra ağır bedeller ödenerek geldi. Güney Kore her alanda önemli sıçramalar yaparken, lider kültü ile yönetilen kuzey yerinde saydı, hatta göreli olarak geriye gitti. Güney Kore’nin ABD yardımları sayesinde ekonomik kalkınmasını sağladığı dayanaksız bir inançtan ibarettir. Güney hâlâ ulusal gelirinin önemli bir bölümünü askeri harcamalara ayırıyor. Güney Kore nükleer silah teknolojisine sahip olmasına rağmen, bu tür silahları üretmiyor, ABD’nin nükleer şemsiyesi altında bulunuyor. Bu da ABD’nin empoze ettiği bir zorunluluk. Güney Kore askeri diktatörlüğü, otokrasiyi aşarak demokrasiyi, en büyük rakibi Japonya’yı pek çok sektörde geçerek bugünkü gelişmişlik düzeyini elde etti. Güney Kore mucizesinin arkasında kaliteli ulusal eğitim kurumları, ulusal kurumlarda yetişmiş kaliteli insan kaynağı, disiplinli çalışma, bilime ve bilim insanına verilen değer, yüksek Ar-Ge harcamaları, stratejik planlama ve bu planlara uygun yatırım yapan büyük holdingler var.
80’lerin sonlarına kadar varlığını büyük ekonomik sıkıntılarla karşılaşmadan sürdürebilen Kuzey Kore ise, güneyin dünya sahnesine bir teknoloji devi olarak çıktığı 1990’larda açlık kriziyle karşılaştı. Yüzbinlerin öldüğü Kuzey Kore’deki açlık felaketi için ambargolar veya kuraklık gibi çeşitli nedenler ileri sürülebilir. Ancak en önemli sebep Sovyet yardımlarının kesilmiş olmasıdır. Kuzey Kore’nin açlık sorunu bugün de çözülebilmiş değil. Ülke genelinde akut bir açlık sorunu bulunmasa da, iklim dalgalanmalarına bağlı bölgesel açlık krizleri çıkabiliyor. Ülkede kronik bir beslenme sorunu vardır. Esas sorun bu. İyi beslenemeyen kuzeyliler şu an itibariyle güneylilerden 12 yıl daha az yaşamakta. Güney Korelilerin boyları aradan geçen 75 yıl içinde kuzeylilere göre 8 cm daha uzadı. Güney Kore’de kişi başı ulusal gelir 40 bin dolara yaklaşırken, kuzeyde ulusal gelir 1,700 dolar civarında. Kuzey Kore başkenti Pyongyang’ı ziyaret ettiğimde birkaç devlet binası dışında şehrin karanlığa gömüldüğünü gördüm. Gece uydudan çekilmiş yukarıdaki resim iki Kore arasındaki farkı çok iyi özetler. Güney ışıklar içindeyken, kuzey kapkaranlık. Daha sonra görülen Çin toprakları da aydınlık. Kuzey Koreli yetkililer bana bu durumun ABD ambargolarından kaynaklandığını, elektrik santralleri için yedek parça ithal etmekte güçlük çektiklerini anlatmışlardı. Ulusal kaynaklarını nükleer silahlara ve kıtalararası füzelere harcayan Kuzey Kore’nin argümanları kimseye inandırıcı gelmiyor.
Kuzey Kore, Kim İl Sung’un ülkesinin düşmanlarla çevrili olduğu yolundaki paranoyası doğrultusunda daha 1960’lardan itibaren nükleer silahlara sahip olmanın yollarını aramıştır. Ne Çin ne de SSCB, Kim’in taleplerine itibar etmeyince Kuzey Kore’nin nükleer silah teknolojisini Pakistan aracığıyla gizlice elde ettiği iddia edilir. Kuzey Kore halkı açlık ve yoksulluk çekmekle beraber, günümüzde ABD’yi tehdit eden nükleer bir güç haline geldi. Nükleer silahlar sadece rejimin bekasını sağlıyor. Halkı düşmanlardan koruduğu sanılmasın.
ABD, Japonya ve Güney Kore, Kuzey Kore nükleer tehditinin doğrudan hedefleri. Ama Çin de bu durumdan memnun değil. Kuzey Kore’nin kontrolsüz silahlanmasından ve bölgede iradesi dışında nükleer bir krizin çıkma olasılığından son derece rahatsız. Çin’in diğer bir memnuniyetsizliği, Kim Jong Un’un siyasi cinayetlerinden kaynaklanıyor. Hanedanın son temsilcisi Kim Jong Un başa geçtikten kısa süre sonra, onun iktidara gelmesini destekleyen, muhtemelen onu arkadan idare edebileceğini düşünen eniştesi Jang Song Thaek ve çok sayıda üst düzey yetkiliyi idam ettirerek, durumunu pekiştirdi. Kim Jong Un’un halasının eşi Jang Song Thaek Kuzey Kore ekonomisini yöneten en üst düzey yetkili olduğu gibi, ekonomide Çin modeli doğrultusunda kalkınma reformlarına gidilmesini istediği ve Kim’i ikna etmeye çalıştığı da iddia olunur. Enişte Jang’ın bir diğer özelliği de, Çin’le Kuzey Kore ilişkilerini yürüten en yüksek yetkili olmasıydı.
Kim Jong Un’un diğer aile içi cinayeti olan üvey ağabeyi Kim Jong Nam’ın Malezya’da Kuala Lumpur havalanında radyoaktif madde kullanılarak öldürtmesi de Çin’i muhtemelen çok rahatsız etmiştir. Başlangıçta veliaht olan ve babası Kim Jong İl tarafından liderliğe hazırlanan Kim Jong Nam sahte pasaportla Disneyland’ı ziyaret etmek için Japonya’ya girmek isterken yakalanınca gözden düşmüş, Kim Jong Un bu sayede veliaht haline gelmişti. Kuzey Kore rejimine yönelttiği eleştirilerle bilinen Kim Jong Nam sürgün günlerini, Hong Kong gibi Çin’e bağlanan eski Portekiz sömürgesi Macau’da geçiriyordu. Çin muhtemelen sağlık durumu iyi olmayan Kim Jong Un’un yerine üvey ağabeyi Kim Jong Nam’ı yedekte tutuyordu. Kim hanedanının durumu özetle böyle.
Kim Jong Un yılbaşında parti kongresindeki konuşmasında, ülkenin ekonomik durumunu ağır sözlerle eleştirdi ve iktidara geldikten on yıl sonra reform sözü verdi. Rejimin alışılmış yöntemleri olan, altın ve uyuşturucu kaçakçılığı yaparak veya elektronik ortamda banka soymakla ülkenin döviz ihtiyacı karşılanmıyor. Silahlanma programını durdurmadan, zihniyet değiştirmeden, dünya ile bütünleşmeden Kuzey Kore’de reform olmaz. Kim’in geçmiş icraatı, ne yapabileceğini çok iyi anlatıyor, ama şapkadan bir iki tavşan çıkarırsa da şaşırmayalım. Otokrasilerde önemli olan iktidarda kalmak. Araçlar ve yöntemler değişebilir, liderlik devam eder.
*Emekli Büyükelçi