YAZARLAR

Kim kensıllayabilir Yılmaz Güney’i?

Hani birine kırk defa deli dersen adam deli olurmuş ya, Yılmaz Güney’de durum tam tersi. Çirkin Kral namını aldığı ilk zamanlarda, 1965’te başrol oynadığı Ben Öldükçe Yaşarım filmindeki gibi, dövüldükçe, sövüldükçe diriliyor, büyüyor adam.

Eskiden SYY (Sayın Yayın Yönetmeni) zahmet buyurup kendisi arar ya da mesaj gönderir, talimatını bizzat iletirdi bana. Her ne kadar istek, rica, öneri falan dese de ilişkimiz ast – üst ilişkisi neticede. Amirim, yönetmenim, iş verenim bir nevi. Talimat veriyor değil de talep ediyor gibi yapması nezaketinden, zarafetinden. Sağ olsun.

Fakat bu sefer ne olduysa talimat Yazı İşleri’nden geldi, “Yılmaz Güney meselesini bir toparlayıverin hemen” dediler.

Hoppala. Hem de hemen!

SYY niye aramıyor, diyemiyorsun tabii. Ayrıca, nesini toparlayacağım, ben kendimi bildim bileli meseledir Yılmaz Güney. Adam öleli olmuş 40 sene. Neredeyse her yıl birileri bir vesileyle ona selam eder, yaptıklarını ve sanatını, kendisini sevgiyle, saygıyla yad eder. Başka birileri anında karşı taarruza geçer. Vatan hainliğinden başlar, “eli kanlı katil, silah tutkunu, karısının tepesine bardak koyup ateş eden maço, lümpen” falan derken “sinemasında da bir halt yok” hükmüyle işi bitirirler.

Fakat Yılmaz Güney’in işi bir türlü bitirilemez kırk yıldır.

Hani birine kırk defa deli dersen adam deli olurmuş ya, Yılmaz Güney’de durum tam tersi. Çirkin Kral namını aldığı ilk zamanlarda, 1965’te başrol oynadığı Ben Öldükçe Yaşarım filmindeki gibi, dövüldükçe, sövüldükçe diriliyor, büyüyor adam. Her senenin ya baharında ortaya çıkıyor ya hazanında. Bazen matine – suare. Hem ilkbaharda hem sonbaharda görünüyor.

1 Nisan 1937’de Adana’da doğmuş, 9 Eylül 1984’de Paris’te ölmüş. Mezarı orada. Ömrünün son üç yılı yurt dışında, kaçak, kimine göre sürgün. Ama zirvede: Cannes’da Altın Palmiye alan ilk Türk filmi onun, ödüllü ilk yönetmen o. Senaryosunu hapishanede yazdığı, yine hapisteyken adeta içeriden yönettiği Yol filmiyle 1982’de kendisi de ortaya çıkıyor. Ödülle beraber filmi de adı da dünyayı dolaşıyor. Askeri cunta tarafından vatandaşlıktan ihraç ediliyor. O zamandan beri “katil, vatan haini” damgalarını taşıyor üstünde. Cuntalar gelip gidiyor, kuşaklar geliyor geçiyor, damgacılar değişiyor, mezarı gurbette, filmleri arşivde ya da fiili sansür altında amma ve lakin Çirkin Kral hiç gündemden düşmüyor. Sayanı, seveni eksilmiyor, yerine göre bizzat devlet büyükleri tarafından bile saygıyla anılıyor.

‘ÜLKENİZ SİZİ ÖZLÜYOR, SİZE SAHİP ÇIKIYOR’

AK Parti, Yılmaz Güney’e dair olumsuz damgaları söküp atmıştı bir zamanlar. 2013’te zamanın Kültür ve Turizm Bakanı, aynı zamanda hemşerisi Adanalı Ömer Çelik mezarını ziyaret etmişti. Yanında götürdüğü memleket toprağını serpmiş, karanfiller bırakmıştı. O ziyarete dair bülten bakanlığın sitesinde duruyor. “Vatan toprağı getirdik mezarlarına, özlemişlerdir diye. Çünkü insanın kendi ülkesinden uzakta yaşaması, çok büyük bir acı. Türkiye’den de şöyle bir mesaj verelim istedik: ‘Ülkeniz sizi özlüyor ve size sahip çıkıyor’” diyordu bakan Çelik.

2013 yılında, dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Yılmaz Güney'in Paris'teki mezarını ziyaret etti.

Père Lachaise Mezarlığı’nda Ahmet Kaya’nın kabrini de ziyaret eden o günün sayın bakanı, bugünün AK Parti Sözcüsü Çelik, “Kimliklerin, düşüncelerin, fikirlerin, her türlü duruşun özgür olduğu bir ülke inşa ediyoruz” müjdesini vermişti on yıl önce. “Umarım bundan sonra hiç kimse kendi ülkesinde kendisini diaspora olarak hissetmez. Her kimlik, her düşünce sahibi kendini diaspora gibi hissetmediği gibi eşit ev sahibi, eşit yurttaş olarak hisseder.”

Ömer Çelik'in ziyaretinden bir başka kare.

“Kimliklerin, düşüncelerin, fikirlerin, her türlü duruşun özgür olduğu bir ülke inşa etme” faslı, harç bitti, yapı paydos hesabı kapandı gitti. Eşit ev sahipliği, eşit yurttaşlık hissiyatı da son buldu. Ama AK Partili kültür bakanlarının Yılmaz Güney sevgisi, saygısı hep daim oldu. Daha iki yıl önce bakanlık, “Çirkin Kral”ı ölüm yıldönümünde saygıyla andı, selamladı.

Bu anma AK Parti kurucularından siyaset duayeni özgül ağırlıklı Bülent Arınç beyefendiyle onun Troliçe lakabını taktığı iletişim duayeni, usta kalem TRT Yönetim Kurulu Üyesi, laf yetiştirme uzmanı Hilal Kaplan hanımı bir araya getirmişti. Koltuğunu bugün de koruyan bakanı topa tutmuşlardı ayrı ayrı, el ele. Bakanlığın anmasını alıntılayan Kaplan Hanımefendi, “Türkiye Cumhuriyeti hakimi Sefa Mutlu’yu katleden, eşinin başına bardak koyup ateş eden, hatta arabasıyla ezip öldürmeye teşebbüs eden bir caniyi saygı ile anmıyorum" diyordu.

Troliçe’ye karşılık olarak Kaplan Hanımın Manisalı Lawrence, siyasi cenaze lakaplarını yapıştırıverdiği Arınç Bey de hemen hemen aynı ifadeleri kullanıyordu Yılmaz Güney için: “Devletin hakimine silah doğrultmuş, öldürmüş ve bundan dolayı hüküm giymiş bir ismin Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından ‘saygıyla anılmasını’ kınıyorum.”

***

İşte böyle böyle yılda en az bir, bazen iki, sezon başlangıcında ve sonunda sahaya çıkıyor Çirkin Kral.

“Yılmaz Güney meselesini bir toparlayıverin hemen” talimatıyla beraber anında, hızla aklımdan, hafızamdan geçenler bunlar. Nesini, nasıl toparlayacağım hemen, anlamadım. Kültür - Sanat editörlüğünden Yazı İşlerine terfi eden AMÖ (Anıl Mert Özsoy), nöbetçi yayın yönetmeni havasında sanki. Talimatı verdi, bir şey demeye kalmadı, “tak” kapattı telefonu. Kültür – Sanat’takileri aradım. Yılmaz Güney meselesi nedir, toparlanacak şey nedir, ne isteniyor benden?

YILMAZ GÜNEY’İ KENSILLIYORLARMIŞ

Efendim, sosyal medya yıkılıyormuş, Yılmaz Güney’i kensıllıyorlarmış, gazetede Yılmaz Güney filmlerini izlemiş olabilecek bir ben varmışım. Yurtdışına kaçışını, Cannes’da ödül aldığı zamanları, ölümünü, hakkındaki tartışmaları da biliyor olabilirmişim. O dönemlerle şimdiki tartışmaları karşılaştıracakmışım.

Ne yapıyorlarmış Yılmaz Güney’e? Kensıllamak ne kardeşim? Soramıyorsun, çünkü tefe koyarlar adamı!

Zaten “Moruk, aramızda geçen asırdan kalma bir sen varsın, bak işte duruma” diyorlar alenen. Argoda, dostlar arasında yerine göre sevgi ifadesi olarak da kullanılan “moruk” lafı Z Kuşağının lugatında yok tabii ki. Boomer diyor onlar bize, “Babalık” manasında. Hatta “OK Boomer”; tamam, anladık, uzatma… Bunları bildiğimden iyice dünyadan habersiz moron muamelesi görmemek için Yılmaz Güney’e kim ne yapıyor, bakıp anlayacağız.

BİTMEYEN HINÇ, BİTMEYEN LİNÇ

Google sağ olsun, “kensıllama ne demek” diye yazınca bir sürü yazı çıktı karşıma. Kültürü bile varmış meğer. Cancel Culture -kensıl kalçır deniyormuş. Baktım, bilmediğimiz, yaşamadığımız şey değil ki kensıllama dedikleri! Birilerini sosyal medyadan başlayarak linçlemek, düşmanlaştırmak, sokağa çıkamaz hale getirmek, hatta hapse attırmak. Mesela Gülşen diyeyim, gerisini siz getirin. Birilerini, bir şeyleri aynı laflarla ezip hiçlemek, iptal etmek, uzmanı olduğumuz bir kültür. Has kültürümüz desek, yeridir. Tutkunuyuz, hastasıyız.

Gelin görün ki, Yılmaz Güney kırk yıldır şerbetli kensıllanmaya. Bu sefer Farah Zeynep Hanımın çıkıntılığını birileri fırsat belleyip hücuma kalkmış. Trol akınına YouTube tayfası eklenmiş ama nafile. Misal, kendisi sahneye çıkıp, “23 yıl önce ben yazmıştım, o bir katil” diye hatırlatmasa, Altaylı Fatih beyin 2000’lerde estirdiği fırtınayı bilen var mı bugün?

Sahi, 2000 yılında dönem medyasının “amiral gemisi” Hürriyet’te Altaylı beyin ardından el yükseltip “Yılmaz Güney solcu falan değil, lümpen” diye teori kastıran Serdar Turgut nerelerde, haberi olan var mı?

***

Görüyorsunuz, henüz toparlayamadım.

Hayatım, başarı ve başarısızlık, kazaların, kavgaların, acının, yokluğun, varlığın, zaferin ve kederin birbiriyle kaynaştığı bir kâbustur” diyen Yılmaz Güney’den dün kim, niye nefret ediyordu? Bugünküler neyin peşinde?

Bitmeyen linç seferlerinin sebepleri nedir, yarın açıklayacağım. Söz.