'Kimsesizlerin kimsesi' Cumhuriyet’te hiçbir çocuk 'aç ve geride' kalmamalı
Kimsesizlerin kimsesi Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında, çocuklara bırakılacak miras yoksulluk değil eşit, adil, barış içerisinde umutlarının ve hayallerinin peşinden gidebilecekleri bir gelecek olmalı.
Hacer Foggo*
Yıl 1932, Mustafa Kemal Atatürk’ün direktifi ile Halkevleri, Cumhuriyet ve devrimleri halka anlatmak üzere Türkiye’nin dört bir yanında kurulur. O dönemde Halkevleri’nin dokuz şubesinden biri “Sosyal Yardım Şubesi” bir diğeri de “Halk Dershaneleri” şubesidir. Bu iki şube de yoksulluk ve sefalet içinde yaşayan halkla dayanışmak için o günün koşullarında olağanüstü çalışmalar yapar. Özellikle işsizlere, yoksul öğrencilere, hastalara, yaşlılara, köylülere, çocuklara yönelik hem gıda, hem eğitim, hem de istihdam desteği verir. Ayrıca gıdaya erişimin zor olduğu, çocukların yetersiz beslendiği o dönemde Ankara Halkevi Sosyal Yardım Şubesi, 1932-1933 ve 1933-1934 eğitim-öğretim yılında yeterli beslenemeyen öğrencilerin şehirdeki tüm öğrencilerin yüzde 10’unu oluşturduğunu saptar ve olanakları çerçevesinde 1 Ocak 1933-31 Mayıs 1933 döneminde toplam 160 öğrenciye 30 bin 180 kap sıcak yemeği 1415 liraya sağlar.** (Ankara Halkevi İçtimâî Yardım Komitesi Mesai Raporu, 1934: 6) O dönemde, Türkiye’nin dört bir yanında Halkevleri, Mustafa Kemal Atatürk’ün sözüyle gerçekten “kimsesizlerin kimsesi” olur.
CUMHURİYET'İN İKİNCİ YÜZYILINA GİRERKEN YOKSULLUK
Cezaevlerinde okuma odalarından, kimsesiz yaşlı hastaları köylerden alıp, kentteki hastanelere taşımaya, köyden şehir iş için gelenlere barınak ve iş sağlama, dispanserler, aş evleri açma, yoksul ve kimsesizlere yönelik köylerde sağlık taramalarıyla halkevleri memleketin dört bir tarafında dayanışmayı ve örgütlenmeyi yaygınlaştırır. Oysa biz Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında halen çocuklar için okullarda öğle yemeği verilsin diye mücadele ediyoruz.
Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında yoksulluk hallerinin sahadan gelen izleri; yoksulluğun nasıl katlanılamaz ve kuşaklara devreden “nöbetleşe yoksulluk” haline geldiğini; bebek maması yerine hazır çorba kullanan, kız çocuğunu okuldan alan, evlendiren, çocuk işçiliği için çocuklarını eğitimden koparan, doğalgazı, elektriği açtır(a)mayan, kirasını faturasını öde(ye)meyen, çalıştığı halde sürekli borçlanan, evine icra gelen, pazar artıklarını toplayan, öğrenci yurdu bulamayan, ekonomik nedenlerle okulunu donduran ve askıda ekmek bekleyenlerin sayılarındaki inanılmaz artışı ve derinleşen çaresizliklerini gösteriyor.
Artık ülkemizde yoksulluk daha da kötü bir eşiğe inerek “sağlıklı gıdaya ve kaliteli eğitime” erişme mücadelesine dönüştü. Özellikle kayıt dışı çalışanlar ve/veya asgari ücret veya onun da altında ücret alanlar sağlıklı gıdaya, eğitime ve barınmaya erişmekte zorluk çekiyor, hatta ulaşamıyor. Yani yoksulluk ülkemizde artık yeterli bir yaşam standardına, kültürel, ekonomik, politik ve sosyal haklardan yararlanmak için gerekli olan kaynaklardan sürekli veya kronik olarak mahrum olma durumuna dönüştü. Aynı zamanda neoliberal politikalarla yoksulluk, çalışan veya çalışamayan herkesin yoksunlaştığı, güçsüzleştiği, yalnızlaştığı ve sosyal dışlanmaya neden olan yapısal bir sorun haline geldi.
YOKSULLUK SADECE GELİRLE ÖLÇÜLEMEZ
OECD ülkeleri arasında Temmuz 2023’te gıda enflasyonunun en yüksek olduğu ülke yüzde 60.7 ile Türkiye oldu. Birleşmiş Milletler (BM) Dünya Gıda Programı'nın (WFP) 6 Haziran 2022 tarihinde gerçek zamanlı paylaştığı "Açlık Haritası" verilerine göre, 82,3 milyon nüfuslu Türkiye’nin 14,8 milyonu yetersiz besleniyor, 5 yaş altı çocukların yüzde 1,7'sinin akut yetersiz beslenme, yüzde 6'sının ise kronik yetersiz beslenme yaşadığını da ortaya koydu.
Bu verilere çocuk hakları perspektifi ile baktığımızda çocuklarda yetersiz beslenmenin var olması aynı zamanda çocuk haklarının olmadığının da bir göstergesi. OECD ülkeleri arasında Türkiye Çocuk Yoksulluğu’nda yüzde 22.7 ile ikinci sırada. Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında Mustafa Kemal Atatürk’'ün “Cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir” sözü özellikle okula beslenme götüremeyen, kronik açlıkla mücadele eden çocukların ve ülkenin geleceğinin sesidir aslında. Çünkü bir çocuğun, çocukluğunu sürekli yoksulluk içinde geçirmesi yetişkin olduğunda da yoksul olma olasılığını gösterir. Çocuklar birden fazla yoksulluğa/yoksunluğa maruz kalır. Örneğin yetersiz beslenme yaşayan bir çocuk da gelişim bozukluğu dolayısıyla öğrenme güçlüğü ve bu nedenle kaliteli bir eğitime erişme güçlüğü de çekebilir. Bütün bunların yanısıra yeterli sağlık hizmeti alma hakkına erişiminin de mümkün olmayacağını varsaymak yanlış olmayacaktır.
Yetişkin olduğunda ise eğitimsiz ve sağlıksız bir insan olarak düşük kaliteli bir işte, daha ucuza çalışabilir. Bu nedenle yoksulluk sadece gelirle ölçülemez ve yoksullukla mücadele programları yalnızca gelir desteği ile ele alındığında ise maalesef olumlu sonuçlar alınamaz. Geliri belirleyen en önemli faktörlerin başında eğitim ve istihdam gelmektedir. Bu nedenle çocuk yoksulluğu, çocuğun yetişkin olduğunda da “onurlu, özgür” bir yaşama erişememe durumudur. Çünkü çocuk, yoksul bir ailede doğmuşsa aynı anda birden fazla hak ihlaline yani yoksulluğa/yoksunluğa maruz kalabilir. Bu nedenle yoksulluk kavramı bugün, kültürel, sosyal, bölgesel özelliklerinin yanı sıra siyasi ve psikolojik yanı da dikkate alınarak çok boyutlu bir kavram haline gelmiştir. Yoksulların güçlendirilmesinin en temel yolu, hak temelli bakış açısına sahip olmaktan geçer. Yoksul çocukların sadece ihtiyaçlarının karşılanması değil adil bir biçimde temel haklara sahip olmaları gerekmektedir. Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında yoksulluğu görünür kılmak, önlemek ve ortadan kaldırmak gerçekten “kimsesizlerin kimsesi” bir ülke olmanın tek yolu sosyal devletin yeniden inşasıdır. Çünkü yoksullukla mücadele asıl olarak sosyal devletin en temel görevidir.
SOSYAL DIŞLANMA KADER OLMAMALI
Açlık ve bakımsızlık nedeniyle büyümeyen çocukların, birtakım tarikatların evlerinde “intihar” eden yoksul çocukların, okula giderken beslenme koyamayan ailelerin, okulu bırakıp çalışan çocukların “kimsesiz” olmadığını göstermek için en birincil önceliğimiz çocuklar olmalı. AK Parti döneminde yoksulluk politikaları hak temelli olmayan, sadece “sosyal yardım” etrafında şekillenmekte ve yoksulluk yaşayanları üretimin içine katan sürdürülebilir bir politika üretmemektedir. Verilen destekler ailelerin temel ihtiyaçlarına ulaşımlarını dahi sağlamakta yetersiz kalırken, destek alan kişilerin güçlenmesine yönelik herhangi bir takip mekanizması yürütülmemekte, destekler ekonomik düzeyde kalmaktadır. Sosyal desteklere erişimdeki eşitsizlik, sosyal destek alanlara yönelik ön yargı, etiketlenme, zaman zaman çalışanların inisiyatifine bırakılan adaletsiz dağıtım ile de iktidarın yarı aç yarı tok tutan bir yoksulluk politikası benimsediğinin de göstergesidir. Çünkü üretim odaklı ve bireyi özgürleştirmeyen sosyal destekler, biat, itaat, önyargılı, kibirli bir bakış açısıyla gerçekleştirildiğinde yoksulluk yaşayanlar üzerinde daha da derinleştiren bir siyasi baskı aracına dönüşüyor. Oysa hak temelli, yani insan hakları temelli yaklaşım yoksulları; “ihtiyaç sahibi”, “muhtaç” değil, hak sahibi olarak görür.
İnsan hakları temelli yaklaşım, yoksulluk çalışmalarına temel olan bir çerçevedir. İnsanların kendi haklarını, onlara bahşedilen, lütfedilen bir seçenek ya da hediye olarak görmemesini sağlar. Haklarını açık, şeffaf ve katılımcı bir bakışla yasal bir çerçeveye oturtarak insanları haklarını bilme ve talep etme konusunda güçlendirir. Ayrıca, kamunun, özel sektörün, yerel yönetimlerin, sivil toplum örgütlerinin kendi yükümlülüklerini yerine getirmesini sağlar, insanların hakları ihlal edildiğinde çözüm arayabilmeleri için hesap verebilirlik oluşturur. Böylece yoksullukla ilgili yapılan her politikaya, yani yoksulların haklarını etkileyen her karara bu yoksunluğu yaşayanlar katılır. Bu politika hem parlamentoda hem de yerel yönetimler için geçerli olmalıdır. Çünkü yoksulluk bir insan hakları ihlali ve dolayısıyla özgür ve onurlu yaşayamama halidir. Bu nedenle de yoksulluk yerel yönetimler, kamu kurumları, özel sektör ve sivil toplum örgütlerinin ortaklaşa sorumluluk üstlenmesi gereken çok boyutlu bir meseledir. Ancak bu sorumluluk paylaşıldığında gerçekçi ve hak temelli bir çözüm üretmek söz konusu. Bir sonraki nesile yoksulluğun devredilmesi ve sosyal dışlanmanın sürmesi bir “kader” olmamalı, yoksulluğun önlenmesi, net ve gerçekçi bir yoksullukla mücadele ile gerçekleşir.
TÜİK 2022 yılı “çocuk, yoksulluk ve yaşam” verisine göre 0-17 yaş arası 9,4 milyon çocuk, yani neredeyse her iki çocuktan biri çok ciddi yoksulluk ve sosyal dışlanma riski altında. Bu çocuklar aslında tam olarak görmezden geliniyor, yok sayılıyor. Yoksulluk ve sosyal dışlanma derinleşip uzadığında ise çocuğun ruh sağlığı da olumsuz etkileniyor, strese, kaygıya yol açıyor. Daha fazla sosyal dışlanma ile karşı karşıya kalıyor. Çocukların karşılaştığı damgalanma, etiketlenme ve olumsuz önyargılar yoksul olmayan çocuklara göre daha fazla. Ayrıca son yıllarda yapılan araştırmalarda, yoksulluk koşulları altında büyüyen çocukların varlıklı ailelerdeki çocuklara göre okul terk etme oranı daha yüksek olduğu ortaya çıkmıştır. Ekonomik nedenlerle okulu terk eden bu çocuklar erken yaşta çalışmaya başlıyorlar. Bu veriler bize sosyal dışlanmanın sistemin bir parçası olduğunu gösteriyor. Sosyal dışlanma, bu çocuklarda öfkenin, kaygının artmasına neden oluyor. Ve tabii ki önlem alınmadığında sonrasında bir kısmı da suça sürüklenmiş çocuklar olarak karşımıza çıkıyor. Sosyal devlet bu korkunç verilerin çoğalmasını seyreden değil müdahale ederek azaltan devlettir.
Yoksulluğun önlenebilmesi insan hakları temelinde bütüncül politikalar oluşturmak, kamu kurumlarını bu mücadeleye göre yapılandırmak ve geliştirilecek politikaların da uluslararası insan hakları normlarına ve değerlerine dayandırılması ile mümkün olabilecektir. Bu gerçekliğin farkında olarak Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında asıl olarak yoksulluğun kolaylıkla görünebilir, izlenebilir olduğuna ve doğru politikalarla önlenebileceğine ve yoksulluğu önlemek için tüm boyutlarıyla bütünsel bir yaklaşımla mücadele edilmesi gerektiğine inanıyorum.
YOKSULLUĞA KARŞI ANAYASAL GÜVENCE
Türkiye’nin de parçası olduğu Avrupa Konseyi Avrupa Sosyal Şartı’nın 30. Maddesi "yoksulluktan korunma hakkı”nı tanımlamaktadır. Benzer şekilde BM Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi 12. Maddesi ve BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 26 ve 27. Maddeleri "beslenme, giyim ve konut dahil, yeterli bir yaşam düzeyi ve yaşama koşullarını sürekli olarak geliştirme hakkı”nı temel haklar arasında tanımlamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90. Maddesi'nin son fıkrasında “usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası Anlaşmalar kanun hükmündedir” denmektedir. Dolayısıyla Anayasa ile güvence altına alınan uluslararası sözleşmelerin yükümlülükleri çerçevesinde yoksulluk, eğitimden sağlığa birçok alanda insan haklarının ihlaline neden olan siyasi ve sosyo-ekonomik sorun olarak görülmelidir. Bütün bu derin yoksulluk hallerinin ortadan kaldırılması ve insana yaraşır bir yaşamın sağlanması için insan hakları temelli bir yaklaşımı esas alarak yoksullukla mücadele edilmelidir.
Yoksulluk hallerini, gerçeklerini görmemiz ve tanıklık etmemiz yoksullukla mücadeleye başlama zamanının çoktan geldiğini ve daha da önemlisi bu mücadeleden geri durmamamız gerektiğini göstermektedir. Yoksullukla mücadele ederken aynı zamanda hem yasal içerikler hem de kamu kurumlarında olmayan ya da yetersiz kalan “hak” kavramının taraf gözetmeden yapısal politikalarla desteklenmesi gerekmektedir. Yoksulluğu devam ettiren yapısal problemleri ortadan kaldırmak, aynı zamanda yoksulluk içinde yaşayanların erişemedikleri eğitim, sağlık, barınma, beslenme, sağlık gibi temel haklara sahip olmaları için desteklenmelerini, hayırseverlikten ve yardıma muhtaç bırakılmaktan öte yoksullukla mücadelenin yasal bir dayanak ve kurumsal araçlarla ele alınmasını zorunluluk haline getirecektir.
Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına girerken imzaladığımız sözleşmeleri de hatırlatmakta yarar var çünkü artık bu sözleşmeler sadece kağıt üzerinde kalmamalı. Birleşmiş Milletler Şartı amaç ve ilkeleri, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve İnsan Haklarına İlişkin Uluslararası Sözleşmeler tüm insanların korku ve yoksulluktan kurtulabilecekleri bir dünya idealini rehber edinmiştir. Bu doğrultuda, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi:
Madde 22- Herkesin, toplumun bir üyesi olarak, sosyal güvenliğe hakkı vardır.
Madde 23- Herkesin kendisi ve ailesi için insan onuruna yaraşır ve gerekirse her türlü sosyal koruma önlemleriyle desteklenmiş bir yaşam sağlayacak adil ve elverişli bir ücrete hakkı vardır.
Madde 25- Herkesin kendisinin ve ailesinin sağlık ve refahı için beslenme, giyim, konut ve tıbbi bakım hakkı vardır. Herkes, işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaşlılık ve kendi iradesi dışındaki koşullardan doğan geçim sıkıntısı durumunda güvenlik hakkına sahiptir. Anaların ve çocukların özel bakım ve yardım görme hakları vardır. Bütün çocuklar, evlilik içi veya evlilik dışı doğmuş olsunlar, aynı sosyal güvenceden yararlanırlar.
Madde 26- Herkes eğitim hakkına sahiptir. Eğitim, en azından ilk ve temel eğitim aşamasında parasızdır.
Bu maddelerin koşullarını sağlamak için çalışmalıyız. Tam da bu nedenle Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında “her çocuğun yoksul olmama hakkı vardır” sözünün rehberliğinde mücadele etmeye devam edeceğiz. Son olarak “kimsesizlerin kimsesi” Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında hiçbir çocuk ne okulda, ne de evde “aç” ve eğitim de de “geride” kalmamalı. Çocuklara bırakılacak miras yoksulluk değil eşit, adil, barış içerisinde umutlarının ve hayallerinin peşinden gidebilecekleri bir gelecek olmalı.
*CHP Yoksulluk Dayanışma Ofisi Koordinatörü
** https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1130221