Kırık bir kalbi tamir etmenin yolları

Mary Oliver yanlış mevsim diye bir şeyin olmadığını söylüyordu. Ben yaprak dökmenin yanlış bir şey olmadığını anlıyorum bundan. Sanırım kırık kalpleri tamir edebilmek için de kolay bir formül yok.

Google Haberlere Abone ol

Beni iyi hissettiren bir şiirden söz etmek istedim bu kez. Hem sizin için hem kendim için. Sonbaharın en güzel günlerinde yanınızda olması için. Ve tabii eğer mümkünse, kırık kalpleri tamir etmesi için.

Sonbahar, en sevdiğim şairlerden biri olan Mary Oliver’in 'And Bob Dylan Too' (Ve Bob Dylan da) isimli şiiriyle baş başa geçiyor benim için. Onun küçük kitabını hep çantamda taşıyor, her yere yanımda götürüyorum.

Ağaçlar yapraklarını dökerken, yaşamak için buna ne kadar ihtiyaç duyduklarını görüyorum ve ben de onlarla birlikte yaprak dökmek, geçmişin yüklerinden kurtulmak, yeniden çiçek açmaya hazırlanmadan önce biraz dinlenmek istiyorum. Ağaçlar kırık bir kalbin iyileşmesinin tek yolunun geçmişe tutunmayı bırakmak olduğunu söylüyor ve ben onlara bütün kalbimle inanıyorum. Sanırım sonbaharı da en çok bana bunu hatırlattığı için seviyorum.

SCHUBERT, YAPRAKLARIN HIŞIRTISI, DUYMAYI HİÇ SEVMEDİĞİMİZ GÜRÜLTÜLER...

Mary Oliver’ın kitabındaki en tatlı şiirlerden biri olan bu Bob Dylan şiirini ise Schubert, 'Blonde On Blonde, dalgaların sesi, yaprakların hışırtısı ve bazen de duymayı hiç istemediğim gürültüler eşliğinde okuyorum.

Onu her sabah bahçede bir fincan kahve içerken okuyorum. Onu gün batarken deniz kenarında okuyorum. Onu geceleri yatmadan önce yatağımda kendime tatlı rüyalar dilemek için okuyorum.

Bu tuhaf şiir, biricik kılavuzum Bob Dylan’dan bir alıntıyla başlıyor: "Hakkında düşünmeye değer her şey hakkında şarkı söylemeye değer." Mary Oliver ise buna tüm sevecenliği ve bilgeliğiyle şunu ekliyor: "Tam bu yüzden övgü dolu, sevgi dolu ve acı dolu şarkılarımız var zaten."

Bizi etkileyen her şeyin bir şarkısı olduğunu düşünüyorum ben de. Beni etkileyen her şey hakkında yazmak için dayanılmaz bir istek duymaya başlıyorum. Ama yazmak yerine şiiri okumaya devam ediyorum ve Mary Oliver yalnız dağlarda koyunlara şarkılar söyleyen çobanlardan söz ederken, ben de yalnız bir dağ olduğumu hayal ediyorum.

Tıpkı meditasyon yaparken bazen düşündüğüm gibi, yalnız bir dağ olarak çevremdeki her şeyin nasıl da durmaksızın değiştiğini ve bütün bunlara rağmen yerimde sapasağlam durmaya devam ettiğimi düşünüyorum. Olayların, kişilerin, üzüntülerin, hayal kırıklıklarının, hatta sevinçlerin gelip geçmelerini izlemek. Fırtınadan ve sisten korkmamak. Ve hiçbir şeyin seni yıkamayacağına inanmak… Güzel olurdu bir dağ olmak.

Mary Oliver, Ohio’nun küçücük bir kasabasında doğmuş. Doğayı seven, hayalperest bir çocukmuş. Neden, bilmiyorum ama bu satırları yazarken onun da tıpkı benim gibi hissettiğine inanıyorum. Onun da zaman zaman kendini yalnız bir dağ gibi hissettiğine ve belki de bu şiir aracılığıyla ona şarkı söyleyen tüm çobanlara teşekkür etmek istediğine.

Bob Dylan ise benim çoban yıldızım oldu her zaman, tuhaf bir biçimde Schubert ile birlikte. Belki de bu şiirden böylesine etkilenmemin sebebi bu iki ismi yan yana getirmesidir. İşte, benim için eşit derecede dokunulmaz olan Schubert’in bir rüya kadar güzel Fantasie in F Minor eseriyle Bob Dylan’ın Blonde on Blonde albümünü arka arkaya dinlerken kendimi bu şiirin içinde buluverdim yine.

'TEŞEKKÜR EDERİM'

Çoban yıldızımın ismi şiirde sadece başlıkta kullanılmış ama her nasılsa her dizeye damgasını vurmayı başarıyor. Öte yandan, Mary Oliver bize Schubert’i kafelerde peçetelere yazarken tasvir ediyor. “Bir kafe peçetesine bir şeyler karalayan Schubert’i düşünüyorum,” diye bitiriyor sözlerini. “Teşekkür ederim, teşekkür ederim.”

Merak ediyorum, bu teşekkür gerçekte kimin içindi? Schubert için mi, Dylan için mi, şarkı söyleyen çobanlar için mi? Yoksa şair, ozan Orpheus’un soyundan gelen tüm müzisyenlere mi teşekkür etmek istiyordu? O da zaman zaman tıpkı benim gibi kalbinin derinliklerinde onun altın lirini mi duyuyordu?

Mary Oliver yanlış mevsim diye bir şeyin olmadığını söylüyordu. Ben yaprak dökmenin yanlış bir şey olmadığını anlıyorum bundan. Sanırım kırık kalpleri tamir edebilmek için de kolay bir formül yok. Onların bir süre kırık kalmalarına izin vermek gerekiyor.

Sonrasında ağaç çıplak kalacak. Dinlenecek, güç toplayacak, müzik ve şiir sayesinde kim olduğunu yeniden hatırlayacak. Acele etmeksizin, kendinden başka bir şey olmaya çalışmaksızın kendine inanmayı, yalnız bir dağ olmayı öğrenecek ve tam da bunu öğrendiği anda, aslında hiçbir zaman yalnız olmadığını fark edecek. Yapraklarıyla, dallarıyla, kökleriyle ve yeniden açan çiçekleriyle bir koloni olduğunu…

Ve işte o zaman, nihayet ben de fark edeceğim bunu.