Kırılgan erkeklik, ince kırmızı hatlar ve kadınlar: Kuru Otlar Üstüne
“Kuru Otlar Üstüne”nin en cesur yanı bence Samet’in bir kız çocuğu ve bir kadınla kurduğu ilişkide ortaya çıkan çiğliğini tüm nakışlarıyla serimleme gücü. Geriye kalan her şey erkekler ve erkeklikler arasında geçse de, filmin en önemli kırılma noktaları, en kırmızı ve en parlak çizgileri buralarda ortaya çıkıyor.
“Ama bana öyle geliyor ki, dünyada güzel olan her şey, daha insana ulaşamadan, insanın kendi ördüğü ağlara takılıp kalıyor.”
Nuri Bilge Ceylan’ın son filmi “Kuru Otlar Üstüne”de Nuray’ın (Merve Dizdar) söylediği bu hayli afili söz, filmin temel bir meselesini de iyi anlatıyor. Karla kaplı kış ve kuru otlarla dolu yazın arasından okun bile geçmediği, iki mevsimli, yeşermeyen ve yeşertmeyen bir coğrafyada geçiyor film. Erzurum’un ücra bir beldesindeki dört yıllık hizmetini tamamlayıp İstanbul’a dönmek için gün sayan, alabildiğine sinik, narsistik ve tabii umutsuz bir karakter, Samet (Deniz Celiloğlu) başrolde. 13-14 yaşlarındaki bir kız öğrencisiyle kurduğu, istismara çok yaklaşan yakınlıktan, 10 Ekim Gar Katliamı'nda bir bacağını kaybetmiş Nuray’la temelde ev arkadaşı Kenan’la (Musab Ekici) arasındaki eril itişmenin kazananı olma motivasyonuyla sevişmesine dek, koyu gri bile değil, karanlığı çok ağır basan bir erkek karakter.
“Kış Uykusu”nun yaşını başını almış Aydın’ı tüm bilmişliği, dünyayı yiyip yutmuş da kendini çözümlemekten ırak halleriyle bile yer yer empati kurulmaya müsait bir erkekti. "Ahlat Ağacı”nın, bir türlü çıkamadığı kasabasıyla, babasıyla, kadınlarla, atanamamış bir yazar olarak sonraki kuşaklarla, en çok da kendisiyle kavgalı Sinan’ı, tüm bu çıkışsızlık içinde yer yer de masumdu. Sinan o demde acılaşa acılaşa ergenlikten doğrudan “herif”liğe geçer ve bu masumiyet yitimi de ondaki iyi her şeyi siler süpürür diye tahminde bulunmak zor değildi. 35’ini devirmiş görünen Samet işte bütün bu karakterlerden izler taşıyor. Bir Doğu köyünde “çile dolduran”, bilgili olmasına bilgili ama toplumsalı pek dert edinmeyen, her şeye tepeden bakan, hiçbir taşın altına elini koymadan sürekli homurdanan bir erkek olmasının yanı sıra, “öyle değilmiş gibi” görünen kötücüllüğün belki en tehlikeli türüne sahip: Yaptıklarını ve kendini sorgulamıyor, her şeyi hakkı görüyor. Suç hep başka yerde! Samet, doğduğu yerin yazgısından çıkamayan Sinan’ın aksine, buraların yabancısı olarak kendini öyle bir nimetten sayıyor ki insanları manipüle etmekte, oyunlar kurmakta hiçbir sakınca görmüyor.
Hikayesi ana hatlarıyla duyulduğunda düşündüğümüz “fail mi mağdur mu” sorusu etrafında inşa edilmiyor film. Ana karakterini olay ve durumlara karşı takındığı tüm tavırlar içinde, olduğu gibi göstererek, ahlaki yargılardan kaçınmakla birlikte genel planlarda enine boyuna, az kullandığı yakın kadrajlarda ise Samet’in normal zamanda güleç sayılabilecek yüzündeki eril öfkeye ve çok iyi işlenmiş gündelik detaylara odaklanarak kırılgan ve toksik erkekliğin ciğer röntgenini çekiyor.
Geçtiği coğrafya ve jandarma komutanından iktidarın palazladığı okul müdürüne, okuldaki öğretmenlerden dağa çıkma düşünceleri içindeki depresif gence, Alevi ev arkadaşı Kenan’a (Musab Ekici) ve “dayanışmacı, örgütlü solcu” Nuray’a dek film boyu girdiği sayısız uzun diyalogda Samet’in üstten tavrı pek değişmiyor. Başlıca zayıf karnı ise sınıfındaki parlak, neşeli ve “işveli” bir kız çocuğu, Sevim. (Ece Bağcı). Filmin, çoklu hikâye ekseni içinde zaman zaman geriye düşse de aslında temel hikayesi de Samet’le Sevim arasındaki netameli bağ ve bunun sonuçları.
Bir eğitimci olarak sınıfın en alımlı kızına gösterdiği aşırı ilginin uygunsuzluğunu da, çocuk psikolojisi üzerindeki olası etkilerini de hiç sorgulamıyor Samet. Çünkü kendini bu okuldan çok daha fazlasına layık gördüğü gibi, Sevim’e duyduğu ilginin temelde aşk ve cinsellik tonlarını da içerdiğini hiç düşünmüyor ya da bunda bir beis görmüyor. Derslerde sadece sınıfın en hoş kızlarına söz verdiği, onlara çeşitli hediyeler getirdiği, odasında kıkır kıkır sohbet ettiği Sevim’in saçıyla oynadığı, omzuna elini attığı zaman sınırları aştığını düşünmüyor. O bu beldenin bağnaz yapısına bir nebze ışık getirmeye çalışan ve tabii anlaşılamayan bir medeni, beyaz adam kendisine göre.
"Kuru Otlar Üstüne"nin en cesur yanı bence Samet’in bir kız çocuğu ve bir kadınla kurduğu ilişkide ortaya çıkan çiğliğini tüm nakışlarıyla serimleme gücü. Geriye kalan her şey erkekler ve erkeklikler arasında geçse de, filmin en önemli kırılma noktaları, en kırmızı ve en parlak çizgileri buralarda ortaya çıkıyor.
"Vaktinden önce gelişmiş, işveli, canlı ve uyanık köylü kızı" olarak görüyoruz Sevim’i önce. Bu anlamda “Ahlat Ağacı”nın Hatice’siyle (Hazar Ergüçlü) bazı benzerlikleri var. (Yönetmenin imzası daima çok belirgin olsa da Ebru Ceylan’la beraber her iki filmin de ortak senaristlerinden Akın Aksu’nun varlığı da biraz, bu iki filmi çok belirgin olmayan bazı açılardan kardeş kılıyor.)
Sevim karakteri ve öğretmen Samet’le arasında geçenler, Samet’in "Gülün Adı"ndan, maalesef "Lolita"ya uzanan çizgide bir coğrafyayı terk ediş ve imkânsız aşk notaları içeren final sesine dek, çok ince bir ipte oynayan, çok zor bir hikaye. Ama yönetmenin ve filmin bakış açısının Sevim’in insanı büyüleyen bütün karelerine rağmen bir istismar güzelleme tonu içerdiğini söylemek büyük haksızlık olur. Başta da dediğim gibi tam tersi hatta olan. Bir kız çocuğunun canlılığında çoktan kaybettiği ışığı ve şimdiden heba olmuş geleceğini arayan, onun aşkının projeksiyonunda kendini olduğundan daha iyi gördüğünden salt ruhu değil dişleri kamaşan, yetişememiş bir yetişkin erkeğin tüm zaaflarıyla portresini izliyoruz. Sevim’in işveli, neşeli doğası “esas kızlar koca koca adamları ayartıyor” berbat klişesine hizmet etmiyor. Sevim elbette erkenden albenili ama daha önemlisi de aslında öğretmeninden daha güçlü, dürüst ve cesur bir karakter. Ve ne olursa olsun aşk mektubu ele geçirilip Samet tarafından alıkonulduğunda incinen ruhunu hiç gizlemeyen, sonra da aşkını haklı bir öfkeye tahvil eden bir çocuk. Sevim sinemanın çok sevdiği “şeytan kadın” imgelerinden değil, bulunduğu coğrafyanın tüm tökezletmelerine rağmen cesur iç hayvanını henüz koruyabilen güzel bir çocuk. Film boyunca en az konuşan karakter o. Çünkü mektubunu Samet’in onu korumak için değil belirsiz arzu nesnesinden gelip cılız varlığını yüceltecek bir diş kamaşmasıyla alıkoyduğunun farkına varıyor. Bu onursuzluğu da şikayetle cezalandırıyor. Ne önce ne sonra Samet’in uzun tiratlarına cevap bile vermiyor. Çünkü tüm bunların altında yatanı, “yetişkin yalan”ı seziyor.
Ona yazdığı aşk mektubu aramada yakalanıp öğretmeni Samet tarafından alıkonulduktan sonra yakın kız arkadaşı ile birlikte onu ve arkadaşı Kenan’ı pat diye “uygunsuz davranışlar”dan şikayet eden Sevim, Pandora’nın kutusunu açıyor. O ana dek kız öğrencilerle ilişkisine hiç tanık olmadığımız, genel olarak da coğrafyaya uygun, ölçülü, efendi tavırlarıyla böyle bir potansiyeli hiç hissettirmeyen Kenan da giriyor devreye. Kaymakama kadar gidiveren bu suçlama, her iki erkek tarafından da büyük haksızlık duygusu ve öfkeyle karşılanıyor. Rahatına ve boğazına düşkün, her yola gelen tipik bir adam olan beden öğretmeninin (Erdem Şenocak) katkılarıyla, iki ev arkadaşı arasındaki gizli rekabet de iyice su yüzüne çıkıyor. Çok yakın görünen erkek arkadaşlıkların da daima sidik ve güç yarıştırmalı toksik yanını çok güzel anlatıyor film. Tam buradan da hikâyenin ve belki de tüm Nuri Bilge Ceylan filmlerinin en önemli kadın karakterine bağlanıyoruz, Nuray’a.
Nuray Ankara’da uzun süre yaşadıktan sonra (filmde tam adı konmasa da tüm detaylarıyla işaret edildiği gibi) gar katliamında bacağını kaybetmiş bir öğretmen. "Böyle şeylere", mezhep farklılıklarına falan itibar etmeyen, yaşadığı trajediye rağmen dayanışma, mücadele ve değişime umudunu ilkece yitirmemiş, reel hayatta ise filmde tartışılan bir kavram olarak "umut yorgunu" bir karakter. Ama sinik ve umutsuz değil. Bu açıdan tam zıddı gibi olan Samet’ten, karşılaştığı anda pek hoşlanmıyor. Samet de tüm ukalalığıyla kadını, “ikiniz de buralı ve Alevisiniz işte, anlaşırsınız” diye arkadaşı Kenan’a itiyor. Kenan, hep aradığı kadının bir imgesini bulmaya çok hazır olduğu Nuray’a hayran, alçak gönüllü ve dostane davranıyor. Nuray da biraz da Samet’e gıcıklığının etkisiyle belki, bu mütevazı, yardımsever, sıcak adama daha çok ilgi göstermeye başlıyor. (Bu noktada Nuray’ın film boyu konu edilen protezli bacağına Kenan’ın “olsun belki de daha iyi” yorumu da çok çarpıcı. Birçok ortak değer paylaşsalar da böyle güçlü bir kadın karakterin “eksik” yanının Kenan için sorun olmaması değil mesele. Bu onu neredeyse rahatlatıyor. Epey mütevazı bir kılık altında da olsa, hala toksik erkeklikteyiz.)
Nuray’ı bir çırpıda göz ardı etmiş olan Samet, onun Kenan’a daha çok ilgi gösterdiğini anladığı andan itibaren öfke ve rekabete kapılıyor. Sevim’in “golü”yle beraber açığa çıkan erkekler arası gizli itişmenin yönü değişiyor böylece. Manipülatif Samet, ortak davet edildikleri yemeğe maydonoz sarar gibi sardığı bir demet çiçekle, Kenan’a haber vermeden yalnız gidiyor. Bu yemekteki uzun diyalog büyük oranda bir ideoloji, mücadele inancı, hayatın seyircisi/aktörü olmak ve Samet açısından bolca yüzleşme de içeriyor. Bu noktada metnin, hikâyenin ve oyuncuların gücüne karşılık bu tür diyalogların yer yer fazla kitabiliği insanı yine düşünmeye itiyor: Gerçek hayatta insanlar bu açıklık ve tartışma programı becerisiyle konuşabilseydi, dünya bu kadar toksik bir yer olur muydu? Yine de Ceylan filmlerinin imza kısmına girmekte olan bu diyalogların da yer yer didaktikliğine eyvallah diyeceğimiz kadar ustalıklı bir anlatımı ve gücü var “Kuru Otlar Üstüne”nin.
Uzun yemek sahnesinden sonra hem beklediğimiz hem de beklemediğimiz bir şey oluyor. İki karakter arasındaki duvar, bir sevişmeye uzanacak biçimde yıkılırken dördüncü duvar da yıkılıyor. Bir Nuri Bilge Ceylan filminde gördüğümüz en yenilikçi, üst kurmaca sahneye adım atıyoruz buradan. Samet, Nuray’ın odasına girmeden önce kapıdan “set”e çıkıyor. Uzun bir yürüyüş akabinde banyoda cinsel uyarıcı olduğu pek su götürmeyen bir ilaç aldıktan sonra Nuray’ın odasına geri giriyor. Bu çok tuhaf, yabancılaştırıcı sahne ve zamanlaması yoruma çok açık: Benim yorumum, sadece Samet karakterinin değil, aracılığıyla filmin temel meselelerinden biri olan erkekliklerin dış dünyasına da giriyoruz, buna oyuncu da dahil. Bunun evet yalnızca bir film olduğunu şu andan sonra olacakların da gerçeklik/manipülasyon/hayattan büyük ve geri dönüşsüz anlar çizgisinde çok önemli bir yere oturacağını seziyoruz. Çok az rastlayacağımız biçimde bir bacağı olmayan bir kadını çok kırılgan ve cesur bir halde bir erkekle sevişmeye hazırlanırken “yarı” çıplak görüyoruz. Yabancılaşma, sahnenin gücünü azaltmayıp artırıyor böylece.
Samet’in Samet’ten bekleneni yaptığı, Kenan’ın ağır bir kırılma yaşadığı, artık araba da kullanabilen Nuray’ın gidip bu erkeklerle yüzleştiği sahnelerden sonra Samet’in Sevim’le yüzleşemediği (daha doğrusu kızın, hikâyeyi onun yazmasına izin vermediği) bölüm geliyor. Üçlünün beraber gezdiği ilginç bir barışçıllıkla, hep hayal ettiği “buradan kurtulma” fantezisi gerçekleşen Samet’in iç sesi ise temelde Sevim’den bahsediyor. Kardan güneşe, kuru otlar arasında finale eriyoruz.
Her şeyiyle olağanüstü, aldığı ödülü sonuna dek hak eden Merve Dizdar’ın yanı sıra, bu kadar zor ve olağandan “dark side”a geçişi an meselesi bir karakterdeki oyunculuğuyla bize bir de müthiş Deniz Celiloğlu armağan ediyor film. Son yıllarda izlediğim en güçlü çocuk oyuncu performanslarından biriyle Ece Bağcı, Musab Ekici başta olmak üzere filmde tüm oyunculuklar ve oyuncu yönetimi çok iyi.
Karşımızda 3 saat 17 dakikalık, bazen zorlasa da dünyasından kopmamıza bir an bile izin vermeyen, bizi yine insanın en derin kuyularına indiren, katartik anları pek az, buna rağmen belli bir mizah duygusunun da aydınlattığı, Nuri Bilge Ceylan ustalığının kendini tekrar etmeyip her açıdan biraz daha yükseldiği, çok güçlü bir film var. Bana göre en iyi yanlarından biri de, bu kez kadın karakterlerin çok daha incelikli ve iyi işlenmiş olması. Bu karanlığa dalmaya hiç çekinmeyin, salondan sinemanın ışığıyla çıkacaksınız.
Zehra Çelenk Kimdir?
Senarist ve yazar. Şiirleri erken yaşlarda Türk Dili, Yeni İnsan, Mavi Derinlik, Broy gibi dergilerde yayımlandı. Üniversitede okurken çeşitli dizilerin yazım ekiplerinde yer aldı. Dizi yazarlığının yanı sıra reklam metinleri, müzik videoları, tanıtım filmleri kaleme aldı. Senaryo seminerleri verdi. Lisans ve yüksek lisansını tamamladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon, Sinema Bölümü'nde 2007-2014 yılları arasında Televizyon Yazarlığı dersini verdi. 2007- 2008'de TRT 1'de yayınlanan Yeni Evli adlı 175 bölümlük günlük komedi dizisinin proje tasarımını, başyazarlığını ve süpervizörlüğünü yaptı. 2011'de, öykü ve senaryosunu yazdığı Hayata Beş Kala adlı dizinin yapımcılığını üstlendi. Seyyahların İzinde ve Anadolu'da Zaman gibi TV belgesellerinde de yapımcı olarak görev aldı. Öykü ve senaryosunu yazdığı, 2014'te Fox TV'de yayınlanan Ruhumun Aynası adlı dizisi, 2015'te Artemis'ten aynı adla yayımlanan ilk romanına ilham oldu. Türkiye'de bir diziden romana uyarlanan ilk eserdir. İstanbul'da yaşıyor, TV- sinema işleri ve edebiyatla uğraşıyor.
Dünyayı değiştirirken kendi yaralarını da sarmak mümkün mü 16 Ekim 2024
Doğumdan ölüme eril tahakküm ve artan şiddet 06 Ekim 2024
Kadınların mutluluğu ve mutsuzluğu 24 Eylül 2024
Melek değil katledilmiş bir kız çocuğu: Narin’e ne oldu? 10 Eylül 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI