Kısa kes Aydın abası olsun
Başlığı yanlış yazdığımı mı düşündünüz? Hiç de değil! Nedenini ilerleyen satırlarda öğreneceksiniz. Evliya Çelebi’ye göre “dağlarından yağ, ovalarından bal akan”, Herodot’a göre “yeryüzündeki en güzel gökyüzünün altı ve en güzel iklimin bulunduğu” yer olsa da günümüzde yaşayanlara göre “cehennem simülasyonu” Aydın’dayız bu hafta...
Balıkesir, eskiden en güzel aba kumaşlarının dokunduğu yermiş. Evvel zaman içinde Balıkesir’e yolu düşen bir adam, buranın meşhur aba kumaşından elbiselik almış, memleketine götürmüş. Elbise diktirmek için doğru terzisine gitmiş. Terzi, adamın ölçüsünü aldıktan sonra, “Bu aba hem üstlük hem de şalvar dikmeye yetmez.” demiş. Bunun üzerine adamın tepesi atmış ve terziye “Yahu nasıl yetmez? Etekleri kısa olsun, kısa kes Aydın abası olsun.” diye bağırmış.
Zaman içinde “Kısa kes Aydın havası olsun”a dönüşen ve Türk Dil Kurumu’na göre şaka yollu “sözü fazla ve gereksiz yere uzatma” anlamında kullanılan bu sözün çıkışına dair başka bir söylence ise şöyle:
Yeniçeriliği kaldırıp ondan hiçbir iz kalmamasını isteyen II. Mahmud, 1826 yılında kıyafet nizamnamesi hazırlar. Sarık ve cüppeyi yasaklar; devlet memurlarına, fes, pantolon ve ceket giyilmesi zorunluluğu getirir. Aydın’da dağlarda dolaşan; daha rahat hareket etmek ve zaptiyeden hızlıca kaçabilmek, çalıya çırpıya takılmamak için dizlerine kadar uzanan potur giyen efeler de bu yasaklardan nasibini alır. Onların da abadan yapılmış kısa efe giysisini giymesi yasaklanır ve bunun yerine uzun şalvar pantolon giymeleri şart koşulur. Ancak Osmanlı’ya başkaldıran ve aba giymekten vazgeçmeyen efelerle devlet idaresi arasında ciddi çatışmalar yaşanır. Jurnallerden dolayı terziye açıktan “Kısa kes Aydın abası olsun.” demekten de çekinenler, kendilerince bir şifre belirleyerek, “Kısa kes Aydın havası olsun.” der.
Aydınlılar ise gerçekte bu deyimin şehrin havasından kaynaklandığını söyler. İlkbaharda yağan yağmur, ardından açan güneş, sonra yine bir anda değişen havasına gönderme yapılmaktadır onlara göre. Hava demişken Aydın’da yaşayanların herhâlde en büyük mutsuzluğu, gençlerin “cehennem simülasyonu”, halkın kokusunu da sevmedikleri jeotermal enerjiye bağladığı sıcak mı sıcak havası... “Türkiye’nin güneşe en yakın iliyiz.” deyip Adanalıları güneşe ateş etmek için Aydın’a davet ediyorlar hatta. Neyse biz havadan sudan konuları bir kenara bırakıp Aydın’ın efelerine dönelim.
ATÇALI KEL MEHMET EFE
“Aydın dağlarında gezerim gayri
Yazıldı fermanım okundu gayri
Aldım martinimi çıktım dağlara
Dünya bir olsa tutulmam gayri
Atçalı Mehmet’im bilsinler beni
Yoksulun yanında görsünler beni
Koyarım bu yola bu tatlı canımı
Dünya bir olsa tutulmam gayri
Oniki yaşımda binerdim taya
Minnet etmezdim paşaya beye
Bizi yaman bildirmişler devlete
Dünya bir olsa tutulmam gayri”
A
Aydın yöresine ait “Atçalı Kel Mehmet Efe” türküsünden de anlaşılacağı üzere eskiden bu topraklarda bir Mehmet Efe yaşarmış. Çocukluğunda çok ürkekmiş. Bir gün köy kahvesinde otururken ahalinin ve kendisinin devlet tarafından sömürüldüğünü ve yok yere acı çektirildiğini düşünüp buna bir çare arar ama ürkekliğini üzerinden atamazmış. Günlerden bir gün üç iri köpeğin saldırdığı cılız köpeği izlemeye koyulmuş. Sonunda çıkmaz sokağa kaçan cılız köpek, sırtını duvara verip bu üç köpeğe çılgıncasına saldırmış ve onları kaçırmayı başarmış. İşte Atçalı’nın hikâyesi de böyle başlamış. Sayısız filme, kitaba, makaleye, şiire konu olan Kel Mehmet Efe, genç yaşında dağa çıkarak, Aydın’daki ayaklanmaya önderlik etmiş. Osmanlı İmparatorluğu’nun girdiği savaşların vergi yükünden bunalan halka bu vergiyi kaldırdığını ilan etmiş, daha eşit kanunlar yapılmasını ve askerliğin yeni esaslara bağlanmasını istemiş. Zulmü ve adaletsizliği ortadan kaldırmak, yeni bir düzen kurmak için başlamış çalışmaya. Herkese de ilham olmuş. Günümüzde anısına, Aydın ve Nazilli arasındaki Atça kasabasında bir de heykeli bulunuyor.
BIYIKSIZ EFE OLMAZ!
Aydın’ın diğer bir millî kahramanı ise Yörük Ali Efe... Ali Efe’nin Yenipazar ilçe merkezindeki evi, mirasçılarının müze yapılması koşuluyla Kültür Bakanlığı’na bağışlanmış. Geçmişte yangında büyük hasar gören ev, aslına uygun restore edilmiş ve müze hâline getirilmiş. Bahçesinde Yörük Ali Efe'nin mezarı ve heykeli bulunuyor. Ama gel zaman git zaman bu heykel, “Bıyıksız efe olmaz!” diyenlerin tepkisini çekmiş. Sonuç mu? Heykel söktürülüp bıyık takılmış!
HEM DENİZLİ HEM DENİZSİZ
Türkiye’deki birçok il gibi Aydın da değişik bir yer. Didim’i, Kuşadası meşhur olunca insan Aydın’ı deniz kenarında bir il gibi hayal ediyor ama şehir merkezinin coğrafi olarak da kültür olarak da pek alakası yok. Aydınlı bir arkadaşım merkezi “Türkiye’deki en büyük köy” diye ifade ediyor ama şimdiye kadar Türkiye’deki herkesin kendi memleketi için benzer cümleler kurduğuna şahit oldum. Bu sanırım, bizim toprakların en ortak sorunu... Hatta Ekşi Sözlük’te Aydın’ı “yaşamaktan zevk alamadığım tek şehir” diye tarif eden birisi, yazdıklarını kötüleyen kişiyi bir yıl boyunca Aydın’da yaşamaya davet etmiş; eğer başarırsa ve hâlâ “İyi gayet” derse ona madalya takacağını da sözlerine eklemiş. Acaba o madalya takıldı mı diye biraz araştırdım ama bir şey bulamadım. Olayın kahramanları beni bilgilendirirse sevinirim.
MEYDANLARDA DANSE EDEN GENÇLER NEREDE?
Yetmemiş biri de kalkıp “Aydın ilinden nefret ediyorum” diye başlık açmış ama “Bilecik diye bir yerin aslında olmaması” başlığına gösterilen ilgi, Aydın’a gösterilmemiş. Şanslılar! Gençler, Aydın’dan -merkezini kast ediyorum- pek hoşlanmamalarının nedenlerinden biri olarak kentin yaşlı nüfusunu gösteriyorlar. Ama bunda ne Aydın’ın ne de yaşlıların bir suçu var. Sonuçta kent merkezleri, içinde yaşayanlara göre şekilleniyor biraz da... Yıllar önce otogarın yanındaki mermer zeminde hip hop dansları yapanlar, ya şehri terk etmiş ya da şehrin rutinine kendisini kaptırıp yaşlanmayı tercih etmiş. İllerin yöneticileri de vizyon değişikliğine gitmeyince pek bir değişim sağlanamıyor. Ağaçlı kent meydanının yerine beton bir alan yaptırmak da bu yazdıklarımla alakalı belki de...
'DAĞLARINDAN YAĞ, OVALARINDAN BAL AKAR'
Tarihte “Uygarlıklar Vadisi” olarak adlandırılan, eski isimleri Tralleis ve Güzelhisar olan Aydın için, Herodot, “Bizim yeryüzünde bildiğimiz en güzel gökyüzünün altı ve en güzel iklimin bulunduğu yer.” demiş. Ama bunu söylerken Aydın merkezi değil, Kuşadası’ndaki Panionion’u kast ettiği söyleniyor. İlerleyen satırlarda Panionion’un nasıl bir yer olduğunu anlatacağım. Evliya Çelebi ise “Dağlarından yağ, ovalarından bal akar.” demiş Aydın için. Bu sözün hakkını verircesine inciri pek meşhur... 2020 TÜİK verilerine göre Aydın; yağlık zeytin, incir, kestane, kereviz üretiminde Türkiye’de birinci; pamuk ve çilek üretiminde ikinci; taze börülce ve sofralık zeytin üretiminde ise üçüncü sırada yer alıyor. Üretimde iyi ama Aydınlılar, bu potansiyelin Aydın’da işlenmemesinden ve bunun için yeterli sanayileşmenin olmamasından şikâyetçi.
MASALLARDAN FIRLAMIŞ GİBİ BİR YER: BAFA
Bodrum Yarımadası’nı hiç dolamamıştım. Bir gün erkek arkadaşımla motosikletlerle gezerken çok ısrar ettim ve istikametimizi Bodrum olarak belirledik. Ama ısrarlarıma pişman oldum. Akşamüstü vardığımız Bodrum’da bırakın arabayı motosikletle bile ilerlemek mümkün değildi. Ertesi gün Bodrum’un enfes koylarını göreceğim motivasyonuyla ilerlerken her denememizde hayallerim yıkılmaya başladı. Her sahile inme denememizde yolumuz, para isteyen otopark gibi yerlerde kesildi. O sıcakta bu denemeler daha bir bunaltıcı oldu ve erkek arkadaşımın “Bafa’yı gördün mü? Hadi oraya gidelim!” demesiyle âdeta masallardan fırlamış bir yerde buldum kendimi. O nasıl bir gün batımı, on nasıl göl manzarası, o nasıl bir kaya yapısı... Hani “Karlar Kraliçesi” filminde kaya gibi görünüp yuvarlanarak canlanan troller vardı ya aynen Bafa’daki her kayanın gün batımının kızıllığında yuvarlanmaya başlayarak canlanacağını hayal ettim. Hele antik adıyla Latmos, şimdiki adıyla Beşparmak Dağı’nda yürüyüş fırsatı bulursanız bu fantastik dünyayı keşfetme fırsatı bulabilirsiniz. Olmadı o kısa kayalara tırmanan sporcuların yuvarlanmasına, yuvarlansalar da pes etmeden tekrar tekrar kayaların üzerine çıkma çabasına şahitlik edersiniz belki...
Daha sonra zirvesini, prehistorik kaya resimlerini, kaya mezarları, Herakleia Antik Kenti’ni, Yediler Manastırı’nı, keşiş mağaralarını ve daha nice kalıntıyı görmek için arkadaşlarımın organize ettiği yürüyüşe gidememek, hâlâ kalbimdeki derin bir sızıdır.
GÖLDEKİ BALIKLAR AĞANIN MI KÖYLÜNÜN MÜ?
Bafa Gölü’nün yakın siyasi tarihimizdeki önemli yerini ise yeni sayılabilecek zamanda öğrendiğimi de itiraf edeyim. Rıdvan Akar’ın koordinatörlüğünde hazırlanan “Türkiye’nin 68’i: Denizlere Çıkan Sokaklar” isimli kitabının redaksiyonunu yaparken öğrendiğim bu bilgiyi, benim gibi “cahiller” için kısaca anlatayım. 1960’lı yıllarda CHP’li toprak ağası İsmail Rüştü Aksal, arazisinin yakınında bulunan Bafa Gölü’nün de kendisini olduğunu iddia eder, emrinde çalışan topraksız köylülerin gölden balık tutmasına izin vermezmiş. Ne zamanki 1968’in genç devrimcileri Bafa’ya gelmiş ve köylü direnişini örgütlemiş işte o zaman köylü, gölden balık tutmaya başlayabilmiş.
Şimdi Bafa’yı Aydın yazısında anlattım diye Muğlalılar itiraz edebilir, o nedenle parantez açayım Bafa, hem Aydın’a hem de Muğla’ya bağlı ve benim canım nedense şimdi anlatmak istedi. O nedenle kızmazsanız sevinirim.
BAFA’DAN DİDİM’E
Bafa’dan sonra ise İstanbul’a doğru tek başıma motosikletimle dönerken yolu uzatmayı ve biraz da Aydın’ı gezmeyi tercih etmiştim. İlk olarak Didim’e gittim. Deniz, kum, güneş aramadığım için sadece fikrim olsun diye Didim merkezde, hiç motosikletten inmeden, plajların yakınından tur attım. O nedenle “klasik sahil işte” dışında kelime bulamıyorum tarif etmek için.
Didim’in Balat köyü sınırlarındaki, Büyük Menderes Nehri’nin denize döküldüğü yerde Milet Ören Yeri bulunuyor. Kuşadası’na devam ettiğim için yolumun üstüydü burası. Milet Antik Kenti’nin bugün yüzeyinde Helenistik Çağ kalıntıları; tiyatro, hereon, Apollon Kutsal Alanı, İonik stoa, gymnasium, Helenistik depo, bouleterion, güney agora, Roma Çağı kalıntıları, Doğu Roma Hamamı, Doğu Roma Kilisesi, St. Michael Kilisesi, Türk Dönemi kalıntıları; kervansaray, tekke, hamamlar, Kırk Merdivenli Camii, İlyas Bey Camii ve Külliyesi bulunuyor. Milet Müzesi de antik kentin içinde.
Miletos’tan gelen kutsal yolla bağlantıya sahip Yenihisar ilçesindeki Apollon Tapınağı ise aslında bir kehanet merkezi... Ancak tek tanrılı dönem başladığı zaman kâhinlerin söyledikleri şeytanca görülmüş ve yasaklanmaya başlamış.
Benim yoktu ama sizin vaktiniz varsa buralara kadar gelmişken mübadele sonucunda Yunanistan’a göç eden Rumlardan kalma Eski Doğanbey köyüne de bir uğrayın derim. Özellikle mimarisiyle büyük ilgi çeken köyün taş evleri, dar sokakları ve doğal güzellikleri görülmeye değer...
ANKARALILARIN ARKA BAHÇESİ
Aydın’ın bir yanı İzmir, bir yanı Muğla... Herkes bir şekilde kıyısından, yamacından geçmiştir ama Aydın, hiçbir zaman iki komşusu kadar ilgiye mazhar olamıyor. En çok Ankaralıların arka bahçesi gibi Aydın. Gerçi Aydın diyoruz ama asıl Kuşadası, Ankaralıların gözde beldesi... 1957 yılında İzmir’den Aydın’a bağlanan ve ilk gittiğimde bana “İzmir’in minyatürü” gibi gelen Kuşadası’nda adım başı Ankaralıya rastlamanız mümkün.
Onun dışında ilçeleri, Türkiye’nin her yerinden göç alıyor. Nazilli ilçesi ise Aydın’ın 9.5’u... Bilmeyenler için açıklayacağım Karşıyaka için İzmir’in 35.5’u denmesinden geliyor bu söylem.
Gerçekten de Kuşadası’nı Ankaralı bir arkadaşımın yönlendirmeleriyle gezdim. Onun gibi Ankaralı arkadaşlarını buldum, yemeğimi orda yedim, dediği otelde kaldım, anlattığı yerlere gittim. Tek sorun, benim gittiğim dönemde yollarda fazla çalışma olması nedeniyle her yerin toz toprak içinde olmasıydı. Takdir edersiniz ki bu, özellikle motosikletle seyahat ediyorsanız çok can sıkıcı olabiliyor.
Zeus Mağarası, Davutlar Millî Parkı girişine 100-150 metre uzaklıkta... Dağ eteğinde, içinden çıkan su kaynağının oluşturduğu oldukça derin, küçük havuz benzeri su birikintilerinin oluşturduğu doğal bir mağara... Yer aldığı tepenin üst kısmında Panionion Antik Kenti yer alıyor. İşte Heredot’un sözünü ettiği yer...
Hacıfeyzullah Mahallesi’nde bulunan Güvercinada Kalesi, Kuşadası Körfezi’nin ağzında limanı koruyan konumda... Güvercinada üzerinde, Barbaros Hayrettin Paşa tarafından yaptırılan bir iç kale ve İlyas Ağa tarafından yaptırılan surlar bulunuyor.
Görmek isterseniz Kuşadası’nda bir de moloz taş ve devşirme taş malzeme kullanılarak inşa edilen Öküz Mehmetpaşa Kervansarayı var. Küçük bir iç kale görünümünde ve restore edilmiş avlu etrafında sıralanmış odalar var.
ARA GÜLER’İN KEŞFETTİĞİ APHRODISIAS
Gelelim enteresan bir yere daha, başka bir yolculukta uğradığım Aphrodisias Antik Kenti’nin hikayesinden bahsedeceğim size...
Aydın’ın Geyre beldesinde bir baraj açılışı için bölgeye giden Ara Güler ve ekibi, yolunu kaybeder ve karanlıkta bir köy keşfederek, geceyi burada geçirme kararı alır. Gerisini Ara Güler’den öğrenelim: “Köye geldiğimizde bir kahveye girdik, orada bir taş var. O zaman buraya elektrik değil ruh bile gelmemiş. Gaz lambasıyla duruyorlar, bir baktım adamlar bezik oynuyor, kâğıt oynuyor, pişpirik oynuyor. Bir baktım masa yok, masa diye kullandıkları Roma sütunları, hani var ya Roma sütun başları onlar. Delireceğim! Sonra bir bakıyorum kahvenin ortasında sütun var. Kahvenin damını tutuyor. Garip bir yer. ‘Neresi burası?’ diye sordum ‘Geyre Köyü’ dediler. (...) Sabahın ilk ışıklarıyla fotoğraf makinesini aldığım gibi köyü keşfe çıktım. Bu tarafa bakıyorum 20. asır, bu tarafa bakıyorum 15. asır... Bu tarafa bakıyorum Roma Dönemi’ne bakıyorum. Bundan daha enteresan ne olabilir?”
Köylüler, günümüze kadar bozulmadan gelen en büyük hipodromunda orakla çim biçmekte, lahitlerin altını delerek şıra yapmaktadır. İstanbul’a döndüğünde köyle ilgili araştırma yapan ama hiçbir bilgi bulamayan Güler, fotoğrafları “Architectural Review” dergisine gönderir. Bu durum “Horizon” dergisinin ilgisini çeker ve oraya da renkli fotoğraflar gönderir. Gel zaman git zaman ilgi büyür ve Amerika’dan gelen arkeologlar Geyre’de araştırma yapmaya başlar.
Burasının Roma İmparatorluğu’na ait, tarihi MÖ. 500’li yıllara dayanan ve ismini tanrıça Afrodit’ten alan Aphrodisias Antik Kenti olduğu ortaya çıkar. Ara Güler tarafından keşfedilip Kenan Erim tarafından kazı çalışmalarına başlanarak, asırlar öncesinin güzellikleri gün yüzüne çıkar. Aphrodisias’tan çıkarılan kalıntılar, Geyre Müzesi’nde sergilense de daha sonra Aphrodisias Müzesi kurulur.
Mağara meraklısıysanız Aphrodisias’a dokuz buçuk kilometre uzaklıktaki Sırtlanini Mağarası’na da uğrayabilirsiniz. 348 metre uzunluğundaki mağaranın yaklaşık dört metre sürünülerek girilebilen ağız kısmından sonra büyük bir galeri bulunuyor. Tabii ki ben girmedim!
AT YARIŞI KAZANINCA KENTİN ADI DEĞİŞİR Mİ?
Yazmaya başlarken yazıyı da “Kısa kestim, Aydın havası oldu” diye bitirmeyi planlıyordum ama daha anlatacak çok yer var. İlgimi çeken özet bilgilerle devam edeyim artık, ne dersiniz?
Söke ilçesindeki Priene Antik Kenti, 370 metre yükseklikte sarp bir kaya üzerine kurulmuş. Kentin en önemli yapıları arasında Demeter Tapınağı, Athena Tapınağı, tiyatro, agora, Zeus Tapınağı, bouleuterion, Yukarı Gymnasion, Aşağı Gymnasion, Mısır Tapınağı, Büyük İskender’in evi, nekropol ve konut alanları sayılabilir.
Çine’deki Alabanda Antik Kenti’yle ilgili ilginç iddialar var. Bizanslı tarihçi Stephanos, Kral Kar’ın oğlu Alabandos’un bir at yarışını kazanması nedeniyle kente “Alabanda” adının verildiğinden söz ediyor. Zira Alabanda adı Karia dilinde “ala” (at), “banda” (yarış) anlamına gelen kelimelerden türemiş. Çiçero ise kentin adını Kar Tanrısı Alabandos’tan aldığını belirtiyor. Kentin oldukça zengin halkının eğlenceye düşkün olduğundan ve kentte arp çalan pek çok kız bulunduğundan da söz ediliyor.
KEHANETLE KURULAN KENT
Germencik’teki Magnesia, efsaneye göre Apollon’un kehaneti ve yol göstermesi üzerine Anadolu’ya gelen Magnetler tarafından kurulmuş. Tasarımı ve uygulamalarıyla ünlenen Magnesia’da birçok eserin yanı sıra Homeros’un “Odyseia” adlı eserinden tanıdığımız köpek bacaklı Skylla’nın macerasını anlatan kabartmalarla betimlenmiş başlıkların kullanıldığı Roma dönemine ait “Çarşı Bazilikası” bulunuyor.
Sultanhisar’daki Nysa, Karia Bölgesi’nin önemli bir kenti... İki şehir olarak kurulan kenti bir köprü birbirine bağlıyor. Eski çağlarda özellikle eğitim alanında ünlü bir kentmiş ve Strabon, burada eğitim görmüş.
Karpuzlu ilçesindeki Alinda hakkında çok fazla bilgi yok ancak Strabon’a göre Hekatomnos’un kızı Ada, kardeşi Piksodaros tarafından Halikarnassos’tan kovulunca MÖ 340 yılında Alinda’ya çekilmiş ve bu şehri kendisine başkent yapmış.
Aydın Arkeoloji Müzesi, Zincirli Han, Gümrük Önü Hanı, Cincin Kalesi, Nasuhpaşa Küllliyesi, Çavuş Köprüsü, Körteke Kalesi, Cihanoğlu Kulesi, Adnan Menderes Müzesi, Çine Arıcılık Müzesi, Nazilli Etnoğrafya Müzesi, Kuşadası Zeytin ve Zeytincilik Müzesi, Donduran Kulesi de tercihe bağlı olarak Aydın’da görülebilecek diğer yerler.
ARAPAPIŞTI: ARAPLAR NİYE APIŞMIŞ?
En merak ettiğim yeri en sona bıraktım: Arapapıştı Kanyonu... Adı komik, değil mi? Bu isimle ilgili de çeşitli söylenceler var. Bir iddiaya göre MS 7. yüzyılda, Bizanslı Heraklius döneminde, Afrodisias’ı doğu yönünden istila etmeye çalışan Arap ordularını şaşkına çevirdiği için “Arapapıştı” adını almış. Başka bir iddiaya göre ise Araplar, “apışmış”.
Kemer Barajı’nı besleyen Akçay’ın yıllar içerisinde aşındırmasıyla oluşan Arapapıştı Kanyonu, benzersiz görüntüye sahip. Doğal oluşumları bünyesinde barındırmasının yanı sıra antik dönemden kalma şehir kalıntıları ile de tarih ve doğanın birleştiği nadir alanlardan... Umarım en kısa zamanda burayı görme ve “apışma” fırsatını bulurum.
O hâlde yazıya, gerçekliğini sorgulamayacağım bir Aydın manisiyle nokta kıyayım:
“Salının pazarında
Güzeller incir tartar
Aydın güzel memleket
Adamın ömrü artar”
Serpil Kurtay Kimdir?
1978 yılında Almanya’nın Esslingen kentinde doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Bilecik’te tamamladıktan sonra Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden 1999 yılında mezun oldu. 1995-2003 yılları arasında Evrensel Gazetesi’nde muhabir, istihbarat şefi ve haber müdürü olarak çalıştı. Ardından on altı yıl Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün dergisinde editörlük ve genel yayın yönetmenliği görevinde bulundu. Çeşitli dergilerde yazarlık, kitap editörlükleri yaptı, yayın süreçlerinde görevler aldı. Hâlen kitap editörlüğüne, Antalyaspor Kulübü’nün dergisinde ve Gazete Duvar’da da yazılarına devam ediyor.
Adana’ya gidek mi? Şalvarından giyek mi? Kebabından yiyek mi? 15 Mayıs 2024
Tencerem var, tavam var, Antepliyim havam var 17 Nisan 2024
Balığın esir düştüğü yer: Balıkesir 03 Nisan 2024
Ne Diyarbakır anladı beni ne de sen, ne çok sevdim ikinizi de bilsen 20 Mart 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI