YAZARLAR

Kısa Türkiye Tarihi: ‘90’lı yıllara doğru, umutlandıran çalışmalar

Adını andığım sanatçı ve topluluklar, 12 Eylül sonrasında yaşananları şarkılarına aktardı, bugüne taşıdı. Kendi adıma şanslı olduğumu söyleyebilirim çünkü onların şarkılarıyla büyüdüm, konserlerinde seslerine sesimi kattım. Pek çok şeyin yasaklandığı bir dönemde onların şarkıları olmasaydı muhtemelen bambaşka yerlere savrulurdum.

1983 yılının son günlerinde piyasaya çıkan bir albüm, ‘80’li yılları şenlendirdi. Darbe sonrasında gelen karanlık, müzik dahil her şeyi etkilemiş, ‘70’li yılların son deminde atağa geçen arabesk, karanlıkta palazlanmış ve bu dönemin yıldızı olmuştu. Karşı duruşlar yaşandı: Attila Özdemiroğlu, Aysel Gürel’le el ele vererek “Firuze”, “Sevda” gibi arabeske alternatif çalışmalar yaptı; Yıldırım Gürses, “çok sesli Türk hafif sanat müziği” adını verdiği türle alaturkayı pop’a yaklaştırdı; bizzat devlet eliyle “acısız arabesk” yaptırıldı. Ancak bu adımların çok başarılı olduğu söylenemez. Arabeskin tahtını sarsan, üç genç tarafından kurulmuş bir topluluk. Bahsi geçen şenlikli albüm, onların yaptığı...

‘60’lı yıllarda Barış Manço’ya eşlik eden Kaygısızlar’dan tanıdığımız Mazhar Alanson ve Fuat Güner’in, ‘70’li yıllarda İpucu Beşlisi’nde yan yana geldikleri Özkan Uğur’la birlikte kurdukları Mazhar Fuat Özkan ya da bilinen adıyla MFÖ, ilk albümleri “Ele Güne Karşı Yapayalnız”la bir anda dikkatleri üzerine çekti. Bütün zamanların en iyi albümlerinden biri olan bu çalışma çok sevildi, yeni bir hat açtı; pop ve rock eski şaşaalı günlerine doğru büyük bir adım atarken yapımcılar, yüzlerini yeniden Batılı çalışmalara çevirdi. MFÖ, müzik tarihinin büyük kırılma noktalarından biri. Aynı zamanda ‘80’li yıllar boyunca art arda ortaya çıkacak olan toplulukların ilk ve başarılı örneği. Devil’den Kramp’a, Hardal’dan Aqua’ya, Dr. Skull’dan Pentagram’a rock cenahında adlarından söz ettiren pek çok ekip, onların açtığı yoldan yürüdü ya da daha doğru bir deyişle bu sayede albüm yayımlama şansına sahip oldu. Bu topluluklar, ekseriyetle üniversite bünyelerinde düzenlenen rock şenliklerinde boy gösteriyor, dinleyicilerle buluşuyordu. Darbeyi yaşamış, müziğe sığınmış genç kuşak, travmanın etkilerini müzikle iyileştirmeyi tercih etmişti.

YENİ TÜRKÜ’DEN GRUP YORUM’A 'YENİ' SESLER

Rock cenahında bu gelişmeler yaşanırken üniversitelerde buluşmuş kimi topluluklar, sonradan “özgün müzik” olarak anılacak türün ilk temsilcileri olarak dinleyici karşısına çıkıyordu. Bu, yanlış bir adlandırmaydı ama bilhassa ‘80’li yılların ikinci yarısında halk nezdinde kabul gördü. “Ele Güne Karşı Yapayalnız”ın başarısı üzerine radarlarını arabesk dışındaki türlere çeviren yapımcılar, bu gençlere bir şans tanıdı. Art arda ortaya çıkan yeni toplulukların albümleri çok sattı ve ‘90’lı yıllara doğru ilerlerken piyasa onlarla hareketlendi. Şunu söylemek mümkün: Darbenin karanlığını dağıtan, gençler oldu. Bilhassa üniversite konserleriyle adlarından söz ettiren Gündoğarken, Ezginin Günlüğü ve Grup Yorum, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin kurduğu Mozaik, darbenin hemen öncesinde Ankara’da Orta Doğu Teknik Üniversitesi bünyesinde çalışmalara başlayan Yeni Türkü ve ondan kopan Çağdaş Türkü, bu topluluklar arasında özel ilgiyi hak edenler… Yeni Türkü, 1980 yılında kendi imkanlarıyla yaptıkları “Buğdayın Türküsü” adlı albümle adını duyurdu, darbe sonrası verdikleri mecburi aranın ardından art arda yayımlanan albümlerle ilgi gördü. Adı üzerinde, Türkiye’nin “yeni” türküsünü söylemek üzere yola çıkan topluluk bunu başardı ve Selim Atakan – Derya Köroğlu önderliğinde yeni bir hattın öncülerinden oldu. Mayıs Müzik Topluluğu’ndan Grup Baran’a uzanan ekipler, ilerleyen yıllarda ses getiren albümlere de imza attı.

Boğaziçili Mozaik, dönemin önemli topluluklarından biri. Yeni Türkü’nün Ankara’da yaptığını İstanbul’da yaptı ve hafızaları tazeledi. Topluluk, verdikleri konserlerde Pablo Neruda’dan Nâzım Hikmet’e dünyanın dört bucağından “yasaklı” şairlerin dizelerinden bestelenmiş şarkıları seslendiriyor, Alman direniş şarkısı “Moorsoldaten”dan Şilili toplulukların dilinden dünyaya yayılan devrim marşlarına, Bob Dylan klasiklerinden Teodorakis’in popüler şarkılarına uzanan bir repertuvarla dinleyicilerinin karşısına çıkıyor, konserlerde dağıtılan kitapçıklarda bu şarkıların hikâyelerini anlatıyordu. Mozaik, hafızaları tazeledikten sonra daha önemli bir şeye imza attı ve dönemin tarihini yazdı. Şarkılarında 12 Eylül’den, darbeden, darbe sonrasındaki Türkiye’den söz eden ilk topluluklardan biri oldu. 1988 tarihli “Plastik Aşk” albümünde yer alan “Bildiklerimiz”, adeta o dönemin fotoğrafını çekiyor, gerçekleri önümüze getiriyor: “Bilirim kadınlar sık ağlar / Evlenilir yirmisinde / Çocuklar sokakta oynar / Şehirler büyür, kirlenir sokaklar // Aradın mı bulunmaz ev / Fiyatlar artar / Polis kimlik sorar // Her şeyin adı değişir / Okunmaz yakılır kitaplar / Karın doyurmaz sinema / İstedin mi çıkılmaz yurtdışına // Yollar çok tehlikeli / Öleceklerin sayısı belli / Polis kimlik sorar…”

Arkasında muazzam bir külliyat bırakan Mozaik’i oluşturan isimler dört bir yana dağıldı, çalışmalarını farklı alanlarda bireysel olarak sürdürüyor. Bülent Somay, Ayşe Tütüncü, Serdar Ateşer, Ezel Akay, Ümit Kıvanç, Sumru Ağıryürüyen gibi isimler, yazılarıyla, filmleriyle ve şarkılarıyla Türkiye’nin entelektüel ortamında hâlâ söz sahibi. Son yıllarda ara ara bir araya gelerek konserler veren Mozaik’le aynı dönemde çalışmalarına başlayan Bulutsuzluk Özlemi, hâlâ aktif topluluklardan. Yaptıkları albümlerle hem rock cenahında bir açılım yaptılar hem de yaşadıkları dönemin tarihini şarkılarına aktardılar. Topluluğun şarkılarında sadece Türkiye yok: Şili’deki darbeden Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan bombaya uzanan dünya ahvali de var. Demokrasi talepleri, çalışanların sorunları, yobazlığın yükselişi, faili meçhul cinayetler ve hâlâ Türkiye’nin gündeminde olan olağanüstü hâl uygulaması, Bulutsuzluk Özlemi şarkılarında karşımıza çıkan konular. Nejat Yavaşoğulları ve arkadaşları, yaşadıkları dönemin tarihini yazmaya devam ediyor.

Şarkılarında gündeme dair sözler söyleyen topluluklardan biri, Grup Yorum. 1987 yılında yayımlanan ilk albümlerinden bu yana 33 yıl geçti. Geriye dönüp baktığımızda, albümlerini dinlediğimizde, Türkiye’nin 33 yıllık tarihini (üstelik hiçbir şeyi kaçırmadan) gözler önüne seren bir külliyata sahip olduklarını görüyoruz. Devrimci marşları söyledikleri toplama albümler ve onları bugüne getiren ustalarına selam çaktıkları saygı albümleri de cabası… Türkiye’deki en kalabalık konserlere imza atan Grup Yorum, bir yandan da direnişin tarihini yazıyor. Devlet onlara karşı çünkü gerçeği gösteriyorlar. Dertleri çok: Konserleri yasaklanıyor, bünyesinde çalışmalar yaptıkları kültür merkezleri basılıyor, enstrümanları kırılıyor, kayıtlarına el konuluyor. Geçtiğimiz aylarda iki elemanlarını, Helin Bölek ve İbrahim Gökçek’i ölüm orucunda kaybeden topluluk, konser vereceği günü heyecanla beliyor. Dinleyicileri olarak bizler de… Bu süreçte dilimize yerleşen, sıklıkla tekrarladığımız iki slogan, Grup Yorum tarihinin özeti aslında: “Türküler susmaz halaylar sürer” ve “Grup Yorum halktır, susturulamaz!”

KİTLELERİ BULUŞTURAN KONSERLER: LİVANELİ’DEN AHMET KAYA’YA

Kızılırmak’tan Kutup Yıldızı’na, Umuda Ezgi’den Grup Munzur’a pek çok topluluğun da önünü açan Grup Yorum, iki isimden çok etkilendi: Ruhi Su ve Zülfü Livaneli. Geçtiğimiz hafta hikâyesini anlattığım Ruhi Su, 1985 yılında yurt dışında tedavi olmasını gerektiren bir hastalığa kurban gitti. Tedavi olamadı çünkü devlet pasaportuna el koydu ve ülkeden çıkmasına izin vermedi. 12 Mart sonrasında sürgüne giden, hayatının bir bölümünü İsveç’te geçiren Zülfü Livaneli, tam da o yıllarda Türkiye’ye döndü ve “Ada” adını taşıyan albümüyle yeni bir fırtına yarattı. “Ada”, çağdaş şairlerin şiirlerinden bestelenmiş şarkılardan oluşuyordu ve sadece İsveç’ten Türkiye’ye dönüşün değil sazdan caza geçişin de simgesiydi. Büyük ilgi gördü ve sonrasında düzenlenen konserler tıklım tıklım doldu. 12 Eylül sonrasının ilk kitlesel hareketi Ruhi Su’nun cenazesi, insanların bir araya gelerek şarkı söylediği geniş katılımlı ilk konserler ise Zülfü Livaneli konserleriydi. Polis cenazeye saldırdı, konserlere izin vermedi. Livaneli’nin bir sonraki adımı, Yunanistanlı besteci Mikis Theodorakis’le birlikte yaptığı “Güneş Topla Benim İçin”. 1986 yılında yayımlanan, dünyada da ses getiren albüm, “dostlukların Abdi İpekçisi’ne” adanmıştı.

Zülfü Livaneli’nin dönüşü coşkuyla karşılanırken elinde sazıyla sahnelerde beliren bir genç, 12 Eylül karanlığını aydınlatma yolunda büyük adımlardan biri: 1983 yılında “Ağlama Bebeğim”le tanıdığımız Ahmet Kaya, sesiyle, sazıyla, sözüyle umut verdi, art arda yayımladığı albümler büyük ilgi gördü. İlerleyen yıllarda o da baskıdan ve yasaklardan nasibini aldı: Albümleri toplatıldı, konserlerine izin verilmedi, hapis yattı. 1988 yılında yayımlanan albümü “Başkaldırıyorum”da yer alan “İçerden Çıkan Adam”, 12 Eylül sonrasında devrimcilerin yalnızlığını resmeden şarkılardan: “İçerden çıkacak birazdan adam / Yıpranmış bavulu, hantal sesiyle / Kendini yollara vuracak adam // Yüz çeviren dostlar, sinsi tavırlar / Açığa çıkacak ve ah kendiyle / Bir ince hesabı görecek adam // Susamıştır tebessümün seyrine / Saçları hiçbir gün okşanmamıştır / Kitaplar sobada yanmış / Ah... sazlar duvarda kalmış / Güzelim şarkılar yağmalanmıştır // Bir ihtilal kadar yalnız / Ah... vefanız kadar yanlış / Mümkünse farz edin yaşamamıştır…”

Adını andığım sanatçı ve topluluklar, 12 Eylül sonrasında yaşananları şarkılarına aktardı, bugüne taşıdı. Kendi adıma şanslı olduğumu söyleyebilirim çünkü onların şarkılarıyla büyüdüm, konserlerinde seslerine sesimi kattım. Pek çok şeyin yasaklandığı bir dönemde onların şarkıları olmasaydı muhtemelen bambaşka yerlere savrulurdum. Şüphesiz yanlarına koyabileceğim çok isim var. ‘90’lı yıllara doğru ilerlerken umudumuzu artıran, yalnız olmadığımızı hissettiren isimler bunlar.

TÜRKÇE ROCK MESELESİ

Yazıyı MFÖ ile açtım, arada Bulutsuzluk Özlemi’nden söz ettim. Sonlara doğru, ‘80’li yıllarda uğruna paneller düzenlenen bir tartışmaya değineyim: Türkçe sözlü rock olur mu? Bu soruyu soranların, Barış Manço, Cem Karaca, Erkin Koray, Moğollar gibi isimleri unutması, 12 Eylül darbesiyle alakalı. Darbe sonrası geçmiş silindi, her şey unutuldu, unutturuldu. Bulutsuzluk Özlemi, tam da bu dönemde devreye girdi, geçmişi hatırlattı, dünü güne taşıdı, yarının şarkısını söyledi. “Türkçe sözlü rock olmaz” savını tek hamlede etkisiz hâle getiren topluluğun kurucusu Nejat Yavaşoğulları, panellerde tek başına bunu savunurken boş konuşmuyor, ortaya koyduğu ürünle öldürücü darbeyi vuruyordu. Sonrası, yazının başlarında değidiğim gibi, bir rock şöleni. Sadece ‘80’li yıllar şenlenmedi, sonrasında yürünecek yol sağlam temeller üzerine kuruldu.

‘80’li yıllar efkarlı başladı ve öyle ilerledi ama sonlara doğru, beklenen neşe ortama hâkim oldu. Etkisini sonraki on yılda hissettirecek bir neşeydi bu. Memlekette yaşananlara inat, müzik hızla iyileşti, iyileştirdi. ‘90’lı yıllarda yaşanan pop patlaması, biraz da bu yüzden. Özel radyo ve televizyonların devreye girmesiyle sağlanan “özgürlük”, bilgisayarın müziğe bulaşmasıyla birlikte yaşanan kolaylıkla birleşti, aradan sıyrılan pop oldu. Tuhaf bir şekilde neşeyle geçen bu on yıl boyunca pek çok acı olayın yaşanması, memleketin kontrastlarından. Önümüzdeki hafta bu dönemi anlatmaya çalışacağım. Uzun yılları tek bir yazıya sığdırınca pek çok isim göz ardı edilebiliyor, yaşanan hadiseler görmezden gelinebiliyor. Bu yazı dizisi, sonrasında büyütmeyi, genişletmeyi hedeflediğim bir çalışmanın ön hazırlığı aslında. Katkılarla çoğalacak, unutulanları hatırlatacak, geçmişi kayıt altına alacak. En azından hedefim bu.

‘90’lı yıllara doğru ilerlerken dilimize bir Yeni Türkü şarkısını yerleştirelim: “Öyle suskun durma / Kaldır başını yukarı / Tek başına konuşmak / Çaredir sanma // Öyle mahzun durma / Sen de katıl coşkuya / Seyretmekle hayatın / Renklenir sanma // Öyle yılgın durma / Sen de katıl şarkıya / Yeni hayaller için / Vakit geç sanma // Öyle yalnız durma / Gel bizimle yollara / Bir başına direnmek / Çaredir sanma // Haydi el ele / Dalga dalga / Yürüyelim yollarda / Haydi el ele / Dalga dalga / Dans edelim yollarda // Yürüyelim şarkılarla / İsyan ederken / Yürüyelim alkışlarla / Meydan okurken…” Sözlerini Meral Özbek’in yazdığı bu Derya Köroğlu bestesi, 1988 yılında yayımlanan “Yeşilmişik” başlıklı Yeni Türkü albümünde yer alan şarkılardan. Etkisini ‘90’lı yıllarda göstermiş, hep bir ağızdan söylerken hepimize umut olmuştu. Önümüzdeki hafta anlatacağım, biraz da benim hikâyem.


Murat Meriç Kimdir?

1972’de doğdu. Çanakkale ve İzmit’te okudu. Ankara’da kimya mühendisliği eğitimi alırken, dinlediği müziğin tarihine merak saldı ve oradan ilerledi. Kendini bildi bileli plak topluyor; okuyor, dinliyor, dinlediklerini yazıyor, sevdiklerini çalıyor. Kedi gibi meraklı. Rakı, roka, bamya, erik seviyor. Çanakkale - İstanbul arasında yaşıyor ama Ankaracı. 1996’da Müzük adlı dergiyi çıkartan ekipten. Sonrasında Roll mürettebatına katıldı. Mürekkep, Birikim, Milliyet Sanat, Virgül, Bant gibi dergilerde yazıları yayınlandı. Yeni Binyıl, Radikal ve BirGün'ün yazarlarındandı. Ankara’da Radyo Arkadaş’ın kuruluşuna katıldı, radyo programları başta TRT, pek çok radyoda yayımlandı; kimi televizyon programlarının danışmanlığını yaptı, metnini yazdı. 2002 - 2003 yıllarında TRT için Kırkbeşlik adlı televizyon programını hazırladı ve sundu. Kalan Müzik için bir Tülay German albümü (Burçak Tarlası 64 – 87, 2001) derledi, pek çok albüme yazar ve danışman olarak katkıda bulundu. Pop Dedik / Türkçe Sözlü Hafif Batı Müziği (İletişim Yayınları, 2006), 100 Şarkıda Memleket Tarihi (Ağaçkakan Yayınları, 2016), Yerli Müzik (bi'bak Berlin, 2018) ve Hayat Dudaklarda Mey / Memleketin Anason Kokan Şarkıları (Anason İşleri Kitapları, 2019) adlı dört kitabı, üzerinde çalıştığı pek çok projesi var. Üniversitelerde ve kültür merkezlerinde müzik tarihi üzerine seminerler verdi, veriyor. Düzenli olarak Gazete Duvar'da, arada bir Kafa’da yazıyor; Açık Radyo için hazırladığı Harici Bellek başlıklı program salı günleri 19.30'da yayımlanıyor.