Kısa Türkiye Tarihi’ne zeyl: Yakın dönemin yasaklar tarihi
AKP, 3 Kasım 2002’de iktidara geldi. 18 yıldır ülkeyi tek başına yönetiyor. Bu dönemde yasaklanan her şey, onlarla alakalı. Son yirmi yıla bakarken bunları da göz önünde bulundurmak gerekiyor. Pentagram’a “Bu Düzen Yıkılsın” başlıklı şarkıyı yazdıran düzen bu.
Kısa Türkiye Tarihi başlıklı dizinin sonlarına doğru yaklaşırken, gündemden kopup gelen kimi müdahaleler, bu diziyi farklı yönlere çekiyor. Geçtiğimiz hafta kulaklarımıza çalınan bir konuşma, son döneme dair bir zeyl yazmama sebep. Bu yazıda, son on yılda artan yasakları, baskıları anlatmaya çalışacağım. Sadece müzik değil, her alanda karşımıza çıkan yasaklar bunlar -ki müzik meselesinde en bariz örneğimiz, Grup Yorum ama ona, yazının sonunda değineceğim.
Yeni kısıtlamaların devreye girdiği dönemde Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın yeni konser salonunu açan Recep Tayyip Erdoğan, iktidarları döneminde memleketin “sadece siyasette, ekonomide, savunmada değil, kültür, sanat, müzik, edebiyatta da prangalarından” kurtulduğunu söyledi. Kulağımıza çalınan konuşma, bu. Türler arası ayrımı ortadan kaldırdıklarını ifade eden Erdoğan’ın kurduğu cümlelerden bir kısmı şöyle: “Şairleri, yazarları, sanatçıları arasında ayrım yapan, insanlarını dinledikleri müziklere, giydikleri kıyafetlere göre ayıran eski Türkiye manzarasına son verdik. Bu topraklara ait ne varsa hiçbir komplekse kapılmadan ülkemizin bir kazanımı olarak hepsini kucaklamaya çalıştık. Ülkemizin kültür ve sanat hayatına değer katacak, bu alanda çeşitliliği arttıracak her türlü eseri sahiplenmenin çabası içinde olduk.” Konuşma uzun ama bu kadarını anmak yeterli, zira işin öyle olmadığını, icraata baktığımızda anlıyoruz.
AKP dönemi, yasaklarla anılacak bir dönem. Başta söyledim, sadece müzik değil, hayatın her alanında pek çok yasak devreye girdi, giriyor. Üstelik her geçen gün kapsam genişliyor ve devredeki yasakların üzerine yenileri ekleniyor. Bunları yaparken OHAL, pandemi gibi bahaneler bulunuyor ama yasak gelince [gelmesine sebep hal ortadan kalksa bile] sürüyor. Bu yazı yasakların tümünü aktarma iddiasında değil ama en azından bir kısmını, konu başlıklarıyla birlikte hatırlatma niyetinde. Hepimizin bildiği, payımızı aldığımız yasaklar bunlar. Yazının, sokağa çıkma yasağının olduğu şu güne denk gelmesi, ayrıca manidar.
'İNTERNETİME DOKUNMA'
On yıl kadar önce yapılan sansüre karşı yürüyüşü hatırlarsınız. 15 Mayıs 2011’de, gençler, memleketin pek çok kentinde bir araya geldi, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu tarafından hazırlanan İnternetin Güvenli Kullanımına İlişkin Usul ve Esaslar Taslağı’nı protesto etti. Dillerinde tek bir slogan vardı: “İnternetime dokunma!” Özgürlüklerinin kısıtlanmasını istemeyenler, o gün büyük kalabalıklar oluşturdu ve seslerini duyurdu.
İki yıl sonra, Gezi direnişi sırasında Taksim’de toplanan ve Türkiye’nin her yerinden onlara destek veren gençlerin dilinde de aynı şey vardı: “Yaşam alanımızı kısıtlama, özgürlüklerimize karışma…” Yapılan şarkılar, her yerde atılan sloganlar, duvarları kaplayan yazılar bunun üzerineydi. Yasaklar, özel hayata müdahale kapsamında değerlendiriliyordu -ki öyleydi- ve insanlar buna karşı çıkıyordu. Haber alma özgürlüğünün, ifade özgürlüğünün, istediğimiz internet sitesinde dolanma özgürlüğünün elimizden alınması, başka özgürlüklerin kısıtlanması yolunu açacağından, insanların buna tepki göstermesi doğal. Taksim’in göbeğindeki tek yeşil alanı kışlaya çevirmeye kalkışmak da bir anlamda başka bir özgürlüğü kısıtlıyor. Oradaki refleksin bütün Türkiye’ye hızla yayılması, biraz da gelecek endişesinden. Öncesinde ve sonrasında yapılanlar, bu endişeyi artırıyor.
RAKI KADEHLERİ MASA ALTINDA...
İktidar cenahının ağır topları tarafından yapılan kimi açıklamaları hatırlarsınız… Sosyal medyada devletin ve iktidardakilerin eleştirilmesi, kızlı erkekli toplantılar, etek boyu, kadınların attığı kahkahalar ve daha nicesi, bu açıklamalara konu oldu ve kadınlar, kahkaha attıkları, mini etek giydikleri için “iffetsiz” olarak damgalandı. Bunlara dair bir yasak yok ama mahalle baskısı yasaktan beter. İçki içenlere yönelik baskılar daha da fazla. Nitekim bu, otosansürü de beraberinde getiriyor. Daha ik gün önce önümüze Çukur dizisi oyuncularının bir fotoğrafı düştü. Besbelli çilingir masasında çekilmiş bir fotoğraf, mezeler, yemekler, muhabbet gani ama bir eksik var: Rakı. Rakı bir yana, herhangi bir içecek de yok. İçeriden gelen bilgi, bunun bir set fotoğrafı olduğu yönünde ama dekor olsa bile böylesi bir sofrada su dışında bir şey içilmiyor olması tuhaf. Sosyal medya paylaşımlarında rakı kadehlerini kaldıranları biliyoruz, gördük. Otosansür tehlikeli bir şey ve insan kendisini kıstığı andan itibaren iktidarın yasaklarına ve baskılarına boyun eğmiş oluyor. Rakı, bu toprakların kültüründe yer alan bir içki. Sevmezseniz içmezsiniz. İçene karışmazsınız ama. Karıştığınız anda, hayat tarzına müdahale etmiş olursunuz. Yazık ki bizzat iktidar bu müdahaleyi yapıyor.
Başka şeyler de oluyor… Emek Sineması’nın kapatılması bir yasak kapsamında yapılmadı belki ama AVM yapmak için memleketin en güzel binalarından biri katledilirken, o bina dahilindeki değerler farklı mekânlara dönüştürüldü ya da İnci Pastanesi örneğinde olduğu gibi mekân değiştirmek zorunda bırakıldı. Amiyane tabiriyle, sürüldü.
HABER ALMA ÖZGÜRLÜĞÜNE GETİRİLEN KISITLAMALAR VE GREV YASAKLARI
Yayın yasağı getirilen haberler haber alma özgürlüğümüzü engellerken kısıtlanan ve erişime kapatılan internet siteleri, özgürlüğü başka bir yerden engelliyor. Yapan, bunu “güvenlik” ya da “millî değerler” bahanesiyle yapıyor ama aslında bizzat alındığı şeyden yola çıkarak bu yasakları uygulamaya koyuyor. Bir dönem kapakları ya da içlerindeki karikatürler yüzünden mizah dergilerinin kapatılması ve karikatürcülerin ceza alması, tamamen bununla ilgili. Kitapların toplatılması, oyunların yasaklanması, filmlerin gösterimden kaldırılması ya da alkollü içkilerin, sigaraların, sevişme sahnelerinin görünmez kılınması, sansürlenmesi, hep bundan. Yapmayı istemediği şeyi başkalarının da yapmasını istemeyenler, yekten onları yasaklıyor.
Olaya, bu ara çok tartışılan işçi hakları çerçevesinden bakalım… Grevler, bugüne dek en çok AKP döneminde yasaklandı. 2016 yılından sonra, OHAL ilanını müteakip pek çok grevin ertelendiğini ya da fiili olarak yasaklandığını biliyoruz. Yakın dönemde Petrol-İş Sendikası tarafından Şişecam’da alınan grev kararı, bizzat Erdoğan tarafından ertelendi. Bu ertelemeler bir yandan yasaklama anlamına da geliyor zira 60 gün erteleme, fiilen grevin yapılamaması demek. Erteleme kararı, grevin “genel sağlığı ve milli güvenliği bozucu nitelikte görüldüğü” gerekçesiyle alınmış -ki buradaki “genel sağlık” ifadesi, pandemi döneminde hayatımıza giren ve pek çok şeyi yasaklamaya yönelik kararların alınmasına sebep ifade.
AKP, 2003 yılından bu yana on yedi grevi yasakladı. Kayıtlara geçen bu yasakların yedisi, OHAL döneminde yani 2016’nın ikinci yarısından itibaren devreye girdi. Yasaklar, şimdiden 12 Eylül dönemini geçmiş durumda -ki “erteleme” bahanesini uyduran da 12 Eylül yönetimiydi. Sonrasında iktidara gelen Turgut Özal’la birlikte işçilere yönelik yasaklar arttı, patronlar el üstünde tutulmaya başlandı. “Çankaya’nın şişmanı, işçi düşmanı” sloganı, Özal’ın cumhurbaşkanlığı döneminden kalma.
WIKIPEDIA, YOUTUBE, TWITTER
İnternet, yumuşak karnımız. YouTube yasakları, 2007 sonrasında devreye girdi ve Atatürk’e hakaretten ortama düşen “tape”lere pek çok şey, bu yasaklara gerekçe gösterildi. Fena olan, mevzubahis videoların ya da ses kayıtlarının bulunduğu sayfaların değil, sitenin tamamının erişime kapatılıyor olması. Bu, Wikipedia’dan EkşiSözlük’e pek çok sitede de uygulandı. Wikipedia ve Türkiye uzantısı Vikipedi, 2017 sonrasında iki yıl erişime kapandı. 2013 sonrasında, bu sitelerde yavaşlatmaya gidilmişti. Twitter önce yavaşlatıldı, sonra kapatıldı. Gezi sonrası, dönemin başbakanı Erdoğan’ın bir konuşmasında kurduğu “Twitter mivitır hepsinin kökünü kazıyacağız. Uluslararası camia şunu der, hiç beni ilgilendirmiyor” cümleleri, yasağın başlangıcı. Emri alan savcılar ertesi gün yasağı uygulamaya koydu. Aynı dönemde tutuklanan gazetecilerden ve yıllardır içeride tutulan Osman Kavala, Selahattin Demirtaş gibi isimlerden söz etmiyorum bile.
15 Temmuz 2016’da yapılan “darbe girişimi” sonrasında ilan edilen OHAL, tıpkı pandemi gibi, yasaklara gerekçe olarak gösterilen durumlardan biri. OHAL, 20 Temmuz’da hayatımıza girdi ve acısı konserlerden, festivallerden çıkartıldı: One Love Festival’den BirGün’lük Festival’e, İstanbul Blue Night Festival’den İstanbul Caz Festivali’ne pek çok buluşma iptal edildi, Joan Baez, Morrissey gibi sanatçılar Türkiyeli hayranlarının karşısına çıkamadı. Aynı yıl Zeytinli Rock Festivali de iptal edilmek istendi ancak kaymakamlığın iptal kararı, gelen tepkiler üzerine geri çekildi ve festival yapıldı.
2016 yılının 24 Eylül – 6 Kasım tarihleri arasında yapılması planlanan “göç” temalı Çanakkale Bienali, bizzat AKP Çanakkale milletvekili Bülent Turan’ın girişimleriyle iptal edildi. OHAL gerekçe gösterilerek yasaklanan tiyatro oyunları, açık hava film gösterileri ve konserler var. Hepsini ayrı ayrı saymaya gerek yok, ilk akla gelenler bunlar oluyor ve insanların toplu halde bir yerlerde bulunması böyle engelleniyor. Sadece bu değil: Plajlar ve koylar kapatılıyor, gezi teknelerinin sefere çıkması engelleniyor. Mitingler, basın açıklamaları, anmalar zaten yapılamıyor. OHAL sonrası, ilk akla gelen, 2015 yılında Suruç’ta meydana gelen patlamada ölenleri anmanın yasaklanması: “Hiçbir Düş Yarım Kalmayacak” sloganıyla yapılacak buluşma, devlet tarafından güvenlik gerekçe gösterilerek derhal iptal edilmişti. Suruç haberlerine zaten yayın yasağı getirilmişti. Orada bulunan vatandaşını korumakla yükümlü devlet, ölenlerin hesabını sormak, katillerinin peşine düşmek yerine bunun faturasını, kaybettiklerini ananlara ödetiyor. Bu, hep böyle oldu. İptal edilen bir diğer anma, Roboskili ailelerin perşembe buluşmaları. Sonrasında yasaklar Cumartesi Annelerine de sirayet etti ve Galatasaray Meydanı, evlatlarını kaybedenlere kapatıldı.
OHAL'DEN PANDEMİYE...
OHAL döneminde iflaslar ertelendi, valilikler kendilerince kararlar aldı. Yozgat Valiliğinin 29 Eylül 2016’dan itibaren alkollü mekânları kapatması, bugün pandemi kısıtlamaları bahane edilerek ilk yasağın bu tip mekânlara getirilmesine benziyor. “Kimsenin yaşam tarzına karışmıyoruz” diyenler önce alkolü yasaklıyor, eş zamanlı olarak müziği susturuyor. Camilerin, AVM’lerin, berberlerin, kuaförlerin, güzellik salonlarının açık olduğu bir dönemde lokantaların, kafelerin, barların, meyhanelerin kapatılması çok tuhaf. Hoş, karantinanın ilk döneminde AVM’ler açıkken parklar ve plajlar kapalıydı. Sonrasında Açıkhava konserleri yasaklandı ama konserler, kapalı alanlarda yapılabildi. Bunu hep yazıyorum ama bu tuhaflığı anlamam mümkün değil.
OHAL sonrası su yüzüne çıkan bir başka yasak, Kürtçe yasağı. ‘70’li yıllarda Kürtçe plaklar serbestçe yayımlanabilirken, 12 Eylül sonrasında Kürtçe şarkıları çalmak ve yaymak yasaklanmıştı. ‘80’li yılların sonunda, Rahmi Saltuk’un çabalarıyla bu yasak ortadan kalktı ama zaman zaman devreye giriyor. OHAL sonrasında sitelerin Kürtçe bölümleri kapatıldı, Kürtçe yayımlanan gazeteler ve dergilere baskı uygulanmaya başlandı.
8 Mart ve 25 Kasım’da yapılan kadın yürüyüşleri, LGBTİ Onur Yürüyüşü ve Onur Haftası etkinlikleri, yasaklardan nasibini alanlar. Cezaevlerine Kuran dışında kitap sokulmama kararı da bu dönemde uygulanmaya başladı. Dahası, Ankara’da Yüksel Caddesi’nde bulunan İnsan Hakları Anıtı ablukaya alındı, Galatasaray Meydanı polis çemberine alınarak kapatıldı. Lisenin önündeki Şadi Çalık imzalı Cumhuriyetin 50. Yıl Anıtı’nın fotoğrafını bile çekmek yasak.
İKİ ÖRGÜT ÜYESİ: CAMUS VE SPİNOZA
12 Eylül sonrasında kitaplar suç unsuru olarak gösterilir, “örgütsel doküman” kapsamında yakalananlarla birlikte teşhir edilirdi. O dönem pek çok kitap yasaklanmış, toplatılmış, imha edilmişti. AKP döneminde kitap yasakları yeniden devreye girdi. Ahmet Şık’ın yayımlanmadan el konulan kitabının yanı sıra suç delili sayılanlar, art arda verilen kararlarla toplatıldı ya da dağıtımı engellendi. Türkiye Yayıncılar Birliği’nin 2017 sonrasında hazırladığı bir raporda Albert Camus ve Spinoza’nın örgüt üyesi olarak iddianamelere geçtiği söyleniyor. Sadece “örgütsel doküman”lar değil, rakıyla ilgili kitaplar da yasaklanıyor ya da rafa konulmuyor. Rakılı şarkı hikâyeleri anlattığım kitabım “Hayat Dudaklarda Mey”e, kimi kitapçıların raflarında rastlayamıyorsunuz. Daha geçtiğimiz haftalarda D&R, Rakı Ansiklopedisi’ni gerekçe göstermeden rafa ve sitesine kurmayacağını söyledi ama sosyal medya tepkileri üzerine geri adım attı. Bu tip yasaklar şarkılarda da devreye giriyor. Yılların şarkısı, Kaptanzade Ali Rıza Bey’in unutulmaz eseri “Yıldızların Altında”, artık TRT ekranlarında söylenemiyor çünkü “Benim gönlüm sarhoştur” dizesiyle başlıyor, “sevişmek ah ne hoştur” dizesiyle devam ediyor. Art arda iki “sakıncalı” eylem… İçinde sarhoş, mey, içki, ayyaş, meyhane geçen kelimeler ya da sevişmekten, öpüşmekten söz eden şarkılar artık kimi radyo ve televizyonlarda kendilerine yer bulamıyor. Bu, resmî bir yasak değil ama iktidara yaranmak için uygulanıyor. Tıpkı rakı kadehlerinin masa altına saklanması gibi…
GRUP YORUM'A YAPILAN BASKILAR
Örnekler artırılabilir ama konu müziğe geldi, başta andığım Grup Yorum’la yazının sonuna erişeyim. Şu cümleyi çok kere kurdum: Grup Yorum, artık konser veremiyor. Bu, pandemiyle ilgili bir durum değil. Öncesinde de veremiyorlardı. Uzun süredir konser vermeleri engelleniyor, sesleri kısılmaya çalışılıyor, kültür merkezleri basılıyor, enstrümanları kırılıyor, bilgisayarlarına el konuluyor. Dahası, topluluk üyelerinin bir kısmı tutuklu ya da aranıyor. “Sanata, sanatçıya yasak yok” diyenin karşısına çıkartabileceğimiz en canlı örnek bu. Tek değil üstelik: Yasaklanan konserler, izin verilmeyen festivaller, valilik kararıyla toplatılan ya da dağıtımı engellenen albümler var. Pek çok sanatçı ve topluluğun şarkıları özellikle 2013 yılında yaşanan Gezi direnişi sonrasında kimi televizyonlarca yasaklandı, ekrana çıkmaları engellendi. 2018 yılında Ezhel’in tutuklanarak hapse konulması da bununla ilgili.
AKP, 3 Kasım 2002’de iktidara geldi. 18 yıldır ülkeyi tek başına yönetiyor. Bu dönemde yasaklanan her şey, onlarla alakalı. Ben yazıda bir kısmını andım ama her alandan örnekleri artırabilirim. Son yirmi yıla bakarken bunları da göz önünde bulundurmak gerekiyor. Pentagram’a “Bu Düzen Yıkılsın” başlıklı şarkıyı yazdıran düzen bu. Bu hafta onlardan yola çıkarak son on yılda yüzümüzü ağartan, bizi heyecanlandıran, sadece memlekette değil memleket dışında da adımızı duyuran topluluklardan söz edecektim ama olmadı. Haftaya oradan ilerlerim belki. Şimdilik Pentagram şarkısının sözlerini yazayım, avaz avaz eşlik etmek size kalsın: “Dualar tutmadı / Gönüller doymadı / Kadınlar gülmedi / Şu ömrümüzde // Hesaplar bitmedi / Saraylar yetmedi / Savaşlar durmadı / Şu ömrümüzde // Vebali hâlâ boynumuzda // Davullar çalınsın / Köleler uyansın / Silahlar yakılsın / Bu düzen yıkılsın // Destanlar yazılsın / Umutlar yayılsın / Sınırlar açılsın / Bu düzen yıkılsın…”