‘Kısa’dan hisseler!
Bağlanmayan mevzular, ucu fazla açık finaller, öyküden çok duruma odaklanan anlatılar… Kuşkusuz, bunların hepsi bu sanata dair ama sinemanın aynı zamanda iyi hikaye anlatmak olduğunu unutmamak gerekiyor.
Film eleştirmenliğinin, hele de süreli yayınlara yazıyorsanız, şöyle bir kötü tarafı vardır: Festivallerde uzun metraj bölümü bütün gündeminizi kaplar. Haliyle kısa ve belgesel filmlere zaman kalmaz. Üstüne, rutin zamanda da vizyon filmleri gündemi meşgul eder. Şimdi buna bir de dijital içerikler de eklenince kısa ve belgesel filmleri görmek çok özel bir çaba gerektirmeye başladı. Bu mesleğimizin çözmesi gereken sorunlardan birisi. Çünkü bu döngüyü kırıp kısa ve belgesel filmler izleyince özel bir ilgi hak ettiklerini görmemek imkansız.
İşte geçen hafta düzenlenen 23. İzmir Kısa Film Festivali, benim açımdan tam bir ‘kısa’dan hisse çıkarma deneyimi oldu. Festivalin sonuna doğru katılabildiğim için, yalnızca ulusal ve uluslararası kurmaca yarışmalarında yer alan yapımları izleyebildim. Her iki bölüme dair gözlemlerimi aşağıda belirteceğim ama festivalde emeği geçenleri anmadan olmaz. Başta Yusuf Saygı ve Gülen Gözkara Saygı olmak üzere filmlerin seyirciye ulaşmasında emeği geçen herkesin hakkını teslim edelim. Dünyanın dört bir yanından muhteşem bir seçki yer alıyordu festival programında ve Fransız Kültür Merkezi’ndeki her gösterim doluydu.
Gelelim, ulusal kurmaca yarışmasında görme fırsatı bulduğum 13 filme dair gözlemlerime. Öncelikle bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Kısa filmden uzun metraja geçen yönetmenlere dair en sık yapılan tespitlerden birisi, 'kısa senaryosunu uzatmış'tır. Yani filmin hikayesinin kısa filme uygun olduğu, belki biraz zorlamayla orta metraja çekilebileceği, ama uzun metraj ölçülerine genişletildiği hissi vermesi. Bu kendisini hemen ele verir. Hiç şaşmaz bir biçimde filmler ortalarda kaçınılmaz tekrarlara düşerler. Bu seçkide benim dikkat çekici olan ise kimi filmlerin tersi bir etki yaratması. Yani ‘uzundan kısaltılmış’ gibi hissettirmeleri. Sanki uzun metraj için düşünülmüşler de, para ve prodüksiyon koşulları nedeniyle kısa olarak çekilmişler gibi. Kasım Ördek’in “Birlikte, Yalnız”, Yağmur Mısırlıoğlu’nun “Bugün Değil”, Turan Haste’nin “Rutubet”, Gökçe Pekhamarat’ın “Kuşku”, Ali Cabbar’ın “Bahçeler Put Kesildi”, Ali Baran Değer’i “Sar” filmleri biraz böyle hissettirdi. Haliyle bir kısa filmin çerçevesini aşan, tamamlanamamış parçaları bolca bulunan, anlattığı konuyu tam olarak çerçeveleyemeyen, hikayesini kapatmakta zorlanan yapıtlar gibi geldi bana.
Seçkide yer alan Aram Dildar’ın “Adres”, Özgürcan Uzunyaşa’nın “Cehennem Boş, Tüm Şeytanlar Burada” ve Barış Kefeli ile Nükhet Taneri’nin birlikte yönettikleri “Ben Tek Siz Hepiniz”in kısa film olarak tasarlandıkları ise hemen anlaşılıyordu. Ne eksik ne de fazlaları vardı. Açtıkları kapıyı kapatıyor. Vaatlerini karşılıyorlardı. Ki bu üç film jürinin de dikkatinden kaçmadı. İlki en iyi üçüncü film, ikincisi en iyi yönetmen, sonuncusu da en iyi film ödülüne değer bulundu. Bu arada, “Cehennem Boş, Tüm Şeytanlar Burada”nın yönetmeni Özgürcan Uzunyaşa’ya ayrıca dikkat çekelim. Katman katman açılan ve sonra birbirine karışan bir hikayeyi, kusursuz geçişlerle ve görselliğin hazzına kendini kaptırmayıp asıl meramını unutmadan anlatmayı başarıyor. Hakan Bıçakcı’nın öyküsünden uyarlanan “Ben Tek Siz Hepiniz” ise politik sözünü, seyircinin gözüne sokmadan, sözle değil inşa ettiği görsel atmosferle geçirmeyi başarıyordu.
Son olarak bazı filmlerdeki estetiğin çok eski olduğunun altını çizmek gerekiyor. Kameranın konulduğu yerler, renk tonları, mizansenler ve hikayeler Türkiye sinemasının 15-20 yıl öncesinin estetiğini taşıyor. Muhtemel ki, sevdikleri isimlerin sinemasına öykünme bu ama bu estetiği onlar bile bıraktılar, değiştirdiler artık. Bunun bir diğer yansıması ise kapalı hikaye anlatımı. Bağlanmayan mevzular, ucu fazla açık finaller, öyküden çok duruma odaklanan anlatılar… Kuşkusuz, bunların hepsi bu sanata dair ama sinemanın aynı zamanda iyi hikaye anlatmak olduğunu unutmamak gerekiyor. Bu eğilime rağmen “Birlikte, Yalnız”, “Cehennem Boş, Tüm Şeytanlar Burada”, “Ben Tek Siz Hepiniz”, senaryo sıkıntısına rağmen oyuncaklı görselliğiyle “Çevir Sesi” gibi filmler estetik tercihleriyle umut vericiydiler.
Bitirirken uluslararası yarışmada izlediğim ve festivalden ödüller kazanan iki filmi dikkatinize sunmak istiyorum. Bir yerlerde görürseniz mutlaka izleyin. İlki en iyi film ödülünü kazanan Manolis Mavris’in yönettiği “Brutalia, Days of Labour”. Doğadaki ‘en kusursuz’ topluluk olarak tanımlanan arıların dünyasına dair bilgileri distopik bir insan evreninde görselleştiren yapım hem tasarım hem de dil olarak çok iyi. İkinci film ise Fransa yapımı Danla Bdeir imzalı “Warsha”. Finaldeki performansı biraz kısa kesse çok daha iyi olabilirdi ama mültecilik, işçilik, yoksulluk, cinsel yönelimin getirdiği sorunlar gibi ağır mevzuları ustaca bir buluşla ve muhteşem bir görselleştirmeye anlatıyor yapım.