Vedat Türkali’ye Güven

Umutsuzluktan kırıldığımız zamanlarda bir yazısıyla, bir sözüyle, sadece varlığıyla bizi hayata döndüren, çiçeklendiren bir yazar gitti dünyadan, hepimize umudu yeniden hatırlatarak.

Google Haberlere Abone ol

Rûken Alp

Sanatçıları, aydınları kaybettiğimizde bir anda veda yazıları sarıyor etrafımızı. Son derece anlaşılır olan bu durum bir o kadar da şaşırtıcı. Bir yandan vefa borcunu ödemenin, yaşanılan kaybın kederinin dillenmesinin başka yolu yokken diğer yandan bu denli hızla yaşanan kayba dair yazıp çizmek şaşırtıcı elbette. Bu yazılar da genelde yazarların kendi hikâyeleriyle son buluyor zaten. Bir bakıma kaçınılmaz olan bu tür yazıları okuduğumda kaybedilen kişi adına hep bir huzursuzluk duyuyorum. Artık aramızda olmayana bir haksızlık yapıyor gibi, yine bencilliğimizi konuşturmuşuz gibi...

Bu eleştirileri yapmama rağmen bu yazıda ben de kendi hikâyemi anlatacağım, tam da eleştirdiğim gibi. Aksini yapabilmenin mümkün olmadığı bir kayıp çünkü yaşadığımız. Bu coğrafyada yaşayan, yaşamış olan, dünyayla, hayatla, aşkla, ille de adaletle derdi olan herkesin bir biçimde değdiği, dokunduğu çok değerli bir yazarı, erdemli bir aydını kaybettik. Aslında bunu bir kayıp olarak görmüyorum, kimsenin de gördüğünü düşünmüyorum, onu tanıdığımız, romanlarını okuduğumuz, satırlarına değdiğimiz ama bir bu kadar ve en çok da bize umudu, direnişi öğrettiği için şükrettiğimiz Vedat Türkali’yi kaybetmek mümkün değil. Hani hepimiz bu dünyanın bazı insanların, ille de her koşulda ve ortamda devrimcilerin yüzü suyu hürmetine döndüğünü biliriz ya, işte onlardan biridir Vedat Türkali. Bizi “insan”la karşılaştıran; aşkı, kavgayı, güveni, korkuyu, nefreti, iktidarı anlatan, hiç renk vermeden yaşadığımız ama yaşarken içimizi, umudumuzu çürüten çelişkilerimizi, çıkmazlarımızı velhasıl insana dair ne varsa karşımıza çıkaran, kendimizi ve devrimi sorgulamaktan kaçmamızın mümkün olmadığı bir dünyayı bizim için inşa eden, bize sunan Vedat Türkali. Ve her metninde kendimizde ve dünyada adaletin, aşkın ve devrimin izini sürdüren. Türkiye devrimci geleneğini tarihselleştiren, bunu yaparken sınıfsal ve bireysel çelişkileri nereye saklanırlarsa saklansınlar cesaretle kelimelere döken, insanı kendi gerçeğiyle yüzleştiren. Şiirle, romanla, sinemayla estetik değerlerimizi, kültür dünyamızı zenginleştiren Vedat Türkali.

HERKESİN HİKÂYESİ...

Kendi hikâyemi anlatacağım demiştim. İlk gençliğinde Vedat Türkali okuyan herkesin hikâyesi aslında. İlk gençlik yıllarında Vedat Türkali’yi okuyanlar aşkla, devrimle, insanın olanakları ve doğasıyla sarsıcı bir biçimde karşılaşırlar. Onun romanlarında Türkiye’nin aktarılması cesaret isteyen tarihini, sol-sosyalist geleneği, devrimciliği, köylülüğü, burjuvalığı, bütün sınıfsal konumları alt edebilen insan doğasını ve her türlü iktidarın insanı alt edebilme potansiyeli açıkça ortadadır. Bir tür olarak romanın kurmaca niteliğini romanlarına bilim insanı titizliğiyle eklediği tarihi bilgilerle harmanlar. Şehirler romanlarında mekân olmaktan çıkıp yaşayan bir varlığa, bir karaktere dönüşür. Bir Gün Tekbaşına’yla, Güven’le İstanbul’da, Yalancı Tanıklar Kahvesi’yle Ankara’da adım atılmadık sokak kalmaz, her yokuş tek tek çıkılır. Roman karakterleri bizi bize tanıtır. Bir Gün Tekbaşına’da Kenan’ı, Günseli’yi sever miyiz, onları anlar mıyız? Yoksa içten içe öfkelenir, hatta ahlaksız bunlar der miyiz? Peki gündelik yaşamdaki söylemlerimizde, olan biteni değerlendirirken, içimizden geçeni dışa vururken ne kadar dürüstüz?

Kime aşık olacağımız, nasıl insanları seveceğimiz, sevdiğimiz daha bir anlaşılır olur onu okurken. Mavi Karanlık’taki Özgür mü, Korhan mı? Güven’deki Turgut mu Halil mi, Necla mı Meryem mi? Peki Yalancı Tanıklar Kahvesi’ndeki Muhsin mi, Reyhan mı, Nahide mi? Ya Kayıp Romanlar’daki Nahit, Esme? Hangisi bize daha yakın, hangisinde en çok kendimiziz, yoksa hepsinden biraz mıyız? Ben Kenan’dan kenar duranlardan, şeytan tüyü olan Özgür’ü değil de sessiz ve içli Korhan’ı, herkesin aşık olduğu, o yakışıklı, Turgut’u değil de işkencede bir kum torbası gibi yığılan, ser verip sır vermeyen Halil’i, Güven’deki Necla’nın cesaretini sevenlerden, Yalancı Tanıklar Kahvesi’ndeki usul Reyhan’ı anlayan, onun için kederlenenlerdenim.

Romanlardaki karakterlerin bu canlılığının, yaşamının bu denli içinden oluşunun yanı sıra Vedat Türkali’nin romanlarının kanımca en önemli yönlerinden birisi de çelişkilerimizi sarsıcı bir biçimde ortaya koymasıdır. Çevresindeki herkesi katı bir ahlakçılıkla eleştirirken Günseli’ye hayranlık duyanlar bu romanı okuduktan sonra dönüp kendilerine bakmadılar mı? Bodrum’da başıboş dalgalar gibi yaşayanların hikâyelerine dalarken aynı anda birilerinin de inançları uğruna savaştığını, öldüğünü ama aşkı yine de kimsenin anlayamadığını okumadık mı? Yakışıklılığı, altı çizilen erkekliğiyle devrimci direnişinin arasında kalan Turgut’un çelişkilerini, iktidarın ve iktidar ilişkilerinin yaşamı ve insanları ne hâllere getirdiğini izlemedik mi? Bir zamanlar devrimci gelenekte üzerine konuşulması bile imkânsız olan cinselliğin yaşamın her hücresine sızdığını, sınıfları, cinsiyetleri aştığını bu romanlarda görmedik mi?

UMUDU YENİDEN HATIRLATTI

Dışardan görünenle yaşananın ve arzu edilenin başkalığı, o katı ahlakçılığın arkasındaki çelişkiler, korkular, erkek-egemen yaşam biçiminin en özgürlükçü söylemlerle ortaya çıkanların, dünyayı değiştirme iddiasında olanların dâhi nasıl iliklerine kadar işlediği vardır Vedat Türkali’nin romanlarında. Aşkın, evliliğin, arkadaşlığın, yoldaşlığın ve dostluğun idealize edilmeden nelere bedel ve nelere kadir olduğu. Dünyayı değiştirmeye çalışan, bunun için ömrünü verenlerin aslında çok temel konularda bile geleneksel değerleri aşamadığı. Özgürlüğü savunurken erkek-egemen sisteme nasıl kısılıp kaldıkları, cinselliği, duygusal ilişkileri bu sistem dışına çıkarak yaşayabilmenin zorluğu. Bunlarla birlikte bu romanların en çarpıcı yönünün sınıfsal farklıkların yaşamın her alanındaki belirleyiciliğinin yanında her şeyi sınıf teorisine indirgemeden insan doğasının ve olanaklarının çok farklı dinamikleri olduğunu söylemesi/söyleyebilmesidir.

Bir film gibi okuduğumuz ve Türkiye devrimci geleneğinin tarihselleştiği romanlar onlarla karşılaşan herkesi bir biçimde etkiledi. Ama Vedat Türkali dendiğinde bunların yanı sıra içinde yaşadığımız koşulların insan aklının sınırlarını aşan zorluğu ve tuhaflığı dolayısıyla daha da ağır basan devrimci kişiliği, onun tüm mütevaziliğine rağmen heybetle, gururla karşımıza çıkıyor. Ben romanlarında çözümlediği karakterlerin etkisinin de olduğunu düşünüyorum bu sarsılmaz devrimci duruşunda. İnsanı tüm çıkmazlarıyla ortaya koyarken ondan umudu kesmemiş olması, mücadelesini ömrünce kesintisiz bir biçimde sürdürmesi hafifletiyor bizi. Çünkü Türkiye devrimcilerinin, bu coğrafya insanın aşka, devrime, sınıfsal çelişkilere, erkek-egemen sisteme, cinselliğe ve toplumsal yaşama bakışını edebî bir zeminde hiç çekinmeden irdeleyen, bu anlamda da devrimci tutumunu edebî üretim sürecinde de sürdüren bir yazar Vedat Türkali. Umutsuzluktan kırıldığımız zamanlarda bir yazısıyla, bir sözüyle, sadece varlığıyla bizi hayata döndüren, çiçeklendiren bir yazar gitti dünyadan, hepimize umudu yeniden hatırlatarak.

VEDAT TÜRKALİ KİMDİR?

1919 yılında Samsun’da doğan Vedat Türkali’nin asıl adı Abdülkadir Pirhasan’dır. Ortaöğrenimini Samsun’da, yüksek öğrenimini 1942 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde tamamlamış, Maltepe ve Kuleli Askeri Liseleri’nde edebiyat öğretmenliği yapmıştır. Vedat Türkali 1951 yılında siyasal eylemlerde bulunmakla suçlanarak tutuklanmış, askerî mahkeme tarafından dokuz yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. Yedi yıl sonra koşullu olarak serbest bırakılmış, Rıfat Ilgaz’la birlikte Gar Yayınları’nı kurmuştur. Sinema alanına da yönelmiş, senaryo yazarlığının yanı sıra film yönetmenliği de yapmıştır. Dolandırıcılar Şahı, Otobüs Yolcuları, Üç Tekerlekli Bisiklet, Şehirdeki Yabancı, Karanlıkta Uyananlar, Bedrana, Kara Çarşaflı Gelin’in senaryolarını yazmış; Sokakta Kan Vardı, Korkusuz Aşıklar ve Kopuk filmlerinin ise hem senaryolarını yazmış hem de yönetmenliğini yapmıştır. Vedat Türkali’nin yayımlanan ilk romanı Bir Gün Tek Başına’dır. Bu roman ile 1974 yılında Milliyet Yayınları Roman Yarışması’nda birincilik ödülünü ve 1976 yılında Orhan Kemal Roman Armağanı’nı kazanmıştır. Vedat Türkali’nin yayımlanmış başlıca eserleri kronolojik olarak şu şekilde sıralanabilir: Bir Gün Tek Başına (Roman, 1974), Eski Şiirler, Yeni Türküler (Şiir, 1979), Üç Film Birden (Senaryo, 1979), Mavi Karanlık (Roman, 1983), Eski Filmler (Senaryo, 1985), Bu Gemi Nereye (Yazılar, 1985), Yeşilçam Dedikleri Türkiye (Roman, 1986), Tek Kişilik Ölüm (Roman, 1990), Ölmedikçe (Yazılar, 1999), Güven (Roman, 2 cilt, 1999), Komünist (Anı, 2001), Özgürlük İçin Kürt Yazıları (1996), Tüm Yazıları Konuşmaları (2001), Bu Ölü Kalkacak (Oyun, 2002), Dallar Yeşil Olmalı (Oyun, 2002), Kayıp Romanlar (Roman, 2004), Yalancı Tanıklar Kahvesi (Roman, 2009) ve Bitti Bitti Bitmedi (Roman, 2014).