Bir yılkı atı: Maruha
Tatavla'da Bir Delirme Vakası adlı kitabın yazarı Bade Osma Erbayav, son romanı Maruha'yı Duvar Kitap'a anlattı.
Bade Osma Erbayav
Sıkça sorulan bir sorudur bu: Neden hep güçlü kadın karakterleri yazıyorsunuz?
Benliğime işliyor bu kadınlar çünkü, yaşam hikayeleri ruhumu yeniden işlemden geçiriyor. Kendilerini ortaya koyuş biçimleri eril tahakküme karşı azımsanamayacak bir gözdağıdır, hepsi birer okuldur. Mevcudiyetleri, erkekler tarafından mütemadiyen köşeye kıstırılmaya çalışılan kadınların bir manifestosudur. Bu yüzden hikayeleri gelecek kuşaklara aktarılmalıdır.
Söz konusu aşksa aşkların en görkemlisini, yenilgiyse yenilgilerin en yıkım getirenini yaşamıştır bu kadınlar. Derin ruh kesiklerini, kalp yaralarını onarabilmişler, önlerine çıkartılan engelleri aşabilmişler ve hayatlarına korkusuzca devam edebilmişlerdir. Böyle güçlü karakterleri, rengarenk kişilikleri yazarken kendiniz hakkında keşfettiklerinize de inanamazsınız. İnatçı mücadeleleri karşısında hayranlıkla birlikte gelen aşkın bir yücelik duygusuyla dolup taşıverir içiniz. Yalnız olmadığınızı hissedersiniz. Maruha’yı yazarken ben böyle hissettim işte.
Giderek itibarsızlaştırıldığımız, sosyal alanların dışına itelenip evlere tıkılmak istendiğimiz, trajik bir biçimde ötekileştirildiğimiz, katledildiğimiz, “yarım” ilan edildiğimiz, toplumsal tabana yayılmakta olan gerici düşüncelerin hız kazandığı hatta kasıtlı olarak güdümlendiği bir dönemden geçiyoruz. Kadına ait hikayeleri nedense erkekler anlatıyor ve çok da kötü anlatıyorlar açıkçası. Ruhsuz, bağsız, bağlamsız, ayarsız metinler okuyorum. Televizyon dizilerinde de benzer bir durum var. Erkeğin sakınımından nasibini alıyor bütün kadınlar. Zayıf, hastalıklı, kutsal anne/bakire, temiz, namuslu ya da histerik, fettan, fitneci, kötünün de kötüsü birtakım kadınlar tasvir ediliyor anlatılarda. Neşesiz, sönük, hep trajik karakterler…
Maruha romanına adını veren Maruha ile Mary Anne ise aksine mayalarında sonsuz bir yenilenme becerisi, yılmaz gözüpeklik olan içleri fıkır fıkır kaynayan, ruhları okyanusların kalbine mühürlenmiş kadınlar.
Maruha’yı yazmak hep bir gönül meselesiydi benim için. Çocukluk günlerimden hatırlıyorum, onu mutlu eden bir melodi duyduğunda -ki genellikle İspanyol ezgileri olurdu bu- en yakınındaki masa örtüsünü çekip bir şal gibi omuzlarına sardıktan sonra güçlü elleriyle havada daireler çizerek, ayaklarını yere sertçe vurarak, saçlarını savurarak ole nidalarıyla salonun ortasında çılgınca dans eder, rengarenk peruklarla, takılarla bizleri süsleyip, yanaklarımızı kırmızı rujlarla renklendirip elimize kim bilir hangi uzak yol seferinde satın aldığı marakasları mikrofon niyetine tutuşturup kendi kurduğu hayali sahneye davet eder, devrimini dans ederek gerçekleştirirdi. Evinin duvarlarını boydan boya resimlerken kendinden geçip yitik dünyalara dalar, misafirlerinin mideleriyle ruhlarını tıka basa doyurmadan hiçbir yere yollamazdı.
Kocaman yürekli bir kadındır Maruha. Onun yaşama sevinci bizim ailenin tüm çocuklarına sirayet etmiştir, içimizden artık kolay kolay atamayacağımız bir Sevinç’tir bu.
Bir gün bana kitapevlerinde çalışırken bir çalışma arkadaşının ona “Erkek gibi çiziyorsun” diyerek iltifat (!) etmeye kalkıştığında, “Ne münasebet, sizsiniz erkek gibi çizen!” diyerek gülüp geçtiğini, sıklıkla karşılaştığı bu “erkek gibi kadın” sözünden nasıl rahatsız olduğunu anlatmıştı.
Maruha, nam-ı diğer ressam Sevinç Osma, erkeklik kodlarının kemikleşmiş olduğu Cağaloğlu yayıncılık piyasasında 50’li yılların ortasından başlayarak müthiş bir varolma mücadelesi vermiş, Bâb-ı Âli’de çocuk kitaplarına, tefrikalara illüstrasyonlar, vinyetler çizerek kazandığı paralarla kendine Ayvansaray’da bir sandal yaptırmış, deniz tutkusuna gem vuramamış, aşkı uğruna otuz dokuz erkek mürettabatla birlikte uzak yol gemileriyle dünyayı gezmiş bir yılkı atıdır. Sheernessli Mary Anne ise okyanuslara açılma hayallerini yaşadığı yüzyıl gereği ancak erkek kılığına bürünerek gerçekleştirebilmiş inatçı mizaçlı bir kadın korsandır. Mary Anne’in inşa ettiği “ben” nasıl bir başkasıysa, Maruha’nınki de bir o kadar kendindendir. İkisi de biriciklikleriyle yırtıcı ve hayran olunası yaşamlarıyla eşsiz bir kadın korsanlar atlası sunuyorlar bizlere.
BADE OSMA ERBAYAV KİMDİR?
Bade Osma Erbayav, İstanbul'da doğdu. Orta ve lise eğitimini Bodrum'da tamamladı. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'ni bitirdi. Yüksek lisansını Film ve Drama bölümünde dramatik yazarlık üzerine yaptı. Öyküleri daha önce çeşitli edebiyat dergilerinde yayımlandı. Yitik Ülke Yayınları'nca yayımlanan "Tatavla'da Bir Delirme Vakası" yazarın 1994-2014 yılları arasında yazdığı öykülerden derlediği ilk kitabıdır.