Fehim Taştekin: Rusya, Rojava'da Şam'ı cesaretlendirebilir

Türkiye’nin bir “Rojava karşıtı” hamle olarak Cerablus üzerinden Suriye’ye girdiği sıcak günlerde gazeteci Fehim Taştekin’in “Rojava: Kürtlerin Zamanı” kitabı yayınlandı. Taştekin, “Kürtleri Fırat’ın batısındaki bölgede cesaretlendiren şey bu bölgedeki Arap, Türkmen ve Çerkesleri de işin içine katma becerisidir” diyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR – Suriye sahası o kadar hızlı ve karmaşık bir şekilde değişiyor ki, değil yazmak, Suriye üzerinde düşünmek bile zorlaşıyor. Tüm bu hengamenin içinde bu zorluğun altından başarıyla kalkan bir gazetecinin sahaya ilişkin ikinci kitabı yayınlandı. Suriye’deki krizin en başından beri, herhangi bir aktöre angaje olmayan, enformatik yazı ve değerlendirmeleriyle, sadece Türkiye’de değil uluslararası çapta da önemli bir kaynak ve gözlemci kabul edilen Fehim Taştekin’in geçtiğimiz sonbaharda yayınlanan “Suriye Yıkıl Git Diren Kal” isimli ilk kitabının ardından 9 Eylül günü yayınlanan ikinci kitabı “Rojava: Kürtlerin Zamanı” adının da açıkça işaret ettiği gibi Suriye Kürtlerini ve onların son 5 yılda tüm dünya tarafından fark edilen tarihi hamlelerini ele alıyor. Fehim Taştekin’le bu kitabı, tam da bu kitabın kapsamında olan Türkiye’nin Cerablus harekatını ve yeni kitap projesini konuştuk. “Rojava: Kürtlerin Zamanı” kitabının, sadece Rojava’yı değil, tüm bölgenin bugününü daha iyi anlamak için çok önemli bir anahtar olduğunu belirtip, sözü daha fazla uzatmadan erbabına verelim…

rojav

“Rojava: Kürtlerin Zamanı” bir yıldan kısa bir sürede Suriye’yle ilgili yayınladığın ikinci kitap. İlk kitap “Suriye Yıkıl Git Diren Kal”da Kürtlerle ilgili bölümü çıkardığını ve ayrı kitaplaştıracağını söylemiştin. Bu kitabın hazırlanış süreci nasıl oldu?

Suriye kitabı içerisinde Kürtler yaklaşık 100 sayfalık bir bölüm oluşturuyordu. Ancak tam olarak Kürtlerin sürecini kapsamıyordu. Hem daha kapsamlı bir çalışma yapmak hem de Suriye kitabını makul bir hacme düşürmek için Kürtlerle ilgili bölümlerin büyük kısmını çıkardım. Kürtlere de Rojava’yı ayrı kitap yapacağıma dair söz vermiş oldum. Tabi son beş yılda Suriye ile birlikte Rojava’da olup bitenleri de yakından izleme şansım oldu. Aktörleriyle sıklıkla görüşmeler yapıyordum. Bir nevi bu kritik dönemin tanıkları arasındaydım. Bu tanıklıkları kayda geçirmek önemli bir sorumluluk. Ben de tarihe kayıt düşmek istedim. Adil bir fotoğraf çıkarmak istedim. Mağduriyetler ve tarihsel süreçlere bakarken coğrafyanın etnik ve mezhebi karakterine de ışık tutmaya çalıştım.

Suriye coğrafyasında Kürtlerin varlığı ve durumuna ilişkin uzun bir tarihsel arkaplan var kitapta. Bu bölümde tarihsel dönemleri sınıflandırırken Beşşar Esad dönemini Baas döneminden ayrı ele alıyorsun ve 2011 öncesi ve sonrası diye de ikiye ayırıyorsun. Bu tasnif şu soruyu getiriyor akla: “Arap Baharı” denen süreç ve Suriye’deki kalkışma olmasaydı, Şam yönetiminin Kürtlerle ilişkisi farklı mı olacaktı?

Tabii sadece günceli yazmak da adil bir fotoğraf vermediği için son yüzyılda Kürt siyasal ve kültürel gelişimine dair kaynak taraması yapmam gerekti. Şeyh Said İsyanı’ndan sonra Suriye’nin kuzeyine yani Cezire bölgesine geçen Kürtlerin kuzeye odaklı çalışmaları, Xoybun hareketi, Ağrı İsyanı’nın başarısızlığa uğraması sonrası kültürel Rönesans, Fransızların Kürtlere yatırım yapan ama Kürtleri abad etmeyen politikaları, Suriye’nin bağımsızlık sürecinde Komünist Parti içerisindeki mücadeleler, sonra SKDP’nin doğuşu, özellikle Türkiye kökenli Kürtlerin yabancı ve kayıtdışı sınıfına alınarak vatandaşlık haklarından mahrum bırakılması, Mısır ile ortak devletin Kürtlere getirdikleri, Baas döneminde yürütülen çalışmalar, kuzeyin Kürdileşmesine karşı Arap kemeri programının hayata geçirilmesine dair tarihsel süreçleri anlatırken şuna dikkat çekiyorum: Abdullah Öcalan’ın Suriye’ye geçmesinin ardından yeni bir sayfa açılıyor. Xoybun nasıl ki Kürt mücadelesinin odağına Türkiye’yi koyduysa PKK’nin mücadelesinde de çalışmaların hedefi Bakur (Kuzey) idi. Kütlerin meselesi kuzeyle yani Türkiye ile alakalı olduğu sürece Şam yönetimi açısından endişelenmeye gerek yoktu. Bir dönem ilgi Molla Mustafa Barzani’nin yürüttüğü özgürlük savaşı nedeniyle Suriyeli Kürtlerin ilgisi Başur’a (Güney) çevrilmişti. PKK ile birlikte odak yeniden kuzeye döndü. Ancak Öcalan, Şam’ın izniyle Türkiye’ye karşı faaliyet yürütürken Suriyeli Kürtleri de kendi davaları için örgütlüyordu. Yani Kürt davası bir yandan da Suriyelileşiyordu. Burası bugünün aktörlerinin toplumsal mobilizasyon kapasitelerinin boyutunu görmek açısından çok önemli. KCK yapılanmasından sonra hikâye biraz daha değişti ve PKK’nin oluşturduğu alt yapı üzerinden 2003’te yeni bir oluşum olarak ortaya çıkan PYD, Öcalan’ın kaderiyle yakından ilgilendiği kadar gündemi Suriyelileştirdi. Yani Suriyeli Kürtlerin toplumsal, siyasal ve kültürel dirilişine yönelik çalışmalar yürütüldü. 2004’te Kamışlı’da futbol karşılaşması sırasındaki çatışmanın tetiklemesiyle yaşanan kalkışma Kürt siyasal potansiyelini gösterdi. Kürtlerin mobilize olabilecek bir noktaya varması Şam’ı alarma geçirdi. Suriye yönetimi buna karşı önlemler alıp yüzlerce insanı tutuklarken diğer yandan da Kürtlerin sorunlarının çözümüne yönelik ürkek bazı adımlar atıldı. Kürtlerin dile getirdiği taleplerin başında kültürel tanınma ve kimliksiz Kürtlerin haklarının iade edilmesi ve mağduriyetlerin giderilmesiydi. Beşşar Esad bu meseleyi el attı ama sonunu getiremedi.

Neden sonunu getiremedi?

Birincisi kuzeydeki Kürt meselesi Suriye’de hem iktidar hem muhalefet açısından hep dış güçlerin bir oyunu olarak görüldü. Birçoğu için Kürt dosyası Siyonizmin işiydi. Bu algı hiçbir zaman değişmedi. Emperyalist ve Siyonist güçlerin ülkeyi böleceği korkusu hep vardı. İkincisi Esad sadece Kürtlerle ilgili değil genel anlamda bazı reformlar yapmak istediğinde yine dış müdahale korkusunu tetikleyen ve yeniden korumacı politikaları öne çıkmasına neden olan gelişmeler oldu. ABD’nin Irak işgalinin ardından Suriye’ye de müdahale edileceği korkusu, 2005’te Lübnan’da Refik Hariri’nin öldürülmesi üzerine Suriye üzerinde oluşan uluslararası baskılar, İsrail’in 2006’da Lübnan’a savaş açması Süriye içinde değişim isteyen kanadın önünün tıkanmasına neden oldu. Baasçı kadrolar Esad’ı yeniden kuşattı. Fakat yönetim eğer ülke karışırsa en örgütlü hareket edecek kitlenin Kürtler olduğunu biliyordu. Ve Kürtlerle ilgili bir uyanıklık vardı. Nitekim 2011’de olaylar patlak verince Esad’ın yaptığı ilk şey Kürtlere el uzatmak oldu. Diyalog girişimi ve ardından kimliksiz Kürtlerle ilgili onlarca yıldır beklenen yasa değişikliği geldi. İsyan çıkmasa bile eninde sonunda Esad Kürt dosyasına el atmak zorunda kalacaktı. Esad’ın meclis konuşmalarında Kürtlerle ilgili sorunlara çözüm bulmaktan bahsediyor. Suriye yönetimi PKK çizgisinin eriştiği toplumsal tabanın farkındaydı. PKK çizgisindeki Kürt yapılanması, 1990’daki seçimde Afrin’den parlamentoya bağımsızlar kontenjanından 6 milletvekili gönderdi. Aynı taban üzerinden yeni bir formatla hareket eden PYD de Afrin ve Kobani zaten güçlüydü. KDP çizgisindeki partilerin uzun süredir bu iki yerde varlığı zayıftı. Afrin’de hiç yoktular demek abartılı olmaz. Afrin her zaman Kürt hareketini mahsulüyle insan kaynağı ile beslemiştir. PKK’nin kamplarında en fazla kokusunu alacağınız şey Afrin’den gelen zeytinyağı ve zeytinlerdir. Cezire’de ise bölünmüş bir tablo vardı. PYD orada Arap, Süryani ve Çeçenlerle ortaklık kurarak dengeleri kendi lehine çevirmeyi başardı. Bu potansiyel rejimin bahşettiği bir güç değil. Bu PYD’nin silahlılarıyla da izah edilemez. Bunun en fazla farkında olan yönetimdi. PYD’nin inisiyatifi ele alması güç dengelerinin kendi lehine değişmesine yol açtı. 2011 olmasaydı bu potansiyel bir süre sonra yine kendini dayatacaktı. Tetikleyici herhangi bir olayla kendini gösterecekti.

2236 SURIYE.indd

Esad’ın kriz sürecinde Kürtlere karşı daha farklı davrandığına da dikkat çekiyorsun…

Evet, Esad’ın 2011’de Kürtlere karşı daha dikkatli olması Kürtlerin de bölgede inisiyatif alırken üçüncü bir yolu tutturmasını kolaylaştırdı. Bu yol malum iç savaşın Kürt bölgelerinden uzak tutmaya endeksliydi. Yönetimin stratejik bir kararla Halep gibi ülkenin kaderini tayin eden kentleri tutmak için kuzeyden çekilmesi Kürtlerin de kendi özerk yönetim inşa etmesine fırsat verdi. Tam tersi en fazla mağdur edilmiş Kürtlerin daha fazla silahlı sürece savrulması ve sürecin daha sert geçmesi beklenirdi. Ama yönetim de Kürtler de izledikleri farklı yolla işi bu noktaya götürmedi. Tabi bu durum özellikle Türkiye’de PYD-rejim işbirliği şeklinde okundu. Başlangıçta Kürtlerin stratejisiyle rejimin öncelikleri arasında bir çatışma noktasının oluştuğu doğru ama rejimin mutlak çöküşü önlemek için başka bir şansı da yoktu. Ayrıca Kürtlere karşı cephe açmak intihar olacaktı. Şam bundan kaçındı. Bunu basit bir işbirliğine indirgemek doğru değil. Ayrıca bu coğrafyanın tarihsel süreçleri ve kültürel dokusu biraz farklı. Tarihsel olarak Bakur, Başur ya da Rojhilat’taki gibi bir silahlı mücadele biçimi Rojava’da yaşanmadı. Rojava, iç savaşı mahallelerinden uzak tutmak için savunma hatları oluşturdu. Yönetim de bunu düşmanlık olarak görmemeyi tercih etti. Bir yandan zekice bir taktik diğer yandan muhalefetin silahlı isyan sürecine aktif destek veren Türkiye’ye Kürtler üzerinden bir yanıttı. Sonuçta Rojava’daki Kürt hareketinin PKK ile ilintisi Ankara’da endişeye yol açmak için yeterli bir nedendi. Şam yönetimi Kürtler Rojava’da bir nevi özerklik elde ettiğinde bunun asıl deprem yaratacağı yerin Türkiye’de olduğunu gayet iyi biliyor.

Bu gerçeği görmezden gelerek Suriye’de maceraya atılan Türkiye oldu. PYD rejimin maşası, toplumsal desteği yok, iktidarı silahla gasp etti denildi. O yüzden birtakım silahlı grupları bu bölgeye sokarak özerklik hareketini bastırabileceğini ya da ENKS ve Barzani’nin nüfuzu üzerinden işi maniple edebileceklerini düşündüler. Ama sahanın gerçekleri bize bunun mümkün olmadığını başından itibaren söylüyordu. Bu süreç 2011’de başlamadı. Rojava’da iyi organize olmuş bir kadro hareketi 1980’lerden bu yana oluşturulmuş bir altyapıya yaslanıp tarihi fırsatı çok iyi değerlendirdi.

Suriye’ye ilişkin ilk kitabın çıkmak üzereyken Rusya fiilen sahaya girmişti; şimdi ikinci kitabın yayınlanmasından hemen önce de Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesi oldu. Bu müdahale Rojava Kürtleri için ne ifade ediyor?

Kuşkusuz Türkiye’nin operasyona kalkışmasında temel itici faktör Kürtlerin Afrin ile Kobani arasında bir koridor oluşturma planını bozguna uğratmak. Bunu IŞİD ile mücadele görüntüsü altında yapması bizi yanıltmasın. Kürtler Türkiye sınırları boyunca Cerablus’tan Afrin’e uzanmayı düşündü. Tabii burada Kürt köyleri olsa da Türkmen köyleri buradaki devamlılığı bozuyor. Kürtler, Kürt, Arap ve Türkmenlerle ortak bir yönetimin tesis edildiği Tel Ebyad’daki modelden hareket ederek bu bölgede de yerel meclis kurup Afrin-Kobani arasında geçişlerin yapılabileceği bir yapılanma tahayyül etti. Türkiye’nin kırmızıçizgileri buna geçit vermeyince 30-40 kilometre daha aşağıda Menbic ve El Bab üzerinden Afrin’e koridor açma seçeneği devreye sokuldu. Kürtler bunu hiç Kürtlerin olmadığı bir coğrafya üzerinden düşlemiyor. Menbic’de de azınlıktalar ama mobilize olma kapasitesi daha yüksek bir nüfus kitlesine sahipler. El Bab merkezi değil ama kentin kuzeyindeki şeritte çok sayıda Kürt yerleşimi var. Burası YPG’nin müttefik bulabildiği bir hat. Zaten şimdi Türkiye Azez’den aşağıya Halep’e sarkmayı gözüne koyunca Tel Fırat’taki YPG müttefikleri hemen karşı cephe oluşturdu. Buradaki Kürt direnci fazla hesaba katılmayan bir faktör gibi geliyor bana. Kürtleri Şehba bölgesi adını verdikleri Fırat’ın batısındaki bölgede cesaretlendiren şey yerelde Kürtler dışında Arap, Türkmen ve Çerkesleri de işin içine katma becerisidir. Menbic Askeri Konseyi, Cerablus Askeri Konseyi, El Bab Askeri Konseyi ya da Şehba Bölgesi Meclisi ve Rusipiler meclisleri yerelde işbirliği örnekleri olarak karşımıza çıkıyor. Kürt askeri ve siyasi aktörlerin örgütleme yeteneğinin epeyce ilerlediğinin de göstergesidir buradaki yapılanmalar. Kürtler Kürt yoğunluklu olmayan bölgelere yerel aktörlerle koalisyon oluşturma esasına dayalı bir yaklaşımla gidiyor. Aksi takdirde gelişmeler Kürt istilası olarak okunur ve ciddi bir dirençle karşılanır.

Suriye Demokratik Güçleri (SDG) yapılanmasını da bu çerçevede mi okumalıyız?

SDG operasyonları Arap, Türkmen ve diğer halkların yaşadığı bölgelere yönelik genişletmek için geliştirilen bir ortaklık yapılanması. Ama bunu YPG’ye maskeye indirgeyemeyiz. YPG motor güçtür ama ortaklık kurduğu grupların sayısı da zamanla artmıştır. İşin için de Şemmar aşiretinin askeri birliği Senadid de var, Şaitat aşiretinin kurduğu birlik de var, Süryani Askeri Konseyi de var, iki Türkmen birliği de var; eski ÖSO unsurları da var. Kürtler demografik realitenin farkında, Menbic’te yapacakları da Tel Ebyad’dan farklı olmayacaktı. Siyaseten PYD’nin, askeri olarak YPG’nin buraları domine etmesi, tek başına iktidarı ele alması mümkün değil. Tercih edilen şey Kürtler açısından da fonksiyonel ittifaklardır. Türkiye bu ittifak ağını da hedef aldı.

Burada başka amaçlar da söz konusu mu?

Elbette. Suriye’de oyuna geri dönmek de önemli bir hedef. İkinci hedef sınır boyunca muhalifler için korunaklı bir alan oluşturmaktı. Üçüncü hedef Halep’te sıkışan gruplara destek hattı oluşturmak ve kurulacak müzakere masasına yeni bir dengeyi yakalamış olarak gitmek. Malum ABD ve Rusya Halep’te ateşkesi sağlayıp tekrar masayı kurmak için epey zamandır müzakere yapıyor.

Rus uçağının düşürülmesi sonrası Rusya, Suriye topraklarını Türkiye’ye karşı uçuşa yasak bir bölgeye dönüştürmüştü. Ama Türkiye, Moskova ile ilişkilerin normalleşmesini fırsata çevirip IŞİD ile mücadele adı altında Suriye’ye askeri güç soktu. Bu yüzden Rusya ikinci kez oyuna getirildiğini düşünüyor olabilir. Ve gelen uyarılar Rusya’nın gidişattan memnun olmadığını ve beklenmedik bir yerde fren etkisi yaptırabileceğini gösteriyor. ABD ise bu müdahalenin, Suriye yönetimine karşı savaşan CIA destekli grupların toparlanmasına hizmet eden boyutundan memnun; ama Pentagon destekli SDG’yi bulunduğu bölgelerden çıkarmaya yönelik boyutundan memnun değil. Ki Washington da aslına bakarsanız Menbic’in önündeki Secur nehrini bir kırmızı çizgiye dönüştürdü.

Bu harekatın IŞİD’le mücadele boyutu için neler söylenebilir?

IŞİD Cerablus’tan direnmeden çekildi. El Bab’dan da çekilmeye başladığına dair teyit edilmemiş haberler geliyor. Bu taktiksel bir çekilme olabilir. Şimdiye kadar sürekli kaybettikleri Kürtlerin eline geçmektense Türkiye destekli grupların eline geçmesini tercih etmiş olabilir. Nasıl olsa Türkiye yarın tanklarını çeker ve bu grupları kolaylıkla püskürtürüm diye akıl yürütmüş olabilirler. Ya da kaybedecekleri bir savaşta adam ve kaynak kaybetmektense Rakka’yı sağlama almak istemiş olabilirler. Gizli kanalların bu süreçte pazarlık yapıp yapmadıklarını ise bilmiyoruz. Varsa yakında onu da öğreniriz.

Türkiye ve birlikte hareket ettiği gruplar güneye yöneldikçe karşısındaki cephe genişler mi?

Kuşkusuz riskler çok. El Bab’a giderken orada hesaba katılmayan ve aslında IŞİD’i de baskılayan bir kuşak var. Az önce sözünü ettiğim Tel Rıfat bölgesi. Burada YPG’nin müttefikleri var ve Türkiye’ye ‘hoş geldin’ demeyeceklerdir. Eğer Türkiye El Bab’a inerse hemen güneyinde Rusya, İran ve Hizbullah’ın desteği ile operasyonlar yapan Suriye ordusu var. Onlar da ‘hoş geldiniz’ demeyecektir. IŞİD’den de emin olamazsınız. Sonuçta IŞİD o bölgede kıyametten önceki büyük savaşın (Melhame-i Kübra) kopacağına inanıyor ve küresel cihat ve hicret çağrısını “Dabık ve A’mak” metaforunu kullanarak yapıyor. IŞİD de sürprizler yapabilir. Ayrıca Türkiye’nin müttefiki olsalar da kendi ajandaları olan gruplar var. Yarın onlar da bize dirsek gösterebilir. Rusya ve ABD’nin yürüttüğü başka bir süreç var, Türkiye’nin tam da Suudilerin çok hoşuna giden bu hamleleri, Amerikalılar ve Rusların birlikte yürüttüğü süreci baltalarsa oradan da bir karşı oyun gelebilir.

Yani şunu unutmamak lazım; bu güçler isterlerse bu bölgeyi birkaç gün içinde Türkiye’nin bataklığına çevirebilirler. ‘Benden habersiz hiçbir şey gelişemez’ diyenlerdeki bu özgüven patlamasını izah etmeye keskin sirke benzetmesi bile kâfi gelmiyor.

ABD ve Rusya’nın şimdiki görece sessiz tutumunun değişebileceğini mi anlamalıyız bu sözlerden?

Darbe girişimindeki uyumsuz tutum, Türkiye’ye, ABD üzerindeki baskıyı artırma şansı verdi. Ayrıca Türkiye’nin Rusya ve İran’la yakınlaşması ABD’yi Ankara’nın Kürtlere karşı oyununda geri adım atmaya mecbur etti. Ruslar da Batı ile kavga eden bir Türkiye’ye bir şans verdi. Ama bu krediler sonsuz değil. Yarın ‘dur bakalım’ diyebilirler. Rusya bu kadar büyük bir askeri yığınak yapıp tonlarca ruble harcadıktan sonra Türkiye’nin 10 tane tankla her şeyi alt üst etmesini rıza göstermesi çok da beklenen bir durum değil.

Sahada farklı ajandaları olan bu iki büyük güçten hangisiyle ittifak yapmak Rojava Kürtlerinin amaçlarına daha çok hizmet eder, Ruslarla mı Amerikalılarla mı?

Kürtler iki güç için de kıymete binmiş bir aktör haline geldi. Her iki aktörün de Kürtler için avantajları ve dezavantajları var. ABD ile ittifak Kürtlerin SDG’de diğer aktörlerle ortaklık kurmasını kolaylaştırdı. ABD gibi bir gücün desteklediği ittifakta yer olmak tercih nedeni. İkincisi ABD ile ittifak Türkiye’ye karşı bir koruma kalkanı işlevi görüyor. Üçüncüsü Batı’da Kürt hareketinin meşruiyet kazanmasına yarıyor. Fakat ABD ile ittifakın geleceği belirsiz. Yarın Türkiye ya biz ya Kürtler diye dayatırsa ABD NATO’daki müttefikini razı etmek için Kürtleri yüzüstü bırakabilir. Gerçi işin o noktaya varmaması için esnek ve med-cezir politikası izliyor. Joe Biden’ın sarayı ziyaret etmesi yelkenlerin suya düşmesine yetebiliyor mesela… ABD ile ortaklık eğer Suriye ordusuna karşı savaşı da içeren bir boyut kazanırsa Kürtler geleneksel olarak merkezden yana olan Arap aşiretleri ve Süryanileri kaybedebilir. Bu da kurdukları anlamlı ittifakın çökmesini beraberinde getirir. Özellikle Cezire bölgesinde hikâyeyi Kürdistan projesine çevirmek bile Rojava kantonlarındaki mevcut bazı bileşenlerin itirazına konu olan bir durum. Kürtler Suriye ordusu ile çatışmayı bir seçenek haline getirirse Rojava’daki kazanımlar tehlikeye girebilir.

Rusya ile ittifakın avantajı ise şu: Ruslar özerk veya federatif modellemeyle sorunu olan bir ülke değil. Kendi içinde de özerk cumhuriyetler ve bölgeler var. Rusya Rojava’daki özerkliğin Şam tarafından kabul edilmesinde kolaylaştırıcı ve cesaretlendirici rol oynayabilir. Çünkü Kürtlerin kazanımlarına göz dikildiğinde Amerikan çizmelerine ve siyasi nüfuzuna daha fazla yer açılacağını görüyor. Rusya’nın da nihai tercihi merkezi hükümetle ittifak olacaktır.

ABD’de başkanlık seçimi Kürtlerin mücadelesini etkileyecek değişiklikler getirir mi?

Çok radikal değişiklikler olmaz. Hillary Clinton Demokrat ama müdahalecilik konusunda Cumhuriyetçi çizgiye daha yakın. Clinton Suriye yönetimine karşı daha agresif politikalar benimseyebilir. Fakat kurulu düzenin ve kurumların yönlendirici etkisi ya da baskısı da önemli. Pentagon her zaman daha temkinli ve soğukkanlıdır. Donald Trump’ın tecrübesizliği ve uluslararası konulardaki cehaleti ise kurulu yapılar karşısında daha edilgen olması gibi bir sonuç üretebilir. Ama sonuçta ABD’yi de kasan bir sürü bölgesel ve uluslararası faktör var. Bir kere Rusya artık Ortadoğu’ya dönmüş durumda, kim başkan olursa olsun Putin’in yüzüne bakmak zorunda.

Suriye kitapları serisinin üçüncüsü gelecek mi?

Yine Irak ve Suriye odaklı ama daha geniş çerçevede cihadî selefi hareketleri ele alan bir çalışma yapıyorum. Yine tarihsel arkaplandan hareketle IŞİD'i doğuran süreçleri irdeleyen bir kitap olacak.