'Zamanımızın kahramanı'nı yazmak
Bir yazarın bir anlatısıyla dil çağını/zamanının ruhunu yakalaması zordur! Peki, Lermontov’un Zamanımızın Bir Kahramanı romanında bunu başarmasının ardındaki gerçek nedir?
Lermontov’un Zamanımızın Bir Kahramanı romanını günümüze taşıyanın, bugün de okutanın ne olduğunu düşünürüm sıklıkla.
İlk gençlik çağımda okuduğumda, “Peçorin” tiplemesinin etkisinden kurtulamamıştım. Ama bunu bende büyülü kılanın anlatımındaki lirizm, Kafkasya doğasının betimiydi sanırım! Daha sonraki yıllarda okuduğumda, bu kez, karşıma çıkan “Peçorin”de hem kendimi hem de çevremdeki birçok insanı bulduğumu söylemeliyim.
Öyle ki; onu Bazarov’un, Prens Mişkin’in, Raskolnikov’un yanına koyarken hep öne geçtiğini görürdüm.
Peki, neydi Lermontov’un “çağının bir kahramanı” olarak niteleyip yazdığı Peçorin’i bu denli ölümsüzleştiren?
Bir yazarın bir anlatısıyla dil çağını/zamanının ruhunu yakalaması zordur! Lermontov’un bunu başarmasının ardındaki gerçek kendi yaşantı zenginliği/deneyimi kadar; dönemini kavrayışı, dönem insanının gerçekliklerini görmesidir diyebiliriz.
Bu da bize, bir anlatıcının, hele hele kurmaca anlatıcısının romanını/öyküsünü kurarken ki bakışının nerelerden/nasıl beslendiğini de göstermektedir.
Lermontov’un gerçekliğinde kederli zamanın ironik bakışını buluruz bu romanda. Hayatın oyun imgesi karşısındaki durumu, bireyin tutumu ve yazarın algısıyla buluşan anlatı. Öyle ki, burada, Lermontov’un bu anlatıyı/anlatısını tasarlama düşüncesi de romanın bir başka önemli boyutudur. Peçorin’in anlatılan öyküsü, parçalanmış bir dünyanın diliyle buluşturularak tümleştirilir. Bu da, gene bize, çizilen tipolojinin ruhunu/gerçekliğini ve hangi durumda/ortamda yaşayıp nasıl bir birey olduğunu göstermesi açsından kayda değer bilgiler verir. Dahası, Lermontov, romanındaki gerçekçilik tutumunu anlatımındaki ironisiyle örtüştürerek bir başkaldırı anlatısı kurar.
Kuşkusuz, bu türden yapıtları çağlar ötesine taşıyan da bu biçim ve ruhtur. Etkileyici kaynak olması, yol göstericiliği, esinleyici bir yapıt olması ardılı dönemlerin yazarlarına çok şey söyler.
Biz, okur olarak, böylesi bir yapıtı bugünün koşulları ve bilinçlilik dünyasında okuruz. Bu da ister istemez kendi zamanımızın ruhuna dönük duyumları/imgeleri, düşünüşleri içerir. Her iyi yapıt karşılaşmalardan doğar, okurda da bu algıyı yaratır: Siz de kendi karşılaşmalarınıza dönüp bakın, dedirtir adeta.
Lermontov’un, bir anlatıcı olarak burada bize verdiği/gösterdiği bir başka şey de vardır: “malzemeyi şekillendirme” biçimi/yordamı. Bu, olmayanı oldurma da olabilir bazen, kimi zaman da olanı biçimlendirme, bunu nasıl işleyebileceğini göstermedir.
Doğrusu, Lermontov’u zaman zaman dönüp okuduğumda, hatta bir kurmacaya başlarken okuma gereği duyduğumda bir dizi soru/sorun dizilir karşıma. Bunların çoğunun yanıtlarını bir ölçüde Lermontov’un bu anlatısında, ama daha çoğunu da Stendhal’de bulurum.
Günümüz anlatıcılarının yol uğraklarının buralardan geçip geçmediğini onları okurken merak ederim.
Şimdi de, Pınar Kür’ün, nice sonra romana yeniden dönüş yaparak yazdığı Sadık Bey’ ini bu merakla okumaya yöneliyorum sevgili okurum.
Romanın beni kendine çağıran, “zamanımızın bir kahramanı” burada duruyor dedirten ilk tümceleriyle okumaya yöneliyorum:
“Bilgisayar karşısında hâlâ rahat değildi.
Ne kadar olmuştu büronun baştan sona bilgisayarlarla donatılmasına karar verileli. On yıl mı, daha mı çok? Daha çok tabii…Doksanlı yılların başlarındaydı herhalde… Neredeyse yirmi yıl… Yılların böyle çabuk akıp gitmesine akıl erdiremiyor, daha doğrusu yetişemiyordu…”