Çaresizliklerin sonucu: Sadık Bey

8 yıllık bir aradan sonra okuruyla yeniden buluşan Pınar Kür, romanı “Sadık Bey”de hazin bir korkaklık ve hayal kırıklığı öyküsü anlatıyor.

Google Haberlere Abone ol

Nida Dinçtürk  [email protected]

Pınar Kür, uzun bir aradan sonra, beklenen romanı “Sadık Bey”i okurlarıyla buluşturdu. Sıkıntılarla geçtiğini bildiğimiz bu büyük aradan sonra “Sadık Bey”in, Kür için adeta derin bir iç çekiş olduğu hissediliyor.

Her gün yanından geçtiğimiz, aynı yönde seyahat ettiğimiz, belki omuz omuza çalıştığımız belki de emir aldığımız biri Sadık Bey. Onu çok sevmediğimiz aşikar. Çünkü o, gündelik olarak karşılaşmaya alıştığımız hoyratlığın ve mutsuzluğun genel tarifi. Kür bu aşamada, bu anlamlandıramadığımız hoyratlığın hangi birikimin tortusu olduğunu anlatıyor bizlere.

Geçmişinde özgürlüğün peşinden gidebilecek kadar cesur olmayı başaramayan Sadık Bey’in pişmanlığı, geçen yıllarla beraber habis bir hastalık gibi büyüyor ve onu zehirliyor. Yaş aldıkça umudunu yitirmeye başlayan, yalnızlaşan Sadık Bey mutsuzluğunu, huysuzluğunu saklamak gibi bir tasa da taşımıyor. Öz kızından sekterine kadar temas attığı herkese, adeta başarısızlığında hepsinin bir payı varmışçasına hırsla yaklaşıyor. Pişmanlık duymuyor değil fakat çoğunlukla zamansız nedamet getiriyor.

Dostlukların, iyi niyetin ve umudun çoktan tükendiği bir roman “Sadık Bey”. Haliyle Türkiye’nin yakın tarihine de bir bakış atıyor ve bugün toplum olarak içinde bulunduğumuz derin sıkıntılara temas ediyor. Bu umutsuzlukla yarattığı karakterler üzerinden bağlantılar kuran, çok katmanlı bir eser. Ayrıca, baştan itibaren kurduğu gizemli atmosferle okurunu uyanık tutan bir metin.

Pınar Kür’le Sadık Bey’in mutsuzluğu, yarattığı karakterler, “dostluk” ifadesinin anlamı ve kadın olmanın getirdiği mücadeleye dair yazıştık.sadik-bey-193x300

Sadık Bey’in öncesinde oldukça zorlu bir dönem geçirdiğinizi itiraf etmekten çekinmiyorsunuz. Peki, Sadık Bey biraz da bu süreçte sizi hırpalayan, hayal kırıklığına uğratan birikimlerden mi beslendi?

Evet, kesinlikle öyle. Yazar olarak kendimi en isteksiz en verimsiz hissettiğimde bile içten içe beslendiğimi sonradan (yani yazmaya oturunca) fark ediyorum. Bütün o sarsıntıların, çaresizliklerin sonucudur “Sadık Bey”.

Sadık Bey’in “Sadık” ile “Sadık Bey” olduğu dönemler arasında, esasında ciddi uçurumlar var. Gençliğinde ne kadar ince ne kadar romantik bir adamsa adının sonuna aldığı “Bey” unvanıyla beraber erkekliği bir varoluş meselesine dönüşen, astlarını ürkütmeyi marifet sayan bir adama dönüşüyor. Bu düzen gerçekten bizleri bu kadar radikal bir biçimde dönüştürebiliyor, iç ışığımızı söndürebiliyor mu?

Bence büyük ölçüde öyle.. İş hayatının baskıları, yırtıcı rekabet ortamı, çıkar ilişkileri, güç kazanma hırsı insanları tanınmaz hale getirebiliyor. Hele de Sadık Bey gibi sevmediği bir işi yapıyorsa. Gene de ‘romantik’ gençliğinden ufak bir ışık kaldığını görüyoruz.

Romanın bir bölümünde, Sadık Bey Perim’den ikinci akşam mesaiye kalmasını istediğinde Perim ,“iki gece üst üste oğlumu ihmal edemem” diyor. Sadık Bey’in burada verdiği yanıt ise basit olsa da bence derin anlamlar taşıyor. Çalışma düzeninin giderek tüm insani hakları gasp ettiğine katılır mısınız? Kadına artık çekinmeden “ya anne olacaksın ya da çalışan” baskısının hissettirildiği söylenebilir mi?

Evet, tamamıyla katılıyorum. Kadın başınla çalışmaya mı kalkıyorsun, her türlü zorluğa göğüs gereceksin tavrı var erkek egemen toplumda. Türkiye’de, özellikle son dönemlerde, kadını iş hayatından dışlama, eve kapatma dayatması da bayağ yaygın. Hele de üst düzey mevkilerde çalışanlara daha çok diş bileniyor. Kadına “ya anne ol ya çalışan” seçimi bile tanınmıyor nerdeyse. Anne olup çocuklarına bak, sokağa çıkma, çıkmak zorundaysan da sıkıca örtün, diktası uygulanıyor en tepeden..

Sadık’ın geçmişe dair en büyük iki pişmanlığı; bir seçimi ve bir vazgeçişi. Bu noktada Semiramis’i özgürlükle özdeşleştirirken Nuriye için “öğrenilmiş çaresizlik” diyebilir miyiz?

Semiramis gerçekten özgür bir kadın dolayısıyla da kendine güveni tam. Nuriye ise yalnızca bizim toplumda değil, pek çok toplumda kadınlara çocukluktan itibaren benimsetilen ‘koca bulma’ baskısına maruz kalmış biri, yani hiçbir zaman özgürlük/eşitlik peşinde koşmamış. Bu iki kadın Sadık Bey’in içindeki çelişkileri yansıtıyor, haklısınız.

'ARAYA TWITTER GİRDİ'

Karşımızda vazgeçmeyen bir kadına karşın kolayca pes eden bir erkek karakter var. Sadık’ın özgürlükten vazgeçişi nasıl bir kompleksin ürünü?

Bunun ipuçları roman boyunca veriliyor. Bir tek sebep söz konusu değil. İçinde yaşadığımız toplumun her türlü özgürlüğü tehlikeli görme eğiliminin ön plana çıktığını söyleyebiliriz.

Bir röportajınızda dostluğun aşktan daha karmaşık bir şey olduğunu ve ölmemekte direndikçe yorucu olduğunu söylüyorsunuz. Peki, sizce neden ölmemekte direnir dostluklar? Hepimiz değiştiğimizi kabul etmekte zorlandığımızdan olabilir mi?

Yalnızca yorucu değil epeyce yıpratıcı bir şey bu.. Dostluk aşktan daha derin, daha temel bir ihtiyaç bence. Kendi değişimimizi fark etmeyip dostumuzdaki değişikliklerden acı duyuyoruz. Aşkta her an aldatılmak korkusuyla türlü kıskançlıklar yaşıyoruz da, dostlukta bir huzur, bir güven ortamı arıyoruz, bunu kaybetmemekte direniyoruz. Dostun her zaman her ne olursa olsun yanımızda olacağına dair bir inancımız var. Daha doğrusu, vardı. Artık dostluklar da kısa süreli, daha çıkarcı gibi geliyor bana.

Toplumsal sıkıntılar bizi eskisi kadar birbirimize yaklaştırmıyor mu?

Ne yazık ki yaklaştıracağına uzaklaştırıyor. Güven duygusunu (özgüvenden başlayarak) büyük ölçüde kaybettik. Kimsenin kimseyi dinleyecek sabrı kalmadı. Toplumsal sıkıntıların yanı sıra teknolojideki müthiş ilerlemenin de payı var bunda. Bırakın dostlukları, karı kocaların, ana-baba ile çocukların arasına da cep telefonu ve twitter girdi.

yenicikanlar YENİ ÇIKAN KİTAPLAR

Pınar Kür kimdir?

1943'te Bursa'da dünyaya gelen Pınar Kür, öğretmen bir anne-babanın çocuğu. Doğduğu kent olmasına rağmen hiç Bursa'da yaşamayan Kür, liseyi Robert Kolej'de okudu. Lisans eğitimini Queens Collage ve Boğaziçi Üniversitesi'nde tamamlayan Kür'ün Sorbonne Üniversitesi'nden Karşılaştırmalı Edebiyat üzerine doktorası var. Yazarlığının yanı sıra akademisyen kimliğiyle uzun yıllar çeşitli üniversitelerde ders verdi. İlk romanı "Yarın Yarın" 1976 yılında yayımlanan yazar, 12 Eylül döneminde ‘komünizm propagandası’ yaptığı gerekçesiyle askeri mahkemede yargılandı. Pınar Kür'ün en çok ses getiren eseri 1979 yılında okuyucuyla buluşan "Asılacak Kadın" oldu. Okuduğu bir gazete haberinden esinlenerek yazdığı "Asılacak Kadın", döneminde 'ar ve haya duygularını incitmek ve cinsel tahrik amacıyla yazılmıştır' gerekçesiyle yasaklandı. 1986'da Başar Sabuncu tarafından beyazperdeye uyarlanan "Asılacak Kadın"da başrolleri Müjde Ar ve İsmet Ay paylaştı. İlk öykü kitabı "Akışı Olmayan Sular", 1983 yılında Sait Faik Hikaye Armağanı'nı kazanırken Kür'ün 1986 yılında yayımlanan dördüncü romanı "Bitmeyen Aşk" da dönemin bakanlar kurulu tarafından 'sakıncalı' bulundu ve yasaklandı. Pınar Kür'ün yasaklanan tüm eserleri daha sonra aklandı ve tekrar basıldı.

9 roman, 3 öykü kitabına imza atan yazarın çok sayıda çevirisi de bulunmakta. Pınar Kür, 2007 yılında Müjde Ar, Çiğdem Anad ve Aysun Kayacı ile birlikte NTV ekranlarında yer alan "Haydi Gel Bizimle Ol" adlı tartışma programıyla da ilk televizyonculuk deneyimini yaşadı. Özgün bir formatla, dönemin gündemini kadınlarla bir araya gelerek tartıştıkları program, Türk televizyon tarihinin unutulmazlarından biri olarak hafızalarda yer etti. Edebiyat öğretmeni ve ünlü yazar İsmet Kür'ün kızı olan Pınar Kür, şair ve yazar Halide Nusret Zorlutuna'nın yeğeni, oyuncu Emrah Kolukısa'nın annesi.