Yaşar Kemal röportajı tarif ediyor
Röportajın ‘bal gibi edebiyat’ olduğunu iddia eden Yaşar Kemal’in röportaj kitapları hâlâ okur bulabiliyorsa, bir doğruluk payı vardır mutlaka.
Gazeteciliğe heves eden gençler soruyor bazen, “Röportaj yaparken neye dikkat etmeli” diye. Bu soruyla her karşılaştığımda benim aklıma Yaşar Kemal ve onun röportaj kitapları, röportaj hakkında söyledikleri geliyor. Ve onun röportaj kitaplarını öneriyorum. Yaşar Kemal’in röportajlarını okusun ve onu taklit etsinler diye değil elbette. Daha çok, röportaj yapmanın çeşitli olanaklarını öğrensinler istediğim için. Şaşırıyorlar önce, roman yazarı Yaşar Kemal röportaj da mı yapmış, diye.
Yakın zamanda yine böyle bir soruyla karşılaştım ve yine Yaşar Kemal’in röportaj kitaplarını önerdim. Bu arada Yaşar Kemal’in bende bu kitaplarının artık bulunmadığını da bir kez daha hatırladım.
Yıllar içinde birkaç kez dağıldı kitaplığım. Bu nedenle, özellikle bazı şiir kitaplarını birkaç kez almak zorunda kalmışlığım vardır. Ancak Yaşar Kemal’in röportaj kitaplarını bir daha almamışım. Gazeteciliğe hevesli genç arkadaşa Yaşar Kemal’in röportaj kitaplarını önerdikten sonra, şu soruyu sordum kendime: Yıllar önce okuduğum ve hayran kaldığım kitapları bugün okusam aynı tadı alır mıydım acaba?
Bunu öğrenmenin yolu, kitapçıya uğrayıp ustanın röportaj kitaplarını edinmek ve yeniden okumaktan geçiyordu. Öyle yaptım ve ilk okuduğum röportaj kitabı “Nuhun Gemisi”ni buldum. Bir çırpıda, diline, kurgusuna, kelimelerle sunduğu görsel şölene hayran kalarak ve röportaj yapmanın edebiyat yapmak olduğuna bir kez daha ikna olarak okudum.
12 YIL CUMHURİYET GAZETESİ İÇİN ÇALIŞTI
“Haber gerçeğin kaba yansıması, röportaj yaşamın özüne, gerçeğin özüne doğru bir iniştir” diyen Yaşar Kemal, Cumhuriyet gazetesi için 12 yıl çalışıp röportajlar yaptı. En zor yerlerde ve koşullarda yaptı röportajlarını. İşini çok sevdiğini, Ağustos 1975 yılında yayınlanan Milliyet Sanat Dergisi’nin “Röportaj Soruşturması Dosyası” için kaleme aldığı yazıda şöyle anlatıyor: “Yaşamım boyunca röportaj benim ana işlerimden birisi oldu. Koşullar bana yardım etseydi röportaj yazarlığımı bugüne kadar sürdürürdüm. Koşulların bana yardım etmemesi, benim işimi sürdürememem çok acı oldu. Gazeteciliğimiz olağan yaşamını sürdürseydi, şimdiye kadar benim bir sürü röportaj kitabım olurdu. İşimi çok seviyordum ama 12 yıl sürdürebildim. O da zor bela. Çok ağır koşullar altında.”
Çalıştığı gazete el değiştirince birçok arkadaşıyla birlikte işsiz kalıyor Yaşar Kemal. Sonra, kendi sözleriyle, “O gün bugün de bir Allah’ın kulu kalkıp da ‘Yahu sen bir zamanlar iyice röportajlar yapardın, benim gazetemde de yapmaz mısın?’ diye sormadı.”
'BAL GİBİ EDEBİYATTIR'
Röportaj bir edebiyat sayılabilir mi? Hem bu soruya hem de haber ile röportaj arasındaki farka da cevabı şöyledir Yaşar Kemal’in: “Röportajı bir edebiyat dalı saymak ne, röportaj bal gibi edebiyattır. Onu haberden ayıran nitelik onun edebiyat gücüdür. Haber bir yaratma değildir, bir taşımadır. Röportaj bir yaratmadır. Gerçeğe, gerçeğin, yaşamın özüne yaratılmadan varılamaz. Yaratmadan hiç kimse hiçbir şekilde gerçeği yakalayamaz, yakalarsa da karşısındakine anlatamaz. Haber gerçek değil mi, bence haber gerçeğin simgesidir. Haberin arkasında neler var, neler dönüyor, ne yaşamlar, dramlar, sevinçler var, haber bunu bize veremez. Röportaj haberin varamadığı yere varandır, nasıl, yaratarak, gerçeği değiştirerek değil, yaratarak.”
Hâlâ “Röportaj bal gibi edebiyattır” diyen var mı bilemem. Muhabirlerinden edebiyat tadında röportajlar isteyen yayın yönetmenleri olduğunu da sanmıyorum. Çünkü eğer öyle olsaydı, ezberlenmiş birkaç soru ve yine ezberlenmiş birkaç cevapla gazetelerin sayfaları röportaj diye doldurulmazdı.
‘NUHUN GEMİSİ’NDEKİ KOCA DÜNYA
Röportaj diye edebiyat metinleri mi yayınlıyordu Yaşar Kemal? “Kaçakçılar Arasında 25 Gün” adlı dizi röportajını bir macera romanı gibi okuduğuma göre, bence, evet. Yaklaşık 50 sayfa tutan röportaj, 22.8.1951-2.9.1951 tarihleri arasında yayımlanmış. Yaşar Kemal kaçakçılıkla ilgili röportajlar yapmak üzere Antep’e geliyor. Kaçakçıların müdavimi olduğu kahvelerde çay içerek, nargile çekerek vakit geçiriyor. Gazeteci olduğunu sakladığı kahveciyle, garsonla ahbap oluyor. Garson ona bir de isim uyduruyor: Adanalı Kaçakçı Hasan. Bu isimle nam salıyor kaçakçıların arasında.
Bu kahve köşelerinde, (şöyle bir baktım) ismiyle ya da lakabıyla, 20’nin üzerinde kaçakçıyı okurla tanıştırıyor Yaşar Kemal ve hepsinin hikayesini anlatıyor. Zengin mi sefil mi, cesur mu korkak mı, yakışıklı mı çirkin mi, hepsini anlatıyor. Bir de dinlediği namlı kaçakçıların hikayelerini serpiştiriyor röportajların içine. Bunlarla yetinmiyor elbette, 1950’lerin başında Antep nasıl bir şehirdi, röportajda bu konuda da bilgilendiriyor okuru.
Büyücüler, dolandırıcılar, kahramanlar… Tozlu, sıcak, yoksul bir şehir… Doğayı ve insanı, kaçakçıların hikayeleri üzerinden anlatıyor Yaşar Kemal. Röportajlarını edebiyat yapan da budur işte. Bu nedenle, “Kaçakçılar Arasında 25 Gün”ü 50 sayfalık küçük bir roman gibi okumamak için hiçbir neden yok.
ERZURUM’UN SOĞUĞU
“Erzurum Dağları Kar ile Boran” röportajı, 10 Ocak 1952’de yayımlanmış. Erzurum’da deprem olmuş, Pasinler ilçesinin 37 köyünde yaşayan 16 bin 473 insanı çadırlarda yaşamaya mahkûm kalmış. “Bu 37 köyün hayvanları da hep kar altında ve kırılıyorlar.”
Yaşar Kemal deremden sonra Erzurum’a giden ilk gazetecilerden biridir. Günlerce bu köyleri gezer, zamanın teknik koşullarını zorlayarak hazırladığı röportajları gazetesine bildirir. O yazdıkça Erzurum’daki felaketten haberdar olur insanlar ve hükümet yetkilileri.
Bu röportajda da insanları anlatıyor Yaşar Kemal. Bu röportajı okurken, insanların doğayla mücadelesine, çaresizliğine, yaşama azmine tanıklık ediyorsunuz. Okurken, kar altındaki incecik Kızılay çadırlarında yaşamak zorunda kalan insanlarla birlikte üşüyorsunuz.
YOL HİKÂYELERİ VE DİYARBAKIR’DAKİ GÖÇMENLER
“Üçüncü Mevki Yolcuları” ve devamındaki röportajlarda yolculuk hikâyelerini anlatıyor Yaşar Kemal. Trende, gemide, otobüste tanık olduğu olayları, tanıdığı insanların hikâyesine ortak ediyor okuru. Şöyle de denebilir: Yaşar Kemal, bu kısa röportajlarda, 1950’lerin Türkiye’sinden kesitler sunuyor.
Bugün yaşadığım Diyarbakır’ı “Diyarbakır” başlıklı röportajda anlatıyor. İnsanın içinden gidip o mekanları görmek, insanları tanımak isteği uyandırıyor röportaj. Sözünü ettiği mekanların bazıları hâlâ duruyor, gidip görmek mümkün, ama insanlar artık yok, ne yazık ki.
1939 yılında Bulgaristan’dan göçle Türkiye’ye gelen insanların bir kısmı da Diyarbakır’a yerleştirilir. Yaşar Kemal göçmenlerin yaşadığı köylere gidiyor, bu arada hükümetin onlara sağladığı olanaklara yer veriyor röportajda. Sonra, “Buraya kadar olanına güzel diyelim.Kör topal idare edilir diyelim. Ya sonrası? İşte sonrası kötü. Orası yürekler acısı.” diyor.
Çünkü, Köprübaşı’na yerleştirilen göçmenlerden 120’si daha ilk ay hayatını kaybediyor. Bu ölümlerin Diyarbakır iklimine uyumsuzluktan kaynaklandığını ise şöyle yazıyor: “Şumnunun, Deliormanın havası, sonra da Diyarbakır’ın çölü… Dayanılır mı? (…) “Geliyorlar, yerleşiyorlar ama, beş yıl zürriyet türemiyor bunlardan. Beş yıl sonra yavaş yavaş doğum başlıyor.”
Yaşar Kemal’in 1951’de yazmış Bulgar göçmenlerinin şimdiki durumu nedir? Kaç kişi sağ kaldı, kaç kişi içine düştüğü çöl sıcağına uyum sağğladı? Gazeteci olarak çok merak ediyorum.
AĞRI’YA TIRMANIŞ MACERASI
Kısaca, “Nuhun Gemisi Peşinde” röportajından söz etmeliyim. Yaşar Kemal, bir grup Fransız araştırmacıyla Ağrı Dağı’na, Nuh’un gemisini bulmak üzere tırmanıyor. İnanılması güç bir deneyim, macera yaşıyor elbette. Dağa tırmandıkça artan soğuk, yukarıdan üstlerine gelen taşlar, Ağrı’yla cebelleşme… Bu koşullar altında bile, bir tane kuş görmüşse, bir tane çiçek görmüşse, bir tane çoban görmüşse onu da ekliyor bu maceraya.
Bu macerayı okuduktan sonra, “Ağrı, dünyanın üstüne ikinci bir dünya gibi oturmuş” benzetmesi hafızamda yer ediyor. Bir de şöyle düşünüyorum, Yaşar Kemal Ağrı Dağı’na tırmanmasa da yazardı “Ağrı Dağı Efsanesi”ni. Yine güzel yazardı üstelik. Ama bu yolculuğun, tırmanışın, maceranın heyecanını o yapıtı okurken hissetmeyecektik.
Yukarıda, Yaşar Kemal’in röportajlarını gazeteciliğe heves etmiş genç arkadaşlara önerdiğimi yazmıştım. Ama aslında Yaşar Kemal okumayı seven ve 1950’lerin Türkiye’sini merak eden herkese önerdiğimi de eklemeliyim.