Yeni katliamlar olmasın diye…

Ankara katliamına ilişkin 'Yaşıyorsak Borçluyuz' adlı kitap çıktı. Kitapta tanıklar ve bilim insanlarının anlattıkları var.

Google Haberlere Abone ol

Nurettin Öztatar

10 Ekim 2015’te gerçekleşen Ankara Garı Katliamını üzerinden bir yılı aşkın zaman geçti. Barış talep eden 102 kişinin yaşamını yetirdiği, yüzlerce kişinin yaralandığı bombalı saldırı, yaşamını yitirenler ve yaralananlar dışında on binlerce kişinin travmalar yaşamasına neden oldu. 7 Haziran seçimlerinin iktidarın beklediği sonuçları doğurmaması nedeniyle giderek terörize edilen toplumsal bir ortamın sonucu olarak yaşanan bu katliam, hiç şüphesiz rastlantısal bir terör eylemi değildi. 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarıyla başlayan süreçte giderek sıkışan ve politikaları etkisizleşen bir sermaye iktidarının “can havliyle” sarıldığı çözümsüzlükleri derinleştirme politikalarının sonucu olarak, toplumda zaten var olan kamplaşmalar daha belirgin hale getirildi. Son olarak daha baştan başarısız olmak için yapıldığı belli olan darbe girişimi sonrasında bu kamplaşmalar “derinleştirildi.” yasiyosrsak

Barış isteyenlerin, sanki savaş istiyormuşçasına düşmanlaştırılmaya çalışıldığı bu dönem, yakın geçmişimizin en kanlı kitle katliamlarının da gerçekleştiği bir dönem oldu. Doğrudan şiddetin dışında egemen anlayışın planlarına aykırı her talep, örneğin katliamın ardından 11 Ocak 2015’te sayıları 1000’i geçen akademisyen ve araştırmacı, “Bu Suça Ortak Olmayacağız” demeleri bile, kriminalize edildi. Barış isteyenlere yönelik bir “cadı acı” başlatılmasının gerekçesi oldu. Bunun dışında, ülke içindeki çatışmaların en yoğun olduğu dönemlerde yaşamını yitiren güvenlik görevlilerinden çok daha fazlası aynı dönemde yaşamını yitirdi. Üstelik, “şehitliğin yüceltilmesi” yoluyla yaşananlar sıradanlaştırıldı, eskiden tek bir ölüme kitlesel tepkiler gösterilirken, bu dönemde neredeyse ölümler kutsandı. Devletin sivillere dönük saldırıları, kent merkezlerinin adeta savaş alanı haline getirilmesi bile, bu süreçte toplumun çoğunluğunun gözünde meşrulaştı.

Peki, barış talebi niçin ülkeyi yönetenler için en tehlikeli talep haline geldi?

10 Ekim Ankara Garı Katliamının tanıklarının anlatımlarını dışında, katliamın çeşitli boyutlarıyla tarihsel arka planına ilişkin makalelerin de yer aldığı “Yaşıyorsak Borçluyuz” adlı kitap, bir bakıma bu sorunun yanıtını vermek üzere hazırlandı. Ütopya Yayınevi tarafından basılan kitap, İlhami Şahbaz ile Barış İçin Akademisyenler arasında yer aldığı için 1 Eylül’de çıkan 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle Kocaeli Üniversitesi’ndeki görevinden uzaklaştırılan Yücel Demirer tarafından hazırlandı. Kitabın satışından elde edilen gelir, 10 Ekim Katliamı’ndan sonra kurulan 10 Ekim Barış ve Dayanışma Derneği’ne aktarılacak.

Dört bölümden oluşan kitabın ilk bölümünde, mitinge Kocaeli’den katılan 12 barış mücadelecisinin tanıklıkları yer alıyor. Miting öncesi yapılan hazırlıklardaki coşkuyu da içeren anlatımlarda, patlama anı ve sonrasında yaşananlar da ilk elden anlatılıyor. Tüm anlatımların ortaklaştığı en önemli nokta ise, genelde bu tür mitinglerde alınan olağanüstü polisiye önlemlerle karşılaşılmamış olması. Bir diğer ortak nokta ise, patlama sonrasında polisin toplanma alanında bulunan ve panik içerisinde yaralılara yardım etmeye çalışanlara saldırmış olması. Katliam sonrasında evlerine dönenlerin yaşamlarının bir türlü normale dönmediği de anlatımlara bakarak rahatlıkla anlaşılabilir.

Kitabın, “Bugünden Yarına, Tarihten Güncelliğe” başlıklı ikinci bölümünde, Onur Hamzaoğlu’nun “Öğrencilerimle 10 Ekim 2015 Ankara Katliamı’nda Olmak”, Abidin Çevik’in “Sivas’tan Ankara’ya Fıtratında Ölüm Olanlar”, Hacı Çevik’in “Ankara Katliamı’nın Basına Yansıması: Mocaeli Yerel Medyası Üzerinden Bir Değerlendirme” ve Yücel Demirer’in “Ankara’dan Dönenler Bize Ne Söylüyor” başlıklı yazıları yer alıyor.

Barış ve Sınıf Mücadelesi” başlıklı üçüncü bölüm, son yıllarda giderek daha fazla tartışılmaya başlanan iki farklı mücadele alanının tek bir mücadelenin parçası haline getirilebilmesinin olanaklı olup olmadığına dair bugünün en önemli tartışmasını ele alıyor. Bu bölümde Murat Özveri’nin “İşçi Sınıfı ve Barışın Kazanılması” ile “Laborer Paribus: Sınıf Mücadelesi ve Barış Mücadelesi İlişkisi Üzerine Notlar” başlıklı makaleleler yer alıyor.

Kitabın “Rejim ve Muhalefet Alanları” başlıklı son bölümünde ise dört önemli makale yer alıyor. Hülya Kendir “Yeni Türkiye’nin ‘Güven(siz)lik Devleti’: Güvenlik Politikalarının Değişimi İçinde Ankara Katliamı” başlıklı makalesinde polis devletinin gelişimini ele alırken, Gül Köksal “Eşit, Adil, Özgür, Barışçıl Bir Dünyayı Kamusal Alanda İnşa Etmek; Peki Nasıl?” başlıklı makalesinde kamusal alanların ne anlama geldiğini tartışıyor. “Bunlar da mı İnsan?” başlıklı Bora Erdağı imzalı makalede ebedi barış talebinin “zor zamanlarda” nasıl etkili bir talep olacağına değiniyor. Son makale ise, kitabı yayına hazırlayanlardan İlhami Şahbaz’ın kaleme aldığı “Hatırlamanın Diyalektiği” başlığını taşıyor.

KOŞULLAR BUGÜN DEĞİŞTİ Mİ?

Gerek tanık anlatımları gerek katliamın tarihsel arka planına dair bilimsel makaleler birlikte düşünüldüğünde, kitabın yaşanan katliamın bütün yönleriyle, nedenleri ve sonuçlarıyla, gelecek kuşakların bilgisine sunulması açısından önemli bir boşluğu dolduruyor.

10 Ekim Katliamı’nın yaşanmasına neden olan koşulların bugün değiştiğini söylemekten uzak durumdayız. “Terör” hala bir tehdit olarak toplumun üzerinde bir “Demokles Kılıcı” gibi tutulmaya devam ediliyor. Siyasi, ekonomik sorunlar arttıkça, bu sorunların gerçek çözümleriyle uğraşmak yerine, bu sorunların ortaya çıkardığı olanakları “değerlendirenler” var olmayı sürdürecek. Devleti yönetenlerin, öncelikle kendi siyasi ikballeri olmak üzere toplumun geleceğiyle ilgili planları, öyle görünüyor ki Türkiye’nin egemen sınıflara bırakılması durumunda geleceğini parlak olmadığını gösteriyor. Sorunları soykırımlarla, katliamlarla, baskılarla, terörle çözme yönteminin değişmediğini ve yakın gelecekte de değişmeyeceğini gösteren bu “reel durum”, emek mücadelesiyle barış mücadelesinin tek bir siyasi mücadelenin “özü” haline getirilmesi ve bu mücadelenin belirli bir hedefi olması halinde tersine çevrilebilecek gibi. Eşitliğe ve özgürlüğe dayanan yaşamın, barış talebiyle birlikte her gün yeniden kurulamaması, bunların birbirinden tamamen farklı toplumsal kesimlerin talepleriymiş gibi ele alınmaya devam edilmesi durumunda, bu karanlık dönemi adım adım oluşturanlarla mücadele de etkisiz kalacak. Özgürlük alanlarının, güvenlik gerekçesiyle daraltılmaya devam edilmesine de neden olabilecek.

yenicikanlar YENİ ÇIKAN KİTAPLAR

Yaşıyorsak Borçluyuz”, katliamlarda yaşamını yitirdiklerimize böyle bir siyasi hattı borçlu olduğumuzu da gösteriyor. Bu yapıldığında, insanlığın 200 yıllık hayali de gerçekleşebilir bir talep haline gelebilecek.

Aksi durumda, bu katliamların polis devletinin kurumsallaşmasına hizmet edeceğini, bunun da geleceğimizi daha da karartacağını unutmadan…