Boşlukta Büyüyen ve kırılan bir coğrafya
Öykücü Eylem Ata Güleç'in ilk kitabı Boşlukta Büyüyen NotaBene'den çıktı. Güleç'in öyküleri yaşadığı coğrafyayı kucaklıyor.
Mustafa Orman
Yazarın kendinde sorgulattığı, yine kendinde aradığı muhtevanın gücünü ayraçlarla belirtip bir kalıbın içinde göstermesi mümkün müdür? Edebiyat bağlamında bunu serpiştirecek olursak mümkün. Mümkünün imkanı nedir edebi eserde? Muhtevanın kalıbı içine bırakılmış ayraçlar ne kadar belirgin olursa o derecede de zaaflarla dolu olur. Zaafı ortadan kaldırmak her daim yazarın işçiliğinde geçiyor. Mesele toprağın üzerinde duran taşı göstermek değildir, mesele toprağın altında taş olduğunu da hissettirmektir. Öyküde esas alınan olaylar, durumlar okuyucuyu tuzağa düşürebildiği zaman itirazı ortadan kaldırabiliyor, fakat yazar okuyucunun tuzağına düştüğü andan itibaren önlenemez bir itiraz da metne yöneltilir. Özellikle günceli ele alma, politik olanı vurgulama anlamında her daim bir kapana düşme durumu da söz konusudur. Bu durumu ortadan kaldırma atağı yazarın sezgisel gücüyle bağlantılıdır; anlatının içinde karşıt pencereler açtığında boşlukta neyin aydınlanabildiğini görebiliriz. Öyküler arası değişkenlik gösteren anlatım, nedensellik durumunu da çoğaltır. Öykülerin genel sıralamasında yazarların çoğu şifreleme yapmasa da -Borges bu noktada ayrılır, çünkü 2. öykünün haberini 1. öyküde yaptığı şifrelemeyle verir- öykülerin içinde işaret ettikleriyle bir sonraki öyküde olacaklara da göz kırpar.
Eylem Ata Güleç'in ilk yürek düşüşü ya da ilk göz ağrısı Boşlukta Büyüyen öykü kitabı, İtalo Calvino'nun "Ahlaksal öykü, zulüm zamanlarında yazılır" cümlesine bakış fırlatan bir muhtevayı seriyor. Kürdistan coğrafyasını sarmalayan, sarmalarken sarmalın iplerinin kopuşunun kapattığı yerleri, kesiştirdiği yollarla bir çukurun içine değdirdiği, kokuyla görmeyi, görmekle iç derinlerde ürpertiyi tepindiren öyküler yer alıyor Boşlukta Büyüyen'de. Anlatılan metinler dil bağlamında, soluk soluğa koşudan gelmiş birinin nefes nefese kalmasındaki çarpıntı hissini yaratıyor. Okurken okuyucuyu biraz da kendi peşine takıyor, ayrıca yoruyor da. Eldeki malzemeyle, sabırla daha sağlam bir metin ortaya çıkabilirdi sanki... Bu belki de sadece benim yanılgımdır. Çünkü her metnin başına mutlak gelebilecek olağanlıktır, bizi vurmayan şey başkalarını vurma mümkününe sahiptir.
Boşlukta Büyüyen'in ilk öyküsü Pul Biber'de Diyarbakır'a atandıktan sonra orada yaşamını sürdüren bir memurun hayatına sirayet eden sokağa çıkma yasakları, tutulan cadde ağızları ve çatışmalar pul biber üzerinden verilmeye çalışılıyor. Evden çıkışıyla yolda karşılaştığı, polis ve şehir gerillaları arasında geçen zaman dilimi ve kendi derininde sümkürdüğü konuşmalarla karakterin bir üçgende kalışı anlatılıyor. Bu üçgen; evde bekleyen karısı, sokaktaki polis ve gerilladır. Biçimsel olarak verilen durum ne kasti boşluklar, ne pervazına tutunacağımız bir anlatım, ne de açık etme-saklama yöntemleri bırakmadığından duygudan çok, sadece mekanik bir görüntü salgılıyor. Bu tür metinlerde boşluk bırakma, deneyim yaratma, duygu dikişleme durumlarını kendimizde göremediğimiz anda hikaye yoksullaştırıyor kendini. Öyküdeki pul biber imgesi, öylesine değil bilinçli bir şekilde anlatım içinde yürütülmüştür. İmgenin güçlülüğü coğrafyanın betini benzini de fotoğraflıyor.
Elbette öyküleri tek tek anlatmak, öykülerin özetini geçmek, en nihayetinde yazara haksızlıktır. Diğer yandan da piyasanın bir hastalığıdır artık; yazarın eseri üzerine sayfalarca yazdığı yazıda kitabın özetini paragraf paragraf anlatmak... Yine aynı yazılarda, kendisinin ne dediğini bir yana bırakıp, referans aldığı yazarların sözleriyle sayfalarını doldurma telaşı...
Öte yandan genelde eser, her okuyucunun yüreğinde farklı gözenekler açtırır. Kimi bu gözeneklere girer, kimi de o gözeneklerde bir şeyi kendi sınırları ve sezgileriyle fışkırtmaya çalışır. Bir şeye çok uzaktan bakmak da, çok yakından bakmak da görmeyi engelleyebilir. Duygusal bakışın yanı başında hemen yükselmekte olan akrabalık durumu çoğu zaman algılamayı engellediği gibi, yabancılık, tanımamazlık da kaydetmeyi zorlaştırır. Öyküleri değerlendirme kanalı tek bir akıntıya sahip olmadığından kaçırdıklarımızın haddi hesabı yoktur. Kendimize rezerve ettiğimiz anlayışla başkasındaki ambar birbirini tutmayabiliyor.
Eylem Ata Güleç'in kitapta kurduğu dünyaya gelecek olursak, ağırlığın sınırlarıyla döşenen cam geçitler, sürekli bir görünme algısını üzerimize atarken, duyguyu uzaklaştırıyor bizden. Öykülerde yer alan konu zenginliği dışında, Kürdistan coğrafyasında örtenin baskınlığında yaşayışı tekerlekleyen olaylarda her bir siyahın ve beyazın tahtasına bir bakış çakabiliyoruz. Bakışın çakılabildiği yerde, ruhun kendini kaçışa ibraz etmesi eksiklik yaratıyor. Anlatılan olayların içinde psikolojik izlenim yaratmanın bu denli ağırlığın altında kendini gösterememesi, metnin gardını, masaya yumruğunu saplamasını engelliyor. Metinlerde bazen anlatımın iyi oluşu kurguyu, bazen de kurgunun iyi oluşu anlatımı görmezden gelmemizi, eserle yakınen durmayı sağlamlaştırabiliyor. Bu noktada metin, bizi kendi tarafına çekmeye kimi yerlerde yeltenirken kimi yerlerde de yeltenemiyor. Boşlukta Büyüyen, öykünün bunca verdiği geniş imkanda dar bir alanda hapsolması, karşılığını çokça rendeleyemiyor. Oysa imkanın üzerinde bekleme durumu biraz daha yaşatılabilinseydi, bunca güzel konu kendini kendine heba etmezdi.