Geçitsiz zaman: Stendhal gibi olamamak!

Eğer insanları tutsak/bağımlılıklarından koparabilirseniz; gözlerindeki perdeyi de kaldırabilirsiniz.

Google Haberlere Abone ol

Feridun Andaç

DUVAR - Alacakaranlık çağı mı demeli, yoksa geçitsiz zamanlar mı? Lenin’in, ihtimal, Diriliş’ini okurken söylediği; “Tolstoy Rus devriminin aynasıdır,” sözü; bir yerden aklımda kalmıştı. Bunu da, sıklıkla, böylesi dar zamanlarda karşıma çıkan “büyük anlatı”lara ya da dönemin yansılarını yapıtlarına taşıyan yazarlara dönünce hatırlarım.

YAZAR OLARAK  AYNA TUTMAK

“12 Eylül” karanlığında, Anadolu’nun ıssız bir yerinde Çehov’un Altı No’lu Koğuş’unu, Lermontov’un Zamanımızın Bir Kahramanı’nı okurken; bu iki anlatıcının da yaşadıkları çağın huzursuzluklarıyla ancak yazarak baş edebildiklerini düşünmüştüm. Bir adım sonrasında ise notlarıma yansıyan; baskı ve korkunun arttığı, toplumdaki yozlaşma ve çürümenin hayatın her alanını kapladığı bir zamanda yazarken, yazar olarak, ayna tutmaktan başka yolunuz yoktur.

Çehov’da, Devrim’in ayak seslerini pekala gözler, hissedersiniz. ‘Bu hayat böyle devam edemez, insan bu denli aşağılanamaz, yoksul/yoksun bırakılamaz,’ dersiniz içinizden.

Yani, zaman aslında Stendhal’i haklı çıkarıyordu: Ben eğer, kötülüklere pisliklere aynamı tutmuşsam, bundan dolayı beni suçlayamazsınız, asıl bu kötülükleri ortaya çıkaranlar, var edenlerdir suçlu… gibisinden sözler etmişti zamanında. Romanı sokağa (hatta insana) tutulan bir ayna gibi görendi o.

Bunu yalnızca edebiyat; roman, öykü, şiir mi yapar? Hayır elbette! Sanatın bütün dalları o ayna tutma işlevini bir yerde gerçekleştirirler.

Daha geçen gün, izlediğim bir tiyatro oyunu, “Popüler Gerçek” Çehov vari bir edayla toplumu ve insanı sorguluyordu.

Sanırım, birinin yetmediği yerde diğeri sesini öne çıkarabiliyor. Dahası, dönemlerdir bunların ibresini de belirleyen. Sanki, bugün, bu denli sindirilen bir topluma tiyatro daha çok gerekli! Görsel çağda görselliğin gücünü nasıl yabana atabiliriz?!

Anlatıcı/sanatçı yeni anlatım yolları, biçimleri denemeli. Yanı başımızdaki gerçekten, insan gerçekliğinden kopmadan ama.

Cem Uslu’nun yazdığı/sahneye taşıdığı “Popüler Gerçek” oyununda yaptığı da bu.

Eğer insanları tutsak/bağımlılıklarından koparabilirseniz; gözlerindeki perdeyi de kaldırabilirsiniz. Bunu da ancak sanat yoluyla yapabilirsiniz! Kapısına, sokağına, hatta evinin içine kadar gitmeli sanat. Şiirse şiir, öyküyse öykü, romansa roman, tiyatroysa tiyatro…

Küresel kapitalizm çağı her şeyiyle insanlığın ruhunu tutsak alıyor. Bunun işbirlikçileri de tüketim çılgınlığının bayrağını her yere dikmek için gün yirmi dört saat didinip duruyor. Suyumuzu ve sözümüzü kirletmeyi aynı anda yapıyorlar.

POPÜLER GERÇEKLİK

stendaaal Stendhal (1783 - 1842) Fransız Yazar

Bugün, bir oyun yazarı Çehov’dan yola çıkarak çağının sorunlarına bakıp, bunlar üzerine söz/düşünce üretebiliyor. Öfkesini, eleştirisini bunun üzerinden yaparak insanlığa ayna tutuyor. Hatta kışkırtıyor düşünmeye, sorgulamaya, görmeye…

Nedense, romancılarımız Stendhal vari bir bakış/düşünüşle çağlarına bakıp kendi biçimlerini yaratarak yazamıyorlar. “Popüler Gerçek” oyununda Cem Uslu çağdaş bir oyun yazarı olarak karşımıza çıkıyor. Ama anlıyorsunuz ki, gelenekle beslenmiş. Bakışı/yorumunda bu var. Bugüne bakıyor, yüzü geleceğe dönük. Öfkesi bugünün insanını ilgilendiriyor, eleştirisi de.

Bizde romancıya şiir, şaire roman okutamazsınız. Tiyatrocu edebiyatçıya, edebiyatçı tiyatrocuya uzaktır. Hatta şöyle mi desem? Yaratıcılar kendi alanlarına bile yabancı…

Sanatın bileşik kaplarından bakışını/duyumunu geçiremeyen yaratıcı, insana/topluma nasıl ayna tutacak, tuttuğu aynada dilini/biçemini nasıl çeşitlendirecek?!

MESELE STENDHAL OLAMAMAK ÜZERİNE KURULU

Galiba mesele, Stendhal olamamak üzerine kurulu. Yani kalıttan beslenmek nedir bunu bilememek, anlayamamak; bu konuya kafa yoramamak. Her şeyin karşısına çıkan ilk şeyden başladığını sanmak. Romanı Ayşe Kulin’den, sinemayı Mahsun Kırmızıgül’den, tiyatroyu “Güldür Güldür”den başlatmak gibi bir şey bu.

Vasatlık ormanını kurarken, tam da bu noktada, “gece yasaları” ile ülkenin geleceği iyice karartılıyor. Peki, Stendhal’i bilmeyen, ama onun postuna bürünmeye çalışan yazarlar nerede sahi bu kör karanlıkta? Yoksa aynalarını mı kaybettiler?