Gerçekliğin vücut bulmuş hali

Patrick Ness’in sevilen kitabı “Canavarın Çağrısı”, filme uyarlandı. Kitap yeni baskısıyla okurun karşısına çıktı.

Google Haberlere Abone ol

Nida Dinçtürk

Patrick Ness’in Siobhan Dowd’un özgün fikrinden esinlenerek kaleme aldığı Canavar’ın Çağrısı’nı Türkçe’de okuyup büyüleneli birkaç zaman oldu. Ness’in bu leziz öyküsü, kendisine Harry Potter kitaplarındaki çizimlerinden aşina olduğumuz Jim Kay’in çizimleriyle taçlanıyordu. Fakat bu yıl Juan Antonio Bayona’nın bu öyküyü beyazperdeye taşıması hepimizin kalbinde ufak bir çarpıntı yarattı ve “Canavarın Çağrısı”nı yeniden gündeme taşıdı. Sinema filminin ardından Deli Dolu Yayınları, kitabı roman formatında yeniden yayımladı. Peki, neydi bize “Canavarın Çağrısı”nı bu kadar sevdiren?

Ness’in ‘genç yetişkin’ olarak tanımlanabilecek bir kitleye hitap eden bu eseri, hepimizin dünyayla muhasebesini ortaya döküyor. Kitabın arka kapağında yer alan “insan bazen en doğru dersi bir canavardan alabilir” ifadesi, hepimizin zihnindeki kilitlerin anahtarı olabilecek kritik bir not. “Canavarın Çağrısı”nda Connor’un sancılarını takip eder, Canavar’ın anlattığı hikâyelere onunla beraber bir anlam ararken okur olarak biz de haklılık-haksızlık kavramlarını yeniden sorguluyor, yanlışın içindeki doğruları keşfediyor ve kendi gerçeklerimizle yüzleşmeye bir adım daha atıyoruz. Evet, Ness hitap ettiği kitle itibariyle biraz ağır mesajlar taşıyor gibi görünüyor fakat bence bunun adı tam olarak, doğru zamanlama!

GERÇEKLİĞİN VÜCUT BULMUŞ HALİ

nidakitap Canavarın Çağrısı, Deli Dolu Yayınları etiketiyle okuyucu ile buluştu.

Öykünün başlamasıyla beraber annesinin ağır bir hastalıkla mücadele ettiğini anladığımız Connor, yalnız bir çocuk. Yaşından umulmadık bir olgunluğa ve güce sahip bir çocuk üstelik. Sabahları annesini uyandırmadan kahvaltısını eden, bulaşıkları yıkayan ve çöpleri dışarı çıkartan bir çocuk. Annesiyle baş başa sürdürdüğü yaşamının en büyük çıkmazlarından biri, her gece gördüğü o kabus. Connor uzunca bir süre bu kabusları görmezden gelmeyi denese de bir gece çıkagelen canavar, Connor’a her gece gördüğü bu kabusla, aslında kendi gerçeğini kovaladığını anlatmaya çalışıyor.

Connor’un canavarı anlaması pek kolay olmuyor. Zira uzunca bir süre canavarın da kendi zihninin oyunlarından biri olduğunu düşünüyor. Connor, canavarın kendisine anlatmayı vaat ettiği hikâyeleri anlatmaya başlamasıyla varlığını kabulleniyor. Fakat bu, ondan korkmasına engel olmuyor.

Ness’in kuvvetli alt metinlerle ince ince dokuduğu bu öyküde gerçeklik olgusuna gönül vermiş canavar karakteri esasında “gerçekliğin” de vücut bulmuş hali olarak algılanıyor. Canavar, Connor’a anlattığı her çarpıcı öyküyle beraber, hepimizin çoğu zaman görmeyi beceremediği ya da görmezden gelmeyi daha kolay bulduğu fakat gerçeği inşa eden detayları gösteriyor.

Connor’ın hayatını zorlaştıran bir başka detay ise büyükannesi. Annesinin durumunun ağırlaşmasıyla beraber büyükannesiyle daha çok vakit geçirmek zorunda kalan Connor, sevgi anlayışı kendisinden tamamen farklı olan bu kadınla bir arada kalmakta çok zorlanıyor. Fakat Connor’ın annesinin zamanı azaldıkça, büyükanneyle ikisinin ortak bir yaşam sürebilmeleri için bazı ortak noktalar keşfetmeleri gerekiyor. Bu da pek kolay olmuyor.

HİKAYELERİN ONARICI GÜCÜ

Gelelim en büyük probleme. Annesinin durumunu kabullenerek (belki başka bir bakış açısına göre normalleştirerek) yaşamına devam etmeye çalışan Connor, okulda ‘görünmez’ bir çocuk. Annesinin hastalığından sebep kendisine acıyan öğretmenleri ve arkadaşları Connor’ı ne yapsa hoş görmeye ve affetmeye programlanmış durumdalar. Sadece Henry ve şürekası bu genellemeye dahil değil. Henry, dışarıdan bakıldığında ‘akran zorbalığı’ olarak tanımlanabilecek ama sanki Connor’un hayatında bambaşka bir gayeyle, ona eziyet etmek için peyda olmuş bir karakter.

Zaten Connor da canını yakan şeyin ne olduğu konusunda pek emin değil. Çıkardığı sorunlara rağmen cezalandırılmamak mı yoksa Henry’nin onu yakaladığı her fırsatta hırpalaması mı? Connor’un bildiği tek şey, ‘görünmez’ olmaktan hoşlanmadığı. Beklenmedik öfke patlamalarıyla tozu dumana kattığında insanların “sorun değil” dememesi.

Connor’un tüm bu sancıları arasında geceler boyu, hep aynı saatte kendisini ziyaret eden Canavar, ziyaretlerine Connor’un kendisine anlatacağı ‘gerçek’ bir hikâye ile son vereceğini açıklıyor. Connor ise Canavar’a anlatacak bir hikâyesi olmadığını düşünerek sıra son hikâyeye geldiğinde ne yapacağını düşünüyor. Fakat beklenen an geldiğinde Connor’ı ve okuyucuyu büyük bir sürpriz bekliyor. Her şeyin sonunda Connor’la beraber okur da hikâyelerin onarıcı gücüne, yüzleşmeyi kolaylaştıran etkisine ikna oluyor.

“Canavarın Çağrısı” karşılaşmaya alışık olmadığımız şiddette bir öykü. Fakat Patrick Ness’in sırrı da tam olarak burada yatıyor. Bilenler bilir, Ness, çok ses getiren Kaos Yürüyüşü serisinde de rahatsız edici gerçekleri büyük bir marifetle ortaya döker. Aslında bir anlamda okura zaten bildiği duyguları anımsatıyordur fakat bunu yaparken gösterdiği soğukkanlılık okurunu etkiler, heyecanlandırır.

Gelgelelim, bu gün “Canavarın Çağrısı”nı yeniden konuşmamıza vesile olan film uyarlamasının Türkiye’deki hikâyesi, korkarım biraz hazin. Bayona’nın Toronto’da prömiyerini yapan filmi Türk izleyicilerle ilk kez, geride bıraktığımız FilmEkimi’nde buluştu. Film festivalde büyük ilgi görse ve çok beğenilse de festivalden 1 ay sonra vizyona geldiğinde sadece 1 hafta gösterimde kaldı. “Canavarın Çağrısı” henüz DVD olarak ya da herhangi bir film izleme platformundan ulaşılabilir durumda değil.

Yani, kitabın okurlarından sadece şanslı bir azınlık bu uyarlamayı izleme şansına nail olmuş durumda. Fakat yayınlanan trailer’lar filmin de en az kitap kadar etkileyici olduğuna dair ipuçları veriyor. Bu filme ulaşamama sorununun en kısa zamanda çözülmesi ve “Canavarın Çağrısı”nı duyan daha çok okuyucunun Bayona’nın en az kitap kadar etkileyici olmayı başardığı belli olan bu filmini izleyebilmesi dileğiyle.