Oğuz Atay’dan babasına mektup
Oğuz Atay, yazdığı mektuplarla babasıyla yüzleşiyor. Atay ''Birlikte yaşadığımız günlerde, bütün beğenilerim sana duyduğum tepkilerden oluştu” diyor.
DUVAR - Babalık kültürel erkekliğin önemli figürlerindendir. Bireyin ilk inşa sürecinin ailede başladığını kabul edersek baba aynı zamanda kişinin ilk otorite temsili olarak çıkar karşımıza. Yıldırım Türker’in şu söylediği bu durumu destekler, erkekliğin bir eğitim programı olduğunu düşünüyorum. Bunun ilk sınıfı da mezuniyet sınıfı da baba (akt. Sancar, 2008, s.120). Bu programdan mezun olmak kolay değildir. Beraberinde birçok çatışma, yüzleşme ve bireysel kaygı getirir. Babalık kurumu ve baba ve oğul arasındaki çatışma edebiyatta da epey işlenmiş bir konudur. Türkiye Edebiyatı içerisinde bu içerikteki önemli metinlerden birisi Oğuz Atay’ın babasına yazdığı mektuptur.
ÖLÜ BABA İLE YÜZLEŞME VE GÜÇ İLİŞKİLERİ
Baba ile yüzleşme denemesi olarak değerlendirebileceğimiz metin babanın ölümünden sonra yazılmıştır. Bu anlamda yüzleşme tek taraflıdır. Güç ilişkileri açısından düşündüğümüzde, yazının nesnesinin ölü olması tüm kontrolün Atay’ın elinde olduğunu gösterir. Ancak mektupta dikkat çeken yanlardan birisi Atay’ın kendi oluşuna dair yorumlarıdır. Atay babasına ironik bir dil ile seslenir araya kendi varoluşunun yetersizliklerini ve gittikçe ona benzeyen yönlerini ekler.
Böyle bakınca aslında bir baba otoritesi yıkımı da göremeyiz. Çünkü anlaşılan Atay’ın kafasındaki baba figürü hâlâ yerli yerinde duruyordur. Mektubun ilk cümlelerinde Atay kendi yenilgisinden ve olduramamışlığından bahseder: “Sevgili babacığım, sen hatırlamazsın ama bugün sen öleli tam iki yıl oluyor. Ne yazık ki bu süre içerisinde ben daha iyi ve akıllı olamadım; fırsatı da kullanamadım. Oysa yıllar önce bazı zamanlar, sen olmasaydın birçok şey yapabileceğimi düşünürdüm. Şimdi artık suçun kendimde olduğunu biliyorum.”
Atay’ın metne kendi yenilgisiyle başlaması güçsüzlüğünü gösteriyormuş gibi hissedilse de alttan alta hissedilen ironi dikkati çeker. Senin suçun değilmiş benim sorunummuş der yazar ancak yine de hissedilen bir sitem vardır.
Buradaki önemli nokta zannedersem yine babanın ölmüş olmasıyla ilgilidir, yani Atay’ın cevap alamayacak olmasını bilmesi yenilmiş bir şekilde mektuba başlamasında etkilidir. Atay kendi yenikliğini ifade ederken aslında gücün kendisinde olduğunun farkındadır. Bu da ölmüş olanla yüzleşmenin daha kolay olduğunu gösterir, baba otoritesine yine çok ses edilmez, bir yıkma söz konusu değildir ölü ile konuşma duygusal hâle gelir asıl kızgınlıklar böylece ironinin altına gizlenir.
KÜLTÜREL ERKEKLİK MESELESİ
Serpil Sancar babadan oğula erkeklik değerlerinin çok kolay geçmediğinden bahseder. Ona göre; babalar oğullarını desteklemek amacıyla değil onlara sorumluluklarını öğretmek ve oğullarının toplumdan kabul görmelerini sağlayacak erkeklik davranışlarını benimsetmek için onlarla baskı-otorite sağlama ilişkisi kuruyorlar. Türkiye’de baba-oğul ilişkisinin çoğu zaman gerilimli, sevgisiz ve mutsuz bir ilişki olması ile erkeklik değerlerinin babadan öğrenilmesinde kırılmalar yaşanması bir gerçek (2008:126).
Atay’ın babasına mektubunda da benzer bir çatışma görürüz, babanın kendi değerlerini oğula aktarama çabası, onu Sancar’ın deyimiyle toplumca kabul edilebilir kılma isteği kırılmanın başladığı andır. “Birlikte yaşadığımız günlerde, bütün beğenilerim sana duyduğum tepkilerden oluştu” derken Atay’ın kastettiği şey de bunun göstergesi olabilir. Ayrıca, “Birçok şeyi yok sayarak belirli bir düzen içerisinde yaşadın. Sinemaya gitmedin. Hiç roman okumadın. Zeytinyağlı enginar yemedin. Yabancı ülke özlemi çekmedin. Kimseye hediye almadın. Evde kuşkonmazdan başka bitki yetiştirmedin. Yalnız halk türkülerini sevdin…”
Atay’ın bu cümleleri ise bizi baba oğul çatışmasının başka bir noktasına götürüyor. Sancar, babanın kendi değerlerini oğlunun yaşamına geçirmeye çalışması ve oğulun da kendi yolunu keşfetmeye çalışması arasındaki gerilimin modern baba oğul ilişkisinin temelini oluşturduğundan bahsediyor. Bu çatışmalı konum egemen erkeklik değerlerinin her bağlamda genç kuşak erkeklere aktarılmasını güvencesiz ve garantisiz bir hale getiriyor (2008:127).
Atay babasına sitem ederken aslında kendisini konumladığı “modern” yerden sesleniyor. Ben sinemaya gittim, roman okudum, halk türküleri dışında başka şeyler de dinledim. Bu egemen olan erkekliğin babadan oğula geçmesindeki krizin yanı sıra bir gelenek-modern çatışmasına da işaret ediyor.
Oğuz Atay’ın metninde dikkat çeken bir diğer yan da babasıyla girdiği çatışmaya rağmen memnuniyetsizce olsa bile ona benzemeye başladığını ifade etmesi hâttâ bazen ona hak vermesi, bu hak verme meselesi başta bahsettiğimiz gücü elinde tutma ile de ilgili olabilir ancak kültürel erkeklik meselesine dokunan bir tarafı da var gibi. Sancar, birçok erkeğin orta yaşlarda benzer erkek-baba davranışlarını hoş görmeye hâttâ benimsemeye geri döndüğü de sık gözlenen bir durum diyor ve ekliyor; orta yaşa geldiklerinde babalarını affedip anlamaya başladıklarını söyleyen erkeklere sıklıkla rastlanıyor (2008: 126).
Atay’ın babasına yazdığı şu satırlarda da benzer bir durum gözlemek mümkün, “Ben de yalnızlığımda sana benzedim babacığım: Kendime yemekler pişiriyorum; senin kirli ropdöşambrına benzeyen bir şeyler giyip, bir karış sakalla evin içinde ruhsuz dolaşıp duruyorum, yanık kalmış elektrikleri söndürüyorum, durmadan para hesabı yapıyorum, kendimi iyi hissettiğim günlerde çarşı Pazar dolaşarak her malın iyisini almaya çalışıyorum.
Gittikçe sana benziyorum babacığım: Kimseleri beğenmez oldum.” Atay’ın dilinde babaya benzemekten kaynaklı bir şikâyet de seziliyor. Çok eleştirdiği, özelliklerini taşımak istemediği, kendisini özne olarak karşısına konumladığı babasına benzemek, hem kabul etmek istemediği bir durum hem de bir anlamda kendisiyle yüzleşme olarak okunabilir.
Böylece Atay, baba imgesiyle bir anlamda istemese de barışıyor diyebiliriz. Bunu yaparken kendi varoluşsal sıkıntısını da hissettiriyor okura, istemezdim ama oldu sesini duyuruyor, kaçışı olmayan bir durumdaymış imajı veriyor.
HANGİ BABA?
Atay’ın babasına yazdığı mektupta tam anlamıyla bir yüzleşme göremediğimizden bahsettik. Bu önemlidir çünkü Atay karşısında bir ölü olmasına rağmen sanki rahat değildir. Bu onun diline de yansır. Şikâyet ederken birdenbire zaten kendisinin de ona benzediğinden dem vurması, eleştirdiği yerde sonunda bir şekilde babasına olumlu anlam yükleme çabası, onu anladığını gösterme kaygısı ilginçtir. Bu bana Atay’ın kafasındaki kendi deyimiyle “kendine sakladığı asıl baba” ya mı yoksa çevresine bahsetmeyi sevdiği babaya mı seslendiği sorusunu düşündürdü.
Yani mektubun muhatabı olan baba; arkadaşlarına anlattığı, deyimlerini kullandığı, alay edilince kızdığı baba mı yoksa yazdıklarını “uyduruk” bulan, okuduklarını eleştiren, dersleri iyi olduğu hâlde “bu çocuk kitap yüzü açmıyor” diye homurdanan baba mı? Bu metinde gerçek bir yüzleşme göremememizin ölen babaya karşı duyulan duygusal konum dışında böyle bir anlamı olabilir mi? Soruları arttırabiliriz elbette ama bu bana sanki Atay’ın hâlâ gerçek babasıyla rahat konuşamıyor olabileceğini düşündürdü.
KENDİSİYLE YÜZLEŞMEK VE ARADA KALMIŞLIK
Bu mektubun bütününe baktığımızda Atay’ın kendisine dair yorumlarının, kendi yaşamının da eleştirdiği babasından çok farklı olmadığını fark ettiği ve bu nedenle babasından çok kendisiyle yüzleştiği, bir metin olarak da yorumlayabiliriz. “Ben bu asık suratlı aydınlara hiç benzemiyorum babacığım; onlara karşıyım ve senin içtenliğinden yanayım. Bazı kitaplar yüzünden kafam biraz karışmışsa da bugün bile senin içtenliğini taşıdığımı ümit ediyorum. Gene de sonunda sana bütünüyle benzemekten korkuyorum babacığım: yani ben de sonunda senin gibi ölecek miyim?” Atay’ın mektubunun son cümleleri daha çok onun kendi yersizliğine ve arada kalmışlığına işaret ediyor benim fikrimce. Çünkü anlaşılan yazar ne babasını eleştirme sebeplerinin başında gelen kafasındaki “modern” bireye ulaşabilmiş ne de babasının içten bulduğu gelenekçi yanından kurtulabilmiş. Bu bir arada kalma hâlinin yansıması ve bizim coğrafyamızın da çelişkisini içerisinde barındırıyor. Türkiye’de İnşa edilmeye çalışılan ile özde olanın çelişkisi sadece Atay’ın değil neredeyse bu coğrafyanın tüm bireylerinin çelişkisi. Atay, bu nedenle babasına aklındaki mektubu tam olarak yazamamış veya işaret etmeye çalıştığımız gibi ölü olduğu durumda bile babasına asıl söylemek istediklerini tam anlamıyla dile getirememiş hissini oluşturdu bende. Çünkü kafasındaki baba imgesiyle, kendi bireysel varlığının “oluşu” onu babasından çok kendisiyle yüzleşmeye itmiş.
Kaynaklar:
Sancar, S. (2008), “Erkeklik: İmkânsız İktidar”, İstanbul: Metis.
Atay, O. (2016), “Korkuyu Beklerken, ‘Babama Mektup’”, İstanbul: İletişim.