Şairin evi
Behçet Necatigil’in şiir okurlarının belleğine yerleşmiş, unutulmaz birçok şiiriyle ölümsüzleşmeyi başarmış bir şair olduğunu mutlaka belirtmek gerekir. Modern Türkçe şiirin, dili evi olmuş bu usta şairini saygıyla anıyoruz…
16 Nisan 2016’dan itibaren doğumunun yüzüncü yılı kutlanan şair Behçet Necatigil’in, yaşamını yalnızca o güne kadar yazdığı şiirlerinde sürdürmek üzere dünyadan ayrıldığı tarih 13 Aralık 1979 olarak geçmiştir kayıtlara…
Behçet Necatigil’in ilk şiiri Varlık dergisinde çıkar. Henüz lise ikinci sınıf öğrencisiyken yayımlanan “Gece ve Yas” başlıklı şiiri, geleceğin şairini sesinin, sözünün ve dilinin evrenini hayli güçlü emarelerle işaret eder niteliktedir.
Bir köşeye büzülüp
Böyle susmazdım ama
Kapılardan süzülüp
Gece doldu odama.
Bir yağmur ince ince
Çarpıyor şimdi cama
Hasret kaldım sevince
Korku yüzümde yama.
Dalarken gözümde yaş
Ben böyle sonsuz gama
Artıyor yavaş yavaş
Damlardaki ağlama.
Tek başına bu şiirden yola çıkarak bile Necatigil için o bir “dil şairidir diyebiliriz. Çünkü tüm şiirlerine bakıldığında da sonuç pek değişmez. Şiir yolculuğu süresince, değişik dönemlerden geçse de arayışının odağında daima dil olmuştur. Onun şiirinde öne çıkan özellik olarak saptanan ve “teknik” diye adlandırılanın da aslında dilin kullanımıyla ilgili bir yöntemi işaret ettiğini söyleyebiliriz.
Şairin ilk kitabı, Garip şiir dalgasının etkisinin sürdüğü yıllarda yayımlanır: “Kapalı Çarşı” (1945). Modern Türkçe şiirin henüz serpilme sürecinde gelişen Garip dalgasının etki gücü yüksektir. Doğal olarak Necatigil de Garip dalgasından etkilenir. Ama onun etkilendiği başka şairler de vardır. Daha önceki kuşaklardan sayılacak bir isim olan Yedi Meşalecilerin önemli şairlerinden Ziya Osman Saba, örneğin onlardan biridir. İlk kitabı “Kapalı Çarşı”da yer alan “Kır Şarkısı” başlıklı şiirinde hem Ziya Osman Saba’nın etkileri hem de Garip şiirinin izleri görülür.
Tam otların sarardığı zamanlar--
Yere yüzü koyun uzanıyorum
Toprakta bir telâş, bir telâş--
Karıncalar ötedenberi dostum.
Ellerime hanımböcekleri konuyor,
Ne şeker şey onlar.
Uç böcek, uç böcek diyorum,
Uçuyorlar.
Pan'ın teneffüsü bile
Ilık-- okşamakta yüzü.
Devedikenleri, çalılık vesaire,
Bir âlem bu toprakların üstü.
Tabiatla haşır neşir,
Kırlarda geçen ikindi vakti.
Sakin, dinlenmiş, rahat
Bir gün daha bitti.
Ancak Behçet Necatigil kısa zaman içerisinde Garip şiirinden uzaklaşır. Başka dalgalar ya da şairlerle alışverişini sürdürse de etkilenmesi daha çok kaynak alma biçiminde görülür.
Orhan Koçak Necatigil’in bu tutumunu, “Kopuk Zincir” kitabındaki “Arzu ve Teknik” başlıklı incelemesinde “Etkilenme Endişesi”yle açıklar. Necatigil’in etkilenmek konusundaki tutumu hassas bir denge oluşturur. Bu hassasiyet nedeniyle oluşan endişenin sonuçlarını da şiirlerinden izlemek olasıdır. Necatigil’in, geçmişin birikiminden, kaynaklarından yararlanmak amacıyla kurduğu bağ etkilenmeye açıktır. Riski yüksek bir yönelimdir. Belki de o nedenle etkilenmek bir kaygı oluşturmaktadır. Ayrıca şairin etkilenmekten endişe duyması da olağandır. Etkilenmek aynı zamanda sözünün üstünde bir başka sözün vesayetine boyun eğmek anlamına da gelmektedir çünkü. Endişe gerekçesini Necatigil’in bunu reddetmesi olarak da açıklayabiliriz.
Behçet Necatigil adının geçtiği yerde, şiir okurunun hatırına Cemal Süreya’nın gelmemesi mümkün mü? Cemal Süreya’nın “Behçet Necatigil Şiirlerini Nereye Yazardı” başlıklı şiiri, sadece bir Necatigil portresi çizmekle kalmaz. Cemal Süreya bu şiirinde Türkçenin ustası şaire selam verir. Ama şiir bir şairin bir başka usta şairi selamlamasından daha ötede kurulmuştur. Necatigil’in şiir anlayışını, şairliğini şiirin diline taşıyıp dizelerle yansıtır. Bir yandan da kendi ustalığıyla ortaya çıkan örnek bir yapıt oluşturur. Üstelik bunu yaparken ne şiirden sapar ne de şiirin dilinden ödün verir. İşte o şiir:
Renksemez camgöz
Hep arka pencereden baktı,
Orada, oralarda sabah akşam
Solgun ay altında kasımpatı
- Nereye mi yazardı dizelerini
Bir şey çıkmamış biletlerin kenarına yazardı.
Bir kapı mı açılıyor
Hemen menteşeye kayardı gözleri
Küçük ev aletleri kerpeten mengene
Giderek onda alışkanlık yarattı
- Nereye mi yazardı dizelerini
İlaç kutularının üstüne yazardı.
Yazısı 1928 yazısı
Atatürk'ün elyazısı
Ama sıkılganlıktan mı neden
Fazlaca bastırılmış bir yazı
- Nereye mi yazardı dizelerini
Kağıt peçetelere yazardı.
Çiğnediği sözcükler, ağzının kenarında
Salya değil köpük halinde toplanırdı
Ve zarif kemerini örtme duygusuyla
Şal gibi aşağı akardı boyunbağı
- Nereye mi yazardı dizelerini
Plastikten oyuncakların üstüne yazardı.
Koca Barbaros'a karşın
Beşiktaş biraz odur artık,
Küçük bir oda versinler
Kehribar yüzü öylece kalsın
- Nereye mi yazardı dizelerini
Tırnaklarının üstüne yazardı.
Modern Türkçe şiirin bugünkü birikimine bakarak yapıtları sonraki kuşaklarca okunan şairlerin çokluğu, aslında değişik biçimlerde değerlendirilebilir. Olumlu görülebileceği gibi olumsuz sonuçlar da çıkarılabilir bu durumdan. Örneğin genç kuşaklar kendilerinden önceki şairleri ve birikimlerini, aşmak zorunda oldukları büyük bir yükselti, tepe olarak değerlendirebilirler. Tersi de mümkün; kendi şiirlerini kurarken geçmişin birikimini yararlanabilecekleri, birden çok ve değişik şiir anlayışlarını karşılaştırma, inceleme, değerlendirme, sonuç çıkarma olanağı olarak da ele alabilirler. Her iki açıdan da bakıldığında bugün modern Türkçe şiirin baş döndürücü bir birikimi var sonuçta. Behçet Necatigil de bu birikimin içinde önemli isimlerden biri. Cumhuriyet sonrası dönemde aslında modern şiirin gelişimiyle Türkçenin inşa sürecinin birlikte yürüdüğünü unutmamak gerekiyor. O nedenle belki de belirtmeden geçmemek gerekir. Necatigil, şairliğinin yanı sıra şiir üzerine yazdıkları, çevirileri ve edebiyatın diğer türlerindeki yapıtlarıyla da önemli bir isimdir.
Behçet Necatigil’in şiirleri ve yazdıklarının dışında bir de onunla ilgili yazılanlar vardır. Şairliğini, şiir anlayışını konu edinen, irdeleyen birçok önemli çalışma bulunur. Son dönemlerde yayımlanmış incelemelerden birini, Orhan Koçak’ın yazısını yukarıda andık. Bundan başka, genç kuşak şairlerden Ali Özgür Özkarcı’nın “Asla Konşmayacaksın” adıyla yayımlanan kitabını da sayabiliriz. Ayrıca çok daha yeni, Mahmut Temizyürek’in Varlık dergisinin bu ayki (Aralık 2016) sayısında yer alan yazısı dikkate değer. Ayrıca Temizyürek’in daha önce yayımlanan “Azaplıktan Şiir ile Kurtulan” başlıklı yazısını da unutmamak gerekir. Bu yazılar, özellikle Necatigil’i tanımak isteyen yeni kuşak şiir okurları için önemli kaynaklar.
Usta şairlerin yapıtlarının değerini arttıran özelliklerden biri de sunduğu yorum zenginliği olsa gerek. Behçet Necatigil’in şiirleri, dil ve anlam bakımından çok katlı yapısı ve yorum zenginliği sunan niteliğiyle de dikkat çekicidir. Anlam katmanları oluşturarak, çağrışım yelpazesini açarak şiirin hacmini genişletmek, etkisini arttırmak modern şiirin başat özelliğidir bilindiği üzere. Kendi tanımıyla modern Türkçe şiirin “gurbet”, “hasret” ve “hikmet” burçlarından geçmiş Necatigil’in şiirleri bana, onun ürkmüş bir şair olduğunu düşündürür. Murat Belge de buna benzer bir şey söylüyor. “Mesafe aramış, mesafede ısrar etmiş”tir diyor, “Edebiyat Üstüne Yazılar” adıyla yayımlanan kitabındaki “Behçet Necatigil” başlıklı yazısında.
Necatigil’in dilinde ve şiirlerinde bir tür terbiye edilmiş duygu, disiplin altına alınmış düşünüş tarzının dışavurumu görülür. Bunda Almancayla ilişkisinin, üzerindeki Alman düşüncesinin etkisinin payının da olduğu söylenebilir. Ancak yine de bu bulgunun Necatigil’de, hangi büyük ürküntü sonucu “geri çekilme”, “mesafe oluşturma”, “içe yerleşme” halinin ortaya çıktığını açıklamak için yeterli değil. Şimdilik incelemeye değer bir saptama olarak not düşmüş olayım. Konuyla ilgili görünen Cemal Süreya’nın şu betiğini de anımsatmak isterim:
Yazısı 1928 yazısı
Atatürk’ün elyazısı
Ama sıkılganlıktan mı neden
Fazlaca bastırılmış bir yazı
Geçerken birkaç soru daha ekleyebilirim. Ürküntüye neden olan hayranlık duygusu olabilir mi?.. Şair hayranlık duyduğu “şey” karşısında ürküntüyle bir çekilme, sakınma, korunma konumu edinmiş olabilir mi?.. Peki Necatigil neye hayran kalmıştır? Hem hayran olduğu hem de ürktüğü “şey” nedir? Bunun bir nedeni olmalı. Biçeminin, dilinin, dilindeki teknik kurgunun çözümlenmesi, anlamlandırılması için önemli görünüyor bana. O nedenle ürküntü kavramının yol gösterici olabileceğini düşünüyorum. Papirüs dergisinde Mayıs 1961 tarihinde yayımlanan “Ben” başlıklı yazısına gidiyor aklım. “Ben ben olsam, dilbilgisi kitaplarındaki tekil şahıs zamirlerini şu sıraya göre düzenlerdim” diyor o yazısında Necatigil ve sıralıyor: “Sen, ben, o! Başta sen gelir, çünkü ben diye bir şey yok, sen olmadıkça.” Aşırı yorumla yoldan çıkmak istemiyorum, ama Necatigil’deki “ürküntü” durumuyla “ben” zamirini ikinci sıraya alma arzusunun ilişkili olabileceğini de göz ardı etmemek gerektiği kanısındayım.
Necatigil ikinci kitabını “Kapalı Çarşı”dan altı yıl sonra yayımlar. “Çevre” Varlık yayınlarından 1951 yılında çıkar. Bu kitabın belki ayırt edici özelliği şairin halk şiiri kaynaklarının kıyılarında da dolaştığını gösteren izler bulunmasıdır. Kitaba adını da veren “Çevre” başlıklı şiirinde bu izler daha belirgin biçimde dikkat çeker:
Yârin mendili nakışlı
Okşadım ellerimle.
Göz göz, üzerimde
Çevrenin bakışı.
Çevre ateş içinde
Daralmakta çember.
Biz yanarsak beraber yanarız
Seninle, beraber.
Çevre tortop
Vurur sırtıma sırtıma.
Yüksek dağların orada
Çevre yok.
Şiirdeki “biz yanarsak beraber yanarız” dizesi, sanırım yalnızca benim aklıma getirmiyordur Nâzım Hikmet’in o meşhur “Kerem Gibi” başlıklı şiirindeki “ben yanmazsam, sen yanmazsan, biz yanmazsak” dizesini. O betiğin tamamını aktaralım en iyisi:
Yürek-
-lerin
kulak-
-ları
sağır...
Hava kurşun gibi ağır...
Ben diyorum ki ona:
— Kül olayım
Kerem
gibi
yana
yana.
Ben yanmasam
sen yanmasan
biz yanmasak,
nasıl
çıkar
karan-
-lıklar
aydın-
-lığa..
Meraklısı için not; şiirin altındaki tarih Mayıs 1930. Şiirin yer aldığı “Sesini Kaybeden Şehir” isimli kitabın ilk baskı tarihiyse 1931’dir.
Behçet Necatigil ikinci kitabından iki yıl sonra, çok konuşulan “Evler”i yayımlar. Galiba bu kitap için onun gurbet burcundan sonra geçtiği hasret burcu sürecini işaret eden ilk yapıttır denebilir. Kitaptaki “Evler” başlıklı şiiri de önemli olmakla birlikte, asıl “Gizli Sevda” adlı şiiri sevilecek, sonraki yıllarda da etkisini sürdürecek, bellekte ve dillerde kalıcı bir yer edinecektir.
Hani bir sevgilin vardı
Yedi sekiz sene önce,
Dün yolda rastladım
Sevindi beni görünce.
Sokakta ayaküstü
Konuştuk ordan burdan,
Evlenmiş, çocukları olmuş
Bir kız, bir oğlan.
Seni sordu
Hiç değişmedi, dedim,
Bildiğin gibi...
Anlıyordu.
Mesutmuş, kocasını seviyormuş,
Kendilerininmiş evleri..
Bir suçlu gibi ezik,
Sana selâm söyledi.
Necatigil İkinci Yeni dalgasının yükseldiği dönemde ve sonraki yıllarda tek başına kalan, kendine ait bir şiir çizgisi oluşturup sürdüren, bu bakımdan uzun soluklu ve zaman engelini aşmış iki şairden biridir diyebiliriz galiba. Diğer isim tabii ki Dağlarca’dır. Kimseye benzemeden, kimseyi de kendine benzetmeden geçen bir şiir yolculuğu…
Şairin arzusunun da, şiirin enerjisinin de kaynağı, kendini tekrar etmemek arayışın sürekliliği olsa gerek. Necatigil ilerlediği hat üzerinde çevresini bu amaçla yoklayarak, araştırarak, gözlemleyerek sürdürür arayışını. Dördüncü kitabı “Eski Toprak” 1956’da çıkar. Bu kitabın da unutulmaz şiiri, “Sevgilerde” başlıklı olanıdır.
Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.
Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.
Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telâşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.
Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vaktiniz olmadı.
Her ne kadar burçları sıralamış olsa da, şairin ilk şiirinde hikmet burcunun ışığını görmek nasıl mümkünse son şiirlerinde de gurbet burcunun heyecanının sürdüğünü saptayabiliyoruz. Orhan Koçak da kitabında (Kopuk Zincir) buna dikkat çeker: “Gurbetten hasrete ve hikmete giden düz bir çizgi yoktur Necatigil’de.” Yine de ille de bir sıralama yapılacaksa Mahmut Temizyürek’in de yazısında (Varlık, Aralık 2016) vurguladığı gibi hikmet burcuna “Kareler ve Aklar” kitabıyla girdiğini söyleyebiliriz. Şair zaten kendisi de kitapta yer alan “Burç” başlıklı şiirinde değiniyor bunu:
“Karanlığa çıkınca
Bilen çıkmıyor
Hikmet burcundasınız.”
Necatigil şiirinin dikkat çeken önemli bir söyleyiş özelliğini de belirtelim. Değişik biçim arayışları yaptığı, azaltma, eksiltme gibi teknikleri denediği zamanlarda bile başından itibaren var olan edasını değiştirmez. Biçemindeki anlatımcı söylem, şiir dilinin en önemli dayanağıdır.
“Arada Bir” (1958) ve “Dar Çağ” (1960) adlı yapıtlarından sonra 1963’te “Yaz Dönemi” adlı kitabı çıkar. Bu kitapta da şiir okurunun belleğine bir daha unutmayacakları biçimde yerleşmiş tipik bir Necatigil şiiri vardır. “Solgun Bir Gül Oluyor” başlıklı şiir yayımlandığı andan itibaren Necatigil’in en çok ilgi gören, okunan şiirlerinden biri olur.
Çoklarından düşüyor da bunca
Görmüyor gelip geçenler
Eğilip alıyorum
Solgun bir gül oluyor dokununca.
Ya büyük şehirlerin birinde
Geziniyor kalabalık duraklarda
Ya yurdun uzak bir yerinde
Kahve, otel köşesinde
Nereye gitse bu akşam vakti
Ellerini ceplerine sokuyor
Sigaralar, kâğıtlar
Arasından kayıyor usulca
Eğilip alıyorum, kimse olmuyor
Solgun bir gül oluyor dokununca.
Ya da yalnız bir kızın
Sildiği dudak boyasında
Eşiğinde yine yorgun gecenin
Başını yastıklara koyunca.
Kimi de gün ortası yanıma sokuluyor
En çok güz ayları ve yağmur yağınca
Alçalır ya bir bulut, o hüzün bulutunda.
Uzanıp alıyorum kimse olmuyor
Solgun bir gül oluyor dokununca.
Ellerde, dudaklarda, ıssız yazılarda
Akşamlara gerili ağlara takılıyor
Yaralı hayvanlar gibi soluyor
Bunalıyor, kaçıp gitmek istiyor
Yollar, ya da anılar boyunca.
Alıp alıp geliyorum, uyumuyor bütün gece
Kımıldıyor karanlıkta ne zaman dokunsam
Solgun bir gül oluyor dokununca.
Necatigil’in her kitabında yenilenmeyi amaç edindiğini, bunu gerçekleştirmek için değişik kaynaklardan şiirini beslediği sıkça vurgulanmıştır. Şiirlerinde dönem dönem ses, teknik, biçim, biçem gibi özellikler yönünden bazen divan şiirinin, bazen halk şiirinin, bazen de Almancası aracılığıyla yöneldiği Alman şairleri Heine, Rilke, Hölderlin gibi isimlerin yapıtlarından ve Batı şiirinin olanaklarından yararlanmıştır. Onun modern lirik şiiri deneyselliğe açtığını vurgulayan Ali Özgür Özkarcı, kitabında (Asla Konuşmayacaksın) Necatigil’in etkilendiği Batılı şairlerin bilinen Alman romantikleriyle sınırlı tutulamayacağını, kendi çağdaşı şairlerden de hem poetik hem de biçimsel açılardan yararlandığını belirtir…
Sağlığında on dört kitabı yayımlanır. Şairin kendi deyişiyle hasret burcunun (ya da hasret çağının) şiirlerini topladığı kitapları bizce sırayla şunlardır: “Divançe” (1965), “İki Başına Yürümek” (1968), “En/Cam” (1970), “Zebra” (1973).
Şair “Zebra”yla birlikte aslında içinde olduğu çağın kapanmakta olduğunu, hasret burcunun sona erdiğini duyumsatır. Okur da bu yapıtında şairin yeni bir çağa, yeni bir burca yöneldiğinin işaretlerini veren şiirler bulur. Necatigil’in, “Zebra”yla ilgili söylediği “olduğu yere tam intibakı imkânsız” ifadesi, aslında o ana kadar bulunduğu yerde artık kalamayacağını da dile getirmektedir. “Zebra” kitabında yer alsa da şairin bir sonraki burcunun ya da çağının açıldığına yönelik işaretler veren örneklerden biridir KTL başlıklı şiiri.
Ancak bu şiir Necatigil’in poetikası bakımından hikmet burcu dönemi şiirlerini de aşan özelliğiyle dikkat çeker. Şairin bütün şiir dönemlerinde edindiği deneyimin simgesi gibidir adeta. Ama en çok da divan şiiriyle olan ilişkisini göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Şair, divan şiirine ait bir manzume tarzı olan muamma tekniğini yeniden ele alır. Geçmişin kaynaklarından belki de nasıl yararlanılacağına ilişkin bir örnek oluşturmak amacıyla divan şiirine ait tekniği, modern zamana, modern şiire taşır. En önemlisi şair, “ebced hesabı” olarak bilinen tekniği kullanırken onu yenileyerek değiştirme yoluna gider. KTL başlıklı şiirde, bilinen tekniği tersine çevirerek kullanır. Yani harflerden rakamlara gitmek yerine, şiire direkt olarak rakamları yerleştirmiştir. Şiirin muamması yayımlandığı tarih olan Aralık 1972 ve o tarihteki şairin yaşına (56) işaret eder.
KTL
Korkum bu bu şehir beni
Daha da yer yedi sekizden önce
On yirmi kırk elli daha çok sekizden önce
Bir kuru yer bu yağmurda
Hâlâ aramasındayım
Parayı atıyorum bardağım doluyor
Nah doldu her şey otomatik yavru
Gelir avuntusunda çekçek arabasındayım
Bilsem bir Buridan’ın eşşeği
İki zaman - - farkı ne peki saman
Hangisi daha iyi ölüp gidiyorum yahu
Tekil çoğul k t l güzel ya farkı ne
İkin ara bu dünya etin itin yağması
Sonra dokuz üçün kaçı biri ya da fazlası
Sekiz sakız biz yokuz sülük salak sinekler
Yedi iklim dört köşe
Hani yani isterse arayan bulsun beni
Yedi matinasındayım.
Necatigil’in sağlığında dergilerde yer alan, ancak kitaplaşmamış çeviri şiirleri, ölümünden sonra “Yalnızlık Bir Yağmura Benzer” adıyla yayımlanır. Ömrünün tamamını şiire adamış bir şair olarak veda eder dünyaya… Ancak Behçet Necatigil’in şiir okurlarının belleğine yerleşmiş, unutulmaz birçok şiiriyle ölümsüzleşmeyi başarmış bir şair olduğunu mutlaka belirtmek gerekir. Modern Türkçe şiirin, dili evi olmuş bu usta şairini saygıyla anıyoruz…
YENİ ÇIKAN KİTAPLAR
Konu Turgut Uyar ve şiirleri
Metis Yayınları, Turgut Uyar ve şiirlerini konu alan, yazar ve eleştirmen Orhan Koçak’la Express dergisinden Yücel Göktürk’ün yaptığı söyleşi kitap oldu. Daha önce bir şair ve şiirini konu alan, sorularınsa eleştirmene yöneltildiği bir söyleşi, kitap olarak yayımlanmadığı için modern Türkçe edebiyat tarihinde bir ilk söz konusu. “A'dan Z'ye Bir Konuşma” alt başlığını taşıyan kitap, yayınevinin “Diyaloglar” dizisinden “Turgut Uyar ve Başka Şeyler” adıyla yayına hazırlandı.
Şairi olduğu kadar çağdaşlarını, yakın arkadaşlarını da anlatan, kumarbazlıktan girip varoluşçuluktan çıkan, Lacan'dan Oğuz Atay'a, Can Yücel’den Gezi’ye, simyadan siyasete uzanan renkli ve “gerilimli” bir konuşmanın yer aldığı kitap okurlara Turgut Uyar şiiri için önemli bir yol gösterici olacağına kuşku yok. Ayrıca genel olarak modern şiiri ve modern Türkçe şiiri anlamak, kavramak, yeniden düşünmek isteyenler için de önemli bir kaynak niteliğinde.
Yücel Göktürk’le soruları yanıtlayan Orhan Koçak arasında geçen ve kitapta yer alan diyaloglardan bir bölüm şöyle:
Göktürk - Bahisleri Yükseltmek'te Uyar'ın iki "gizli özne"si olduğundan bahsediyorsunuz: kumarbaz ve simyacı. Kumarbazı konuşmuştuk, şimdi simyacıyı konuşalım.
Koçak - Kömürden elmas, değersiz maddeden bir değerli madde yaratmak, onun yapmak istediği bu! Kendi olmayan başlangıcını her şeyin başlangıcı haline getirmek... “Benim başlangıçlarım çok sıradan. İçimde özel bir yetenek yoktu” - söyleşilerinde hep bunu vurguluyor. “Ben parlak bir çocuk değildim. Ben durgun bir çocuktum. Bir elmas bulacaksam da bunu o durgunluktan yapacağım.” Bunu söylemek istiyor. “Bir neşe yaratacaksam, bu neşe daha önceki durgunluğun maddesinden yapılmış olmalı. Onun mucizevi dönüşümüyle, aslına ihanet etmeden, ama öyle de kalmadan bir şey yapmak.” Simyacının yapmak istediği de bu.
Öpünce geçmez yeniden
Enis Akın’ın “Öpünce Geçmez” kitabı üçüncü baskısıyla yeniden şiir okuruyla buluştu. Akın, şiirde yeni olmak için mevcut şiirden ve şiir anlayışlarından kopmak gerektiğini savunan, bunu da ilk kitabından itibaren uygulayan bir şair olarak dikkat çekti. Oluşturduğu peotik çizgisini de bu anlayışa göre biçimlendirdi. İlk kitabı “Hiç Ama Birini”den itibaren poetik çizgisini her kitapta derinleştirdi, tahkim etti. Bugüne kadar yayımlanan kitapları, onu modern Türkçe şiirin içine yeni ve değişik bir ses olarak yerleştirdi. Enis Akın’ın “kekeme şiir” ya da “erdemli kekemelik” olarak adlandırdığı poetikası, şiiri bir dil sorunu, dili ise bir eylem tarzı olarak değerlendirmekten yanadır. Varlığı, varoluşu, hayatla dil arasındaki ilişkiyi bu bakış açısıyla kurcalar. Enis Akın’ın şiiri adeta “kurcalamak” üzerine inşa edilmiştir diyebiliriz. Dünya ağrıyan diş olunca şairin ağzında dilinin onu kurcalamadan durması olanaksız. Dilin kurcalama enerjisi, şiirin de gerilimini oluşturur. Ona göre şaire kendini yazdıran; adını koyamadığı bir tutku, belki yetiştiremediği bir cevap, çocukluğuyla ilgili bir takıntı, dilinin ucuna gelmiş ama henüz söylenmemiş bir söz, dolayısıyla bir kekemeliktir... “Öpünce Geçmez” şairin temel poetikasını yansıtan şiirlerden oluşuyor. Bir kekemeliğin kıyısında, kendine dair bir boşluktan biriktirdiği kelimelerle yazılmış şiirleri bir araya getiriyor. Kapımıza dayanmış bir kötülük ve onun dayattığı gündemle hayatta kalmaya çalışırken mutsuzluğu dudaklarımızın kenarında alaycı bir gülümsemeyle karşıladığımız zamanları imliyor. “Öpünce Geçmez” şiir okurlarının ilgisini hak eden ve bu ilgiyi bundan sonra da büyütecek nitelikte bir kitap olarak dikkat çekiyor…
SÖYLEŞİ… ETKİNLİK…
Leylan Cafe’de şiir ve söyleşi
Şair Selim Temo ve Mehmed Sait Aydın söyleşi ve şiirlerini okuyacakları etkinlikte şiir severlerle buluşuyorlar. Temo ve Aydın’ın katıldığı etkinlik 17 Aralık 2017 günü (bugün) saat 16.00’da Mardin Leylan Cafe’de düzenleniyor... Kürt dili, edebiyatı ve tarihi üzerine çalışmalarıyla da bilinen Selim Temo, son olarak Kürtçe yazan ve doğunun üç büyük şairinden biri olarak adlandırılan Ehmede Xani’nin “Mem ile Zin” destanını Kürtçeden Türkçeye çevirdi ve kitap geçen ay Everest yayınlarından çıktı. Selim Temo’yla söyleşiye katılan Mehmet Sait Aydın ise 2000’ler şiirinde öne çıkan isimlerden biri olarak dikkat çekiyor… “Mem ile Zin”in konuşulacağı etkinlikte şairler kendi şiirlerini de okuyacaklar.
BİR BEYİT
Dilden dile düşdi bu fesâne
Fâş oldı bu mâcerâ cehâne
Fuzuli
Not:
Yazıda sözünü ettiğimiz Necatigil'in "KTL" başlıklı şiirinin muamma tarzında yazıldığını ve ebced tekniğinin modern yöntemle kullanıldığını ilk belirleyip yorumlayan Hilmi Yavuz olmuştur. Hilmi Yavuz'un söz konusu metni, "Okuma Notları" adlı kitabında yer almaktadır.