Berger ile 'Hoşbeş'
Hoşbeş, Berger’in denemelerinden oluşan kitap... Yaşamın içerisinde ne varsa ondan Berger’ce bahsediliyor kitapta.
Hoşbeş ne güzel kelime... İnsanların karşılaşmalarında hâl hatır sormaları anlamına geliyor, hoşbeş etmek ise sohbet ve karşılıklı konuşma demek. Mâlumunuz, oldukça dertli günler geçiriyoruz. İnsan normal zamanda kendisini kederli hissettiği zaman sığındığı şeylerden karşılık alamıyor. Huzuru çağıramıyor ruhuna. Odaklanamıyor başka şeylere. Tüm bunları düşünürken ve uzaklaşmak için bir yol ararken, Berger’in Metis Yayınları tarafından basılan son kitabı “Hoşbeş” çıktı. Adından yakaladı beni, hoşbeşe ihtiyacım olduğunu bilirmiş gibi. Hem de Berger ile muhabbet, sohbet ne yalan söyleyeyim epey iyi geldi.
BOŞLUKLARI KAPLAMAK
Berger’in hayatın içindeki denemelerinden oluşmuş kitap. Yazıdan, çeviriden, buluttan, ağaçtan, şarkıdan, şiirden, ölümden, kuştan, medyadan, kapitalizmden, yani yaşamın içerisinde ne varsa ondan Berger’ce bahsediliyor kitapta. Yazar “Otoportre” adlı denemesinde, “Seneler boyunca beni yazmaya iten şey, yazılması gereken bir şeyler olduğunu ve ben anlatmaya çalışmazsam hiç anlatılmadan kalacağını hissetmemdi.
Kendimi ağırlığı olan, profesyonel bir yazardan ziyade, boşlukları kapayan biri olarak görüyorum” diyor. Bence ağırlığı olan da bir yazar ancak sanırım kendisini gördüğü yer de epey doğru. Yazdıklarının onu takip edenlerin yaşamında epey boşluğa karşılık geldiğini, şu konuda kim ne yapmış diye düşündüğümüzde karşımıza çıkan ve gerçekten boşluklarımızı dolduran bir yazar kendisi.
ÇEVİRİDE SÖZÜN ÖNCESİ
Berger “Otoportre” adlı denemesinde ayrıca, çeviriye dair fikirlerinden de bahsediyor. Metinlerin genellikle teknik çeviri ile yapıldığından bahsederken, edebi çevirinin önemine dikkat çekiyor. Kendi deyimiyle, çevrilmesi bireysel deneyim gerektiren metinler bunlar. Ona göre; bu faaliyete geleneksel bakış, çevirmenlerin sayfa üzerinde bir dildeki kelimeleri inceleyip sonra da bu kelimeleri başka bir dilde başka bir sayfaya yazma şeklinde. Bu bakışa göre, çeviri yaparken önce metin kelimesi kelimesine çevriliyor, sonra ikinci dilin dil bilimsel geleneklerine ve kurallarına riayet edecek şekilde uyarlanıyor ve nihayet özgün metindeki “sesin” eş değerini tekrar yaratmak için üzerinden geçiliyor.
Berger, bu tarz yapılan çevirileri ikinci sınıf olarak niteliyor. Çünkü o çevirinin iki yönlü değil, üçlü yönlü bir ilişki içerdiğini düşünüyor. Bu üçüncü yön metin yazılmadan önce kelimelerin ardında neyin yattığı ile ilgili. Ona göre; hakiki çeviri, söz öncesine dönmeyi gerektiriyor. Sanırım Berger’in ifade etmeye çalıştığı sözün dile gelmeden önce hangi hissiyatla yazıldığı ile ilgili. Her söz öncesinde bir duygulanım barındırır ki bunun hissedilmesi belki de yazarın başta söylediği, çevirmenin deneyimi ile ilişkilenir.
Sadece teknik metot uygulanarak yapılan çeviri, özellikle edebî bir metinse okur tarafından soğuk ve duygusuz olarak konumlanabilir. Çünkü söz benim fikrimce dile gelmeden önceki duygusuyla anlamlıdır. O duygunun çeviriye yansıması zor olsa da Berger’in söyledikleri bu anlamda kıymetli.
DÜNYA YETİMLİĞİ
Berger “Münasebetsiz” adlı denemesinde kendisini böyle bir hikâye anlatıcısı olmaya iten şeyin ne olduğundan bahsediyor. Camus’nün “İlk Adam” kitabını yeniden okuduktan sonra böyle bir sorgulamaya girişmiş ve kendisini bildi bileli “yetim” hissetmesinin, bunun nedeni olabileceğini düşünmüş. Bu anne babasızlıktan kaynaklı bir yetimlik değil. Yaşamında bunu besleyen şeyler olsa da anne babasını az görmek, yatılı okula gitmek gibi, Berger’in yetimliği daha çok dünyayla ilgili gibi geldi bana.
Ve buna dünya yetimliği denilebilir diye düşündüm. Dünya yetimliği, kendine genel kabulün içinde yer bulamamayla, uyumlu olamamayla, eleştirme ve itiraz etmeyle de alâkalı bana kalırsa. Berger’in önerdiği yetimler ittifakı da bunun göstergesi belki de: “Gizli bir yetimler ittifakı öneririm. Birbirimize göz kırparız. Hiyerarşiyi reddederiz. Her türlü hiyerarşiyi. Dünyanın pisliğini olduğu gibi kabullenir, buna rağmen nasıl hayatta kaldığımıza dair hikâyeler paylaşırız.
Münasebetsiziz biz kopuğuz. Evrendeki yıldızların yarısından fazlası hiçbir takım yıldıza ait olmayan yetim yıldızlardır. Takımyıldızların hepsinden daha fazla ışık verirler.” Bu nedenle Berger metinleri dünya yetimlerinin karşılaştıkları bir alan yaratıyor, o da zaten okuru için böyle düşünüyor ki şöyle söylemiş: “Evet münasebetsiziz. Sanırım okurlara da bu şekilde yaklaşıyorum ve onlarla aynı şekilde sohbet ediyorum. Sanki siz de yetimmişsiniz gibi.”
HAYAL EDEMEYECEĞİMİZ KOŞULLARDA DİRENMEK
Berger’in “Kayıtsızlığa Karşı Nasıl Direnmeli” adlı denemesi ise içinde yaşadığımız zamana oldukça dokunan bir metin. O, finans kapitalizmi çağında totaliter küresel medyanın ve onun denetimindeki haberlerin siyasetin yerini aldığını düşünüyor. Bu durumun gerek sağ gerekse sol siyasetler için hiçbir şeye tekabül etmeyen, neticeye varmayan bir söylemi doğurduğuna dikkat çekiyor. Durum böyle değilmiş gibi diyor Berger, “oy vermeyi, kanun çıkartmayı sürdürüp duruyorlar.” Ve ekliyor, “Tekrar tekrar terörizm, demokrasi, esneklik gibi anlamını yitirmiş, içi boşaltılmış sözcük ve terimler kullanıyorlar.”
Nasıl haklı Berger değil mi politikacıların misyonu ister sağda olsun ister solda sadece zaten olanın devamını sağlıyor. Dünyada son yıllarda ortaya çıkan direnişler de hep bu tekrar tekrar söylenene karşı, onu yıkmaya meyleden direnişler. Her şey bu kadar kötüyken hâlâ politikacılara irade teslim etmek de sanırım bizlerin aymazlığı. Ancak yine Berger’in işaret ettiği gibi, bunlara direnmeye hazır çok sayıda insan da var ama siyasal araçları çok muğlak ya da belirsiz. Ve zamana ihtiyaç var. Ancak nasıl beklenir derseniz Berger, düz bir zaman çizgisinde değil de dairesel bir zaman çizgisinde varlığımızı düşünerek bunu başarabileceğimizi düşünüyor.
Ona göre, bizler “kapitalist düzenin anlık aç gözlülüğü ile kesilip atılan bir çizgi üzerindeki noktalar değil; bizler dairelerin merkezleriyiz.” Bu nedenle bu dairesel zamanda geçmişin birikimiyle, tanıklıklarımızla, belleğimizle onun deyimiyle “hayal edemeyeceğimiz” koşullarda bile direnmeyi sürdürebiliriz. Yani Berger’in son cümlelerinde de işaret ettiğine benzer bir şekilde: “Tıpkı bildiğimiz her dilde övmeyi, sövmeyi ve küfür etmeyi ilelebet sürdüreceğimiz gibi.”
Berger’in “Hoşbeş”i daha pek çok şeyden bahsediyor, şarkılardan, müziğin nasıl bedeni ele geçirebileceğinden, tablolardan, Chaplin’in gülmeyi nasıl ölümsüzleştirdiğinden, ağaçların metninin sözsüz bir dil ile nasıl yazılacağından… Kısacası Hoşbeş: “Her şeye rağmen dünyaya umutlu gözlerle bakabilmemiz için.”