'Ötekilik': Bir ilişki biçimi!
Kafamızda yer eden 'öteki' inşa edilmiş, kurgulanmış... Egemen söylemin kullanımının bir karşılığı olarak yaşamımızda...
“Öteki”, “etnik grup”, “azınlık grup” hem gündelik yaşam dilinde hem de akademik dilde sıklıkla kullandığımız, yerleşik kavramlar. Bu kavramları düşünelim şimdi aklımıza ne getiriyorlar, öteki denilince kafamızda belirenler; Ermeni, Kürt, Alevi, Yahudi, Siyahi, Çingene, LGBTİ artırabiliriz. Düşününce, zihnimizin bu grupları anlamlandırırken; tek tip, tekil, karşıya konumlanmış ve bahsedilen grubun belirli özelliklerine mesela, diline, bazı ritüelistik pratiklerine, “tipleştirilmiş” tavırlarına indirgenmiş bir kategoriye soktuğunu fark ederiz. Ne demek istiyorum, yani kafamızda yer eden “öteki” inşa edilmiş, kurgulanmış, egemen söylemin kullanımının bir karşılığı olarak yaşamımızda yer ediyor. Verili anlamları var, sabit sanki o anlama hapsedilmiş ve bir kader olmuş gibi.
Bunlardan bahsetme sebebim Heretik Yayınları tarafından Levent Ünsaldı editörlüğünde basılan, “Yabancı ‘Bir İlişki Biçimi Olarak Ötekilik’ ” adlı kitap. Metinde Du Bois, Simmel, Schütz, Park, Stonequist, Hughes, Garfinkel gibi isimlerin; “yabancılık”, “öteki” “marjinal” gibi yukarıda da bahsettiğimiz kavramlara bir ilişki biçimi olarak bakışlarına yer veriliyor.
ÖTEKİLİK ÇOĞUL VE İLİŞKİSELDİR, SABİT DEĞİLDİR
Kitabın takdim kısmında şöyle diyor Levent Ünsaldı; “Öteki kaçınılmaz olarak çoğuldur; farklı sıfatlarla, farklı koşullarda ve farklı ilişkiselliklerde inşa edilendir. Ancak burada analizi sadece ötekiye ve onun ayırt edici olduğu varsayılan birtakım hususiyetlerine sabitlemek, “verili” olduğu düşünülenin çıkmaz sokağına sosyal bilimleri “fıtrat”a teslim etmektir.”
Bu sadece sosyal bilimler için de geçerli bir sorun değildir aslında gündelik yaşamda bizlerin de sık sık düştüğü bir hatadır. Öteki olarak kafamızda yer etmiş birlikte yaşadığımız grupları, egemenler tarafından belirlenmiş verili anlamlarla, onun çeşitli özelliklerine dayanarak veya gündemin gidişatına göre yeniden üretip, aslında yukarıdan belirlenmiş bir söylemi devam ettiririz. Ve ötekiliği sabit bir şey olarak ele alırsak, Ünsaldı’nın söylediği gibi bu “talihsiz” bir duruma sebep olur çünkü bu kelimeyi; “sabitler, dondurur, verili olana gönderme yapar.” Böylece sonuç; “egemene karşı yürütüldüğü iddia edilen bir “itibar” yani varolma mücadelesinde, örtük de olsa yine egemenin diliyle konuşmak olur; kuzu postuna bürünmüş fıtratı arka kapıdan sokmaktır bir anlamda.”
Oysa “öteki” gündelik yaşamda sabit bir belirlenime sahip değildir. Bunu bir örnekle açabiliriz. Ermeni bir dostum sosyal medya hesabında tam da bu duruma denk gelen bir şeyden söz etmiş, kendisinin de izniyle burada kullanacağım çünkü konuyu daha anlaşılır kılacak bir örnek.
“İnatla, kor bir hizipçilikle, Vezneciler metro çıkışında bildiri dağıtana dediğim gibi, sen kutlama, bunca kötüysen sen bir şey kutlama! Noel bir yortudur, anmadır. Yılbaşı bir gelenek, ananedir. Size kimse zorla katıl, kutla diyen de yoktur. Görülmüş şey değildir. Bir Noel/yılbaşı kutlaması, o nedir, neyin nesidir tartışması ile gündemi işgal ettik. Memlekette tek dert yüz bin insanın inancı! Atıp, tuttuktan sonra ben Ermeniyim yanıtını alınca da gelsin estağfurullahlar, yok size demedim abiciğimler... kimi yiyorsunuz.”
Bahsetmeye çalıştığımız ve kitabın da bahsetme çalıştığı durumu gündelik yaşam tam olarak böyle karşımıza çıkarıyor. Egemen biçimlenmelerle hareket eden gruplar karşısında durdukları ile temas edince söylem hemen değişiyor “estağfirullahlara” “abiciğimlere” “seni kast etmedim”, “sen öyle değilsinlere” yöneliyor. Ünsaldı’nın deyimiyle “ama yok onlar gibi değil/ değilsin” ifadesiyle de bir rasyonelleştirmeye gidiliyor ve bu da “tipleştirmeyi” çatırdatsa bile bir tutunma çabasını gösteriyor. Ancak yine de “ötekilik” dediğimiz mevzunun sabit olmadığını, gündelik yaşamın “tipleştirmeleri” genel yargıyı ister istemez kıran bir zemini olduğunu hatırlatıyor. Çünkü kitapta bulunan “Yabancı: Bir Sosyal Psikoloji Makalesi” adlı yazısında Schütz’ün belirttiği gibi; gündelik hayatın dünyasında, eyleyen ve düşünen kişinin bilgisi homojen olmadığı gibi aksine; tutarsız, kısmen net ve çelişkilidir.
AZINLIKLARI ÇALIŞMA KONUSU OLARAK ÖNCELEMEK
“Ötekilik bir ilişki biçimidir” ancak nedense bu konuda yapılan çalışmalarda bile konuyu tek taraflı ele alma gayretiyle karşılaşırız. Kitapta Hughes’ün “Etnik İlişkiler Üzerine Çalışmalar” adlı metninde şöyle bir şeye dikkat çekiliyor; “çoğu çalışma, gruplardan hangisi azınlık olarak düşünülüyorsa nihayetinde onu ele alır. Azınlık grubuna dâhil olan öğrenci kendi grubunu bilir ve onu egemen grupça taktir edilir kılmak ister; egemen gruptan olan da kendi grubunu bildiğini ve meselenin de nihayetinde azınlığın nasıl egemen gruba intibak edeceği olduğunu varsaymaya meyleder.” Yani yine bir ilişkisizlik hâkimdir.
Hughes’ün de belirttiği gibi, azınlık olarak kabul edilen grupların ki -bu bizim coğrafyamızda da böyledir- daha çok çalışıldığına tanık oluruz. Ve bu çalışmalarda şöyle bir çaba hissedilir. Çalışılan grubu estetize etme, onun (kendisi için gündelik olan ve belki farkında bile olmadığı) pratiklerini parlatma, egemenle olan “ezilen” ilişkisini dramatize etme yani bir şekilde onu lütufkârca onurlandırma isteği. Burada sorun ne derseniz sorun şu ki bu tarz çalışmalar karşılıklı olamayan, yukarıdan bir iktidar ilişkisi içerdiği gibi, çalışılan gruplara tek tip bir anlam kazandırır ve yine egemen tavır ve dil sürdürülür.
Ayrıca özellikle azınlık grubun çalışılmasının tercih edilmesi onun yukarıdan kurulmuş ve kurgulanmış, “farklılaştırılmış” statüsünün devamını ve kabulünü sağlar. Hughes’ün kendi verdiği seminer dersinde de böyle bir şeyle karşılaştığına tanıklık ediyoruz. O öğrencilerinin hazırladığı raporlarda, “azınlıkların yaraları ve erdemleri göz önüne serilip sembollerine büyük hürmet gösteriliyor fakat ilişkilerden asla bahsedilmiyor” diyor. Oysa azınlığın ve onu azınlık olarak tanımlayanın birbirini var eden bir ilişki biçimi var. Azınlığı onu belirleyenle ilişkisi üzerinden tartışmak yine Hughes’ün ifadesiyle: “Kişisel tecrübelerin derinliklerini sondajlamak ve bireyin bir etnik grubun mensubu olarak bulunduğu pozisyona dair gerçekliklerini ve kurgularını keşfetmek suretiyle gruplar arası ilişkiler hakkında epey şey öğretebilir.”
“SİYAH İNSANLARIN SAVAŞIMLARI”
Kitabın belki de en etkileyici ve bahsetmeden geçemeyeceğim metni Du Bois’in “Siyah İnsanların Savaşımları” adlı yazısı. Metin, özellikle edebiyat metnine yaklaşan dili ve bıraktığı his ile sizi uzun süre etkisi altına alabilir. Du Bois, Amerikalı bir siyahın gözüyle “ötekilik” konusunu ele alıyor. Onun “bir problem olmak hissi”ni fark etmesi okul sıralarındaki günlerine dayanıyor. Şöyle anlatıyor Du Bois; “küçük ahşap bir okul binasında, oğlanların ve kızların aklına -paketi on sente- cafcaflı kartlar alıp değiş tokuş etme fikri gelmişti bir gün. Her şey gayet keyifli de gidiyordu, ta ki bir kız, yeni gelen, uzun boylu, benim kartımı tartışmaya yer bırakmayacak sertlikte bir bakışla reddedinceye kadar. İşte o an kafama dank etmişti, ben diğerlerinden farklıydım; ya da belki, kalplerimizde yaşamlarımızda, özlemlerimizde, benzerdik, fakat ben onların dünyasından dev bir perdeyle ayrılmıştım. O günden sonra bu perdeyi sökmek ya da aralıktan göz ucuyla bakmak niyetim hiç olmadı; bir küçümseme duygusuyla hepsini kendimden uzakta tuttum, onlardan yukarıda, devasa gölgelerin gezindiği mavi bir gökyüzünde yaşadım.”
Du Bois’in bu iç parçalayıcı anlatısı gündelik yaşamda kişinin “farklılaştırılması”na örnek. O, kendisine hissettirilmeden önce karşısındaki için bir “problem” olduğunun farkında bile değil. Onu “problem” olarak kuran söylem, kendisiyle ilişkiyi kesin bir şekilde reddeden sınıf arkadaşı. Ve aslında sınıf arkadaşının ona yaklaşımı onu da kuran başka bir ilişki biçimi olduğuna işaret ediyor.
Du Bois yazısında ayrıca siyahilerin mücadelelerine, mücadelenin bazen anlamsızlaşmasına, benliklerinin nasıl parçalı bir hâl aldığına, kötürüm bırakılmış siyah ruhlara ve tüm bunlara istatistikçi ve sosyologların nasıl baktığına eleştirel bir dil ile değiniyor.
KİTABA DAİR
“Yabancı ‘Bir İlişki Biçimi Olarak Ötekilik’ ” aslında tam zamanında literatüre kazandırıldı diye düşünüyorum. Kitap boyunca konuşulan, sorun edilen her bir konu sadece sosyal bilimler alanına değil, ayrı ayrı bize ve coğrafyamıza kader gibi sinen onca yaşanmışlığa dokunuyor. Kitabın en iyi yanı ise “ötekilik” dediğimiz mevzunun sabit, tekil, tek başına, durduk yere ortaya çıkmadığına ve bunun bir ilişki türü olduğuna yaptığı gönderme. Ayrıca metin, sözünü ettiğimiz kavramları kullanırken, egemenlerin belirlediği anlamların farkına varmamızı ve bunu yeniden üretmeme için çaba göstermemizin gerekliliğine de vurgu yapıyor. Bir de gündelik yaşamdaki karşılaşma alanlarının burada kurulan ilişkilerin, “öteki”, “farklı”, “yabancı” adını ne koyarsak koyalım bu kavramların, zihnimizde şekillenen anlamlarının öyle kesin kategorilere karşılık gelmediği, pratikte sarsılabildiği, kırılgan bir zeminde yer aldığını hatırlatıyor. Bu anlamda kitap, üzerinde durulması ve atlanmaması gereken oldukça ciddi, yaşamlarımızda karşılığı olan, pek çok şeyden söz ediyor diyerek bitirebiliriz.