Entelektüel ve kulaklar
Gayatri Chakravorty Spivak’ın Madun Konuşabilir mi? makalesi Türkçeye çevrildi. Spivak’ın metninin geneli için söylenebilecek temel şeyler “coğrafi kaydırma” ve “üstüne yazma” olacaktır.
Bulut YAVUZ
Günümüzün şüphesiz en önemli düşünürlerinden biri olan Gayatri Chakravorty Spivak’ın Madun Konuşabilir mi? makalesi Türkçeye çevrildi. Kitapta Türkçe metin için bir önsöz ve Spivak’ın daha sonrasında kendi metni üzerine yazdığı “Yanıt Olarak: Geriye Bakmak, İleri Bakmak” makalesi de kitabın içinde mevcut. Metni bu kadar önemli kılan, Spivak’ın post-kolonyal teoride klasikleşmiş “kötü beyaz adam” savının dışına çıkması ve batı entelektüelinin içinde örtük bir şekilde işleyen ayrımcılığı, kadının üçüncü dünya içindeki farkını ve post-kolonyal düşünürün batı ile ilişkisini (sonuçta düşünür beyazlaştırılmış olduğunu her deneyimde yeniden keşfeder) “geri sarma” ile yerinden etme olasılığını tartışmasıdır.
POSTKOLONYAL ENTELLEKTÜEL
Spivak’ın metninin geneli için söylenebilecek temel şeyler “coğrafi kaydırma” ve “üstüne yazma” olacaktır. Çünkü, Spivak aslında yeni bir yöntem ya da söylem geliştirmek yerine, özellikle eleştirdiği Deleuze ve Foucault’nun söyleşisinde dile gelenlerin üzerine kendi ismini yazar ve onları kendi hesabına geçirir. Burada coğrafi kaydırma Hindistan’a bir kaydırma değil, daha ziyada Fransa’nın Hindistan’ına bir kaydırmadır ki burada Deleuze ve Foucault’nun kendilerini Amerika’ya kaydettiklerini de göz önünde bulundurmak gerekir.
Yani aslında Amerika’nın Fransa’sının Hindistan’ı asıl coğrafyamızdır. Hatta Spivak kendi dipnotunda, batılı entelektüelin genellikle Deleuze ve Foucault’nun söyleşisi gibi derleme yapıtlar aracılığıyla Amerika’ya uğradığı da belirtilir. Post – kolonyal entelektüelin ya da bu konumda bir entelektüel olmanın coğrafi zorluğunu bu açıdan çok iyi vurgular Spivak.
Bu kısmın Deleuzecü olduğu belirgindir. Öte yandan Spivak, bu iki düşünürü eşeleyerek, onların bir arkeolojisini de yapar ve onları batılı hükümran özneyi yeniden devreye sokmakla değilse bile, bu riski üretmekle itham eder. Bu anlamıyla da Foucault’ya yaklaşır. Spivak bu yaklaşma – burada Deleuze’ün kurmak istediği şebekeler de nitelenir gibidir – ve kendi ismini onların üstüne yazma durumuyla, bu odaklanmış bilgi iktidar düzlemine iki ismi daha katar aslında: Marx ve Althusser.
İdeolojinin ve ekonomi-politiğin doğrudan dahil edilmesiyle de Hindu yasasının düzleştirilip kanunlaştırılmasının bir anlatısını verir Spivak. Sınıfsal dinamiklerin es geçilmesinin önünü kesme girişimidir Althusser ve Marx; her ne kadar onlar da “Asya tipi üretim tarzı” söylemiyle, Hindistan’ı madunlaştırıyor olsalar da, en azından sınıfsal temellerini ortaya çıkarma olanağını da vermektedirler.
Bütün bunlar; Foucault, Deleuze, Marx, Althusser, sınıfsal dinamikler, Hindu yasası tek bir şey için vardırlar, “Madun konuşabilir mi?” sorusuna bir cevap vermek için. Spivak bu soruya yanıtı, hem Hindu geleneğinde hem de yasalaştırma sürecinde ilginç ve istisnai rol üstlenen satide ve bu istisnanın bir istisnası olan, Bhubaneshwari’nin intiharında arar. Bu arayış, meseleyi kadın ve madun eksenine oturtmasını sağlar.
SATİ, KADIN VE MADU
Sati, Hindu geleneğinde, kadınların ölen kocalarının yakılmaları esnasında kendilerini o ateşe atmalarıdır. Normal şartlarda kınanacak bir eylem olan intihar, bu ritüelin içerisinde izin verilen, hatta Spivak’ın sınıfsal analizlerinde de belirttiği üzere, kadının miras hakkı dolayısıyla bazı bölgelerde teşvik edilen bir eylemdir. Normalde, tatva adıyla anılan bilgisel bir aydınlanmada silinmesi beklenen benlik ve onun intihar ile olan bağı, kadın söz konusu olduğu zaman imkansız bir faillik noktasında, uzamsız bir kutsal mekân tasavvuruna dönüşür. “Bu intihar olmayan intihar, hem hakikat-bilgisinin hem de mekânın kutsallığının bir simülakrumu olarak okunabilir” (s. 87) diyerek özetler durumu Spivak.
Burada kadının hesabından düşülen iki şey vardır. Birincisi, bilgi/iktidar bağının kendisi düşülür; çünkü kadın bilginin smirtinin (hatırlanan) hikâyesinde konumlandırılmak yerine, srutinin (işitilmiş olan) rivayetinde iptal edilir. Burada “işitilme” durumuna işaretin, madunun konuşması meselesinde ikinci kelimeye doğru bir vurgu kayışını da hissettirir Spivak. İkincisi, meselenin kendisini açanın “beyaz erkek” olduğu ve bu nedenle “esmer kadın”ın esmerliğinin devreye sokulmasıyla kadınlığının da belli noktalarda hesaptan düşüldüğüdür.
“Beyaz adam tarafından, esmer adamın elinden kurtarılan esmer kadın” düşüncesi Spivak’ın metnini kuran ana unsurlardan birisidir. Madunun belirdiği noktada bu durumda iki şey olacaktır elimizde. Bunlar, beyaz-renkli ayrımı ve onun eki olan esmerden daha esmer olmak ve erkeğin hikâyesinde işitilemeyen kadın.
Burada Spivak Bhubaneshwari’inin hikâyesini anlatır. On altı ya da on yedi yaşında bir kadının, adet gördüğü sırada – ki sati yapmak için bile bu dönemin geçmesi ve temizlenilmesi gerekmektedir – kendini asarak intihar eder. Bu bir yandan, intiharın ve bedenin direnişine bir örnektir gerçi, ama Spivak bu noktadan ilerlemez. Onun meselesi işitilme meselesidir, şu veya bu şekilde okumanın olanağı mevcuttur ve Spivak zaten Bhubaneshwari’nin kardeşleri üzerinden bunları metninde belirtir. Onun mesele edindiği şey, böylesi ters yüz edişlerin nasıl işitileceğidir.
“Madun konuşamaz. Küresel olarak yapılacak işler listesine görev yerine getirir gibi “kadın”ı eklemekte hiçbir erdem görmüyorum.” (s. 110) İşitilme meselesi, entelektüelin bir sorumluluğu Foucault ve Deleuze’ün kendilerini saydamlaştırarak kurtarmaya çalıştıkları bir sorumluluğu olarak entelektüele geri verilir Spivak tarafından. Metnini bu kadar önemli kılan şey de, özellikle çağdaş felsefe tarafından yavaş yavaş terk edilen, temsil edici entelektüel savını yeniden devreye sokmasıdır.