Ah, o zamanlar, o şairler

Refik Durbaş’ın şair ve yazarlarla ilgili yazdığı yazılar “Şiirin Gizli Tarihi” adlı kitapta toplandı. Durbaş, yıllar içinde tanıdığı edebiyatçıları, bilinmeyen yönleriyle tanıtıyor okura.

Google Haberlere Abone ol

1980’li yılların sonu olmalı. Mardin’den Manisa’nın Demirci ilçesine otobüsle giderken, Refik Durbaş’ın Can Yayınları’ndan çıkan “Bir Umuttan Bir Sevinçten” adını verdiği toplu şiirleri yoldaşlık ediyordu bana. Manisa’da otobüsten indim, çantamı alıp beni Demirci’ye götürecek otobüse doğru ilerledim. Son anda fark ettim, uyku mahmurluğuyla, kitabı önümdeki koltuğun arka gözünde unutmuştum. Geri döndüğümde Mardin otobüsü çoktan ayrılmıştı otogardan. O kadar büyük eksiklik hissettim ki, Demirci’ye gitmekten vazgeçtim, ilk otobüsle İzmir’e gittim. İzmir otogarından doğruca Konak’a, İleri Kitapevi’ne koşturdum, kitabı bulamazsam endişesini içimde duyarak. Neyse ki vardı “Bir Umuttan Bir Sevinç”ten.

refikdurbas

Kitap, bu sefer yaklaşık dört saat süren Demirci yolculuğu boyunca eşlik etti bana. Mardin-İzmir otobüsünde okuduğum kitap, aylardır elimde olduğu için yıpranmıştı, yenisini almak bunun için iyi bile olmuştu. Yolda bir de şöyle düşünmüştüm; Mardin-İzmir otobüsünün Arap muavini bulacaktı kitabı. Atmadan ya da birine hediye etmeden önce kitabın sayfalarını hızla karıştıracak ve “Çaylar Şirketten” adlı şiire denk gelecek, okurken kendine rastlayacaktı.

Yıllar sonra İstanbul’a gittiğimde görmek istediğim yerlerin başında Beyazıt Meydanı vardı elbette ve Çınaraltı kahvesi. Gitmiştim Çınaraltı’na, saatlerce kahvede oturmuş, sayısız çay içmiştim. Belki Işıl Özgentürk’ün “Yokuşu Tırmanır Hayat”ta anlattığı devrimciler yoktu Çınaraltı’nda, ama Refik Durbaş’ın “Değişen Nedir Güvercinleri” şiirinde anlattığı insanların neredeyse tamamı vardı. O gün Çınaraltı kahvesinde otururken daha çok Özgentürk’ün “Yokuşu Tırmanır Hayat”ta anlattığı devrimcileri düşünmüştüm. Ama kahveden ayrıldığımda şu dizeler geçiyordu aklımdan:

“Rüzgârın parmaklarımın ucuna düştüğü bir akşamüstü

hüznün yağmur damlası kül kokusuyla yüreğime düştüğü

alaca söğüt dallarının mavi su mağaralarına düştüğü

akşamın bir sesten bir sessizliğe düştüğü bir akşamüstü

Çınaraltı’ndan geçtim yüzümde bembeyaz güvercinlerle”

Bir yazarın, bir şairin peşinden gitmek, böyle bir şeydi. Onların yazarak yeniden yarattığı mekânlara, onların yazdıklarının anısıyla gitmekti. Bunu çok sonra öğrenecektim.

ANILARIN İÇİNDEN

siirin-gizli-tarihi_gr21_m Şiirin Gizli Tarihi, Refik Durbaş, Doğan Kitap, 334 syf.

Bunları neden anlattım? Çünkü şiirlerini hep yakınımda tuttuğum Refik Durbaş’ın anı-deneme yazılarını bir araya getiren “Şiirin Gizli Tarihi” yakın zamanda çıktı. Refik Durbaş’ın sanatçılarla ilgili anılarını, deneme yazılarını bir araya getiren kitabı bir solukta okudum. Peşinen söylemekte sakınca görmüyorum, şairin gazete yazılarını bir araya getiren kitap, meraklısını memnun edecek türden bir çalışma.

Bu yazılarda sayısız yazardan, şairden ve diğer sanatçılardan söz ediyor Durbaş. Çoğunlukla kendi tanıklıklarını, izlenimlerini paylaşıyor bu yazılarda. Ama kimi zaman başka yazar ve şairlerin anlatımları ve yazılarından da yararlanıyor. Zaten Durbaş’ın anlattığı dönem, nerdeyse bütün edebiyat camiasının her gün görüştüğü bir zaman dilimine tekabül ediyor. Aynı dergilerde yazmışlar, aynı meyhanelerde ya da kahvelerde görüşmüşler. Genç bir öğrenci, gazeteci ve şair olan Refik Durbaş, dönemin İstanbul’da yaşayan neredeyse bütün edebiyatçılarıyla tanışma fırsatı bulmuş. Bir daha da kopamamış bu dünyadan. Onlarla aynı masayı paylaşmış, birlikte dergi çıkarmışlar, şiir tartışmışlar…

Kitaplarını severek okuduğum şairler elbette kavga da etmişler, aynı kadına da aşık olmuşlar, birbirlerini kıskanmışlar da. Ama sanki hiç ayrılmamışlar, ertesi gün yine aynı kahvede ya da meyhanede buluşmuşlar. Belki öyle olsun istediğim içindir, ama yazıların bana hissettirdiği bu. Nerdeyse her yazıdan sonra, “Ah, o zamanlar, o şairler” demem de bu nedenledir.

Ama asıl neden, elbette Refik Durbaş’ın anılara, anıların içinden çıkıp bir yazıyla karşımıza çıkan şairlere içtenlikle ve sevgiyle yaklaşmasıdır.

DURBAŞ KENDİNİ DE ANLATIYOR

Refik Durbaş, yazısına konu aldığı yazarı ya da şairi günlük alışkanlıkları ve nasıl yazdıklarıyla birlikte anlatıyor. Örneğin Fazıl Hüsnü Dağlarca hangi kahveye giderdi, kahvede kimlerle buluşur, kimlerle tavla oynar, nasıl yazardı, bunların hepsi “Şiirin Gizli Tarihi”nde yer alıyor. Sait Faik nasıl yazardı, nasıl yaşardı, hangi filmlere giderdi ve kimi hangi koşullarda tokatladı, Durbaş’ın kitabında bulmak mümkün. Kimi kitapların, özellikle ilk kitapların hikayeleri vardır. Örneğin Cemal Süreya’nın “Üvercinka” adlı ilk kitabının macerası; Refik Durbaş’ın “Kuş Tufanı” adlı kitabının yayımlanmasında maddi katkısı olan edebiyatçılar ve benzeri hikayeler… Jurnalciliğin bir vakitler nasıl yapıldığı, şair ve yazarların nasıl jurnallendiği de anlatılıyor kitapta. Bunların en ilginç olanı ise, “Jurnalcinin çevresi geniş olmayınca!”başlıklı yazıda yer alıyor. Ne bu yazıdan ne de diğer yazılardan alıntı yapmayacağım, hikayeyi Durbaş’tan okumanın keyfini bozmayayım diye.

Durbaş, kitaptaki yazılarda edebiyat çevresini anlatırken, sık sık kendi çocukluğuna, gençliğine de değinir. Durbaş’ın Erzurum’dan İzmir’e, oradan İstanbul’a uzanan, her anı şiirle kuşatılmış hayatına rastlıyoruz satır aralarında. Hayatı şiirine dahil şairlerdendir Durbaş. Belki sadece bu nedenle hep edebiyatı ve edebiyatçıları anlattı yazılarında. Zeytin ağaçları mı kesiliyor memlekette, şiiri yardıma çağırması da bu nedenledir.

Sözü uzatmadan demeliyim, “Şiirin Gizli Tarihi” sevdikleri şairlerin nasıl yaşadığını merak eden okur ve edebiyat tarihçileri için iyi bir kaynak niteliğinde. Yazıların dilindeki sadelik ve sahicilik, sayfalar boyunca kitaplarını severek okuduğunuz yazarların sohbetine ortak ediyor.

Ne güzel, Refik Durbaş’ın bir kitabı daha hep yakınımda duracak.