Burak Soyer: Edebiyat parçalamayı sevmiyorum
Burak Soyer ile ilk kitabı Zıvana hakkında konuştuk. Soyer, "Yazana sonsuz saygım var ama ben ‘edebiyat parçalama’ işini yazı yazmaya başladığım günden beri hiç sevmedim" dedi.
Burak Soyer, Zıvana'da genç bir adamın ergenlik sürecinde yaşadığı hayalkırıklıklarını, rotası şaşmış yollarını ve kanayan yaralarını anlatıyor. Kimi zaman içki şişelerinin, kimi zaman şarkıların ama hep dostların eşlik ettiği bir hayatın en kanlı günlerini hatırlıyor. Soyer, anlatımında dilin sert sözcüklerini kullanmaktan çekinmiyor.
Barlarda, deniz kenarlarında ve İstanbul - Çanakkale hattında geçen Zıvana başladığı yerde, yazarın göğsünde keskin bir sancı olarak bitiyor. Doğan Kitap etiketiyle okuyucu ile buluşan Zıvana sert çekilmiş bir hayat gibi karşımıza dikiliyor.
Burak Soyer, kitapla ilgili sorularımızı yanıtladı:
Otobiyografik bir roman ile karşı karşıyayız. Zıvana'nın kaleme alınış süreci nasıldı?
Yazma fikri benden çıkmadı. Cem Abi (Erciyes) ve Aycan Hanım (Saroğlu) muhabbet ederken bir şekilde laf bana gelmiş. Aycan Hanım aradı. “Bir şeyler yazsana bize,” dedi. “Ne yazayım?” diye düşünmedim bile. Oturdum. 15 gün sonra da teslim ettim kitabı.
Kişinin kendi hayatından yola çıkarak yazdığı bir metinde 'mahrem' duygusuyla baş ederken zorlanır, diye düşünüyorum. Zıvana'da bu duyguyla nasıl baş ettin?
Bu nasıl yaşadığınızla alakalı bence. “Ben bir zamanlar şöyle bir şey yapmıştım. Çok utanıyorum,” demek kadar normal bir şey yok. Ee utanmışsın işte. Kabul ediyorsun. Ne güzel! En azından farkına varmışsın bir b*k yediğinin. Bunu başta kendin olmak üzere karşındaki adama anlatmak g*t ister. Parmaklarında tırnak kalmaz kendini yemekten. Bir de diğer türlüsü samimi gelmiyor bana. Ne yaptıysan yaptın işte. Büyütme.
Kitapta ciddi bir müzik arşivi var. Bir yandan sinema ile de ilgilisin. Türler arası ilişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Somut bir örnek verecek olursam; oyunculuk için bir şeyler yapmaya başladığım zaman oynadığım monologlarla şimdikiler arasında dağlar kadar fark var. Dışarıdan bir gözle bakanlar rahatlıkla söyleyebiliyor bunu. Bu farkı yaratan da araya giren yüzlerce film, kitap ve şarkı. Kitaptaki ismi geçen şarkılara, “Ya Burak şunun yerine bu şarkıyı koyalım,” denseydi itiraz ederdim. Cuk oturdu hepsi. Bir de yazarken sahne sahne döküldü bütün satırlar. Bu da sinemanın etkisi diyelim.
Zıvana ilk gençlikte yaşadığı travmalar ile savrulan genç bir erkeğin hikayesi. Öfkeli ve düşmüş bir genç... Kimi yerde dünyayı sorgularken yaşının üstünde bir olgunluk sergiliyor. Zıvana'da anlattığın dünyada iyi olmanın yolu nedir?
Salt iyilik diye bir şey yok bu dünyada. Onu bir geçelim ilk başta. Bizim eski tayfayla buluştuğumuzda sıkça bahsi geçen bir mevzudur: Biz adamına göre davranan p*çlerdik. Lisede tarihten kopya çekerken, hoca – ki kendisini hâlâ çok severim - pencereye dönüp hüngür hüngür ağlamıştı bizi öyle görünce. Onun ağlaması bizim kopya çekiyor oluşumuzla ilgili değil neden kopya çektiğimizle ilgiliydi. Hoca sınav sonuçlarını okudu: Alayımız 100 aldık haliyle. Sonra gidip, “Biz kopya çektik. Bizi bir daha sınav yap hoca,” demiştik. Ama adını vermeyeceğim gazeteden kovulduğumda, genel yayın yönetmenine ana avrat dümdüz gittiğim bir mail atmışlığım vardır. 6 ay cebimden yol parası vererek eşek gibi çalıştım. Sonra şut! Yok öyle dalga.
'EDEBİYAT PARÇALAMAYI SEVMİYORUM'
Edebi sanatlardan uzak ve argo bir dil benimsiyorsun. Bir yandan Gazetecilik ve Alman Dili ve Edebiyatı ile ilişkili olduğunu biliyorum. Dil ve sözcükler ile hemhal olmuş bir hayatın var. Metinde dilin işlevi nedir?
Yazana sonsuz saygım var ama ben ‘edebiyat parçalama’ işini yazı yazmaya başladığım günden beri hiç sevmedim. Sağ kulağı tutmak için kolunu sol kulağın arkasından geçirmeye gerek yok. Günlük dilde de öyle caf caflı konuşmam. Odunluk iyidir. Onu yonttuğun zaman ortaya çıkan şey tıraştan oluyor. Bunun da etkisi büyük.
Zıvana'da, alkolik, madde bağımlılığı ve hayalkırıklıkları olan bir gencin, kendinden yola çıkarak tüm dünyayı sorgulayışını okuyoruz. Yer yer siyasi göndermeler, aile kurumu ve bağlılık üzerine eleştirilerde bulunuyorsunuz. Edebiyat, hayatının neresinde?
Ben çok geç başladım okumaya. İlk kitabım, 16 yaşındayken okuduğum ‘Anne Kafamda Bit Var’dı. Sonra babamın hediyesi ‘Beyaz Zenciler’ geçti elime. “Oha,” dedim. Bizim ortamın aynısı. 17 kere okudum şimdiye kadar. Hâlâ karıştırırım arada. “Edebiyat beni bu kötü dünyada nefes almamı sağlayan bir kurtarıcı,” gibi salakça ve romantik duygularım yok. Günde 5-6 saat okuyorum. Seviyorum okumayı, o kadar. Mutlaka bir şeyler katıyordur ama hayatıma bir etkisi olsun, bir kitap okuyayım hayatımı değiştirsin gibi kaygılarım yok. Zorlama geliyor işin o kısmı bana.
Yazmak, okumak ve silmek arasında gidip gelen bir sancı gibi geliyor bana. Yazarken yol arkadaşlarınız kimlerdi?
Kitapta okuduğun herkes.
Zıvana; Gemide'den, Barda filmine kadar birçok filmde tabir-i caizse bir selam çakma olan “Nerede kalmıştık?” ile bitiyor. Bundan sonraki süreçte edebiyata dair planlarınız nelerdir?
Evet, “Nerede kalmıştık?” Yeni Sinemacılar’ın, özellikle de Serdar Akar’ın bütün eserlerinde rastladığımız bir replik. Bir selam gönderdim elbette ister istemez. Ama “Nerede kalmıştık?”ın esas cevabı Zıvana’nın devamına dair bir ipucu.