Seray Şahiner: 'Sokaklar duvarların ardını yargılar!'
Seray Şahiner ile son romanı Kul hakkında konuştuk. Şahiner, kendi kurgusal dünyasındaki kadınları anlattı.
DUVAR - Yazar Seray Şahiner ile son romanı Kul'u konuştuk. Can Yayınları etiketiyle çıkan Kul, işçi sınıfını anlatıyor. Şahiner, "Alacasından ışık bulmaya çalışan insanları yazmaya çalıştım. Elinden tutacak biri için el açanları…" diyor.
Son konuştuğumuzda mart ayında ilk romanım “Kul” çıkacak demiştiniz. Yine sınıf odaklı bir Seray Şahiner hikâyesi anlatıyorsunuz. Yazarı olarak nasıl tarif edersiniz “Kul”u?
Kul, muhtaciyet kavramını sorgulayan bir roman. Aslında hayatta kalmak için kimseye ihtiyacı olmayan birinin, dayatılmış kodlar sayesinde, kendini tamamlanmaya muhtaç hissetmesi üzerinde duruyor. Medet ararken kendini bulan bir karakter var Kul’da: Mercan. Birlikteyken çok da mutlu olmadığı kocası evi terk ediyor. Masallarda, filmlerde hep görmüş; kadınların hikâyesi bir adamla tanışınca başlar… Oysa Mercan’ın hikâyesi yalnız kaldıktan sonra başlıyor. O zamana kadar, çalışmış, evi geçindirmiş, her şeyi tek başına yapmış ama kendi için hiçbir şey yapmamış. Terbiyesi, birine bakmak üzerine… İlgilenecek kimsesi olmayınca ilgilenecek bir kendi de olmuyor Mercan’ın.
“Kul”un şöyle bir yanı var ki gözden kaçması mümkün değil: İçinde mizahı barından güçlü bir belgesel anlatı.
Karakter gerçekçi olsun, ama hayal gücü gelişmiş olsun istiyorum. Çünkü en karanlık durumdaki insanı bile yazsam içinde bir umut barındırmasından yanayım. Bu da hayal gücü az gelişmiş bir karakterle pek mümkün değil. Zira hayatta kalmak çoğu zaman bir anlık kıvrak zeka, bir refleks, bir ya tutarsa meselesidir. Mizah kısmına gelecek olursak, Mercan içinde bulunduğu duruma kimi zaman gülümseyerek baş etmeye çalışıyor. Gülerek bir mesafe kazanıp duruma dışarıdan bakıyor. Ve o mizahla dışarıdan bakma anları sayesinde aslında neye öfkelenmesi gerektiğini anlıyor.
“Kul” dinsel bir metafor olarak kullanılsa da, sizin kurduğunuz hikayede daha sınıf temelli bir noktada duruyor gibi. “Mercan” zenginlerin kulu, kölesi… Herhangi bir konuda hak iddia edemeyen bir köle… Hangi reflekslerle “Kul”u kaleme aldınız?
Aslında karşılıklı bir yadırgama hali var Kul’da. Apartman merdivenlerini silerek geçinen bir kadın Mercan. Ona, senli benli olmamak bir mesafe koymak için merdivenden aşağı Mercan Hanıııım diye seslenenlere başını kaldırıp cevap verirken bile yukarıdan bakıyor Mercan. Dışarıdan bakanları küçümsüyor. Kimsesizlikten, dünyadan göçüp gitmiş uluları, ölüleri can yoldaşı bellese de, hayatta olup hayat bilgisinden mahrum olanları yerin altında yatanlardan daha dipte görüyor. Kul’da karakterinin mezhebinden konuşan bir tanrı anlatıcı, karakter ve o karaktere dışardan bakanların ağzından üç izlekli bir anlatım kullandım. Açıkçası karakteri kem gözlerden koruma refleksim ağır bastı.
Yazdığınız öykülerde ya da romanda gerçeklikten kopmayan bir anlatım biçimi kuruyorsunuz. Gerçeklik ile ilişkinizi nasıl tanımlarsınız?
Hayata yakın olan hayale de yakındır. Masaya bir dertle oturunca o derdin üzerine kafa yormanın en sağlam yolu, ayakları yere sağlam basan bir karakterle ilerlemek diye düşünüyorum. Mercan, görmezden gelinen bir karakter. Ama “hakkımda ne düşünüyorlar” mefhumu fazla gelişmiş. Bir savunma mekanizması olarak onu yargılama ihtimali olanları tiye alıyor. Bodrum katta oturuyor, sınıfsal olarak en büyük hayali, üst katlarda oturup bakkala sepet uzatmak. Bir gün “kendime zaman ayırmalıyım” diyerek Samatya Meydan’a bira içmeye iniyor. Sonra diyor ki, sildiğim apartmanlardakiler beni burda görse ne der… Ardına yaslanıyor… Sonra düşünüyor: “Gerçi nerde onlar, nerde Samatya Meydan’a inip bira içecek görgü… Öyle üçüncü dördüncü katlarda oturmakla olmuyor hanımlık. İnsanın içinde olacak, yoksa bakkala sepet uzatmayı geçtim, üzerine kayıtlı kuyu çıkrığı olsa ne fayda!”
Metropollerde sıkışmış, göçmenlerin yaşamına dair de pek çok gösterge var “Kul”da. Zeki Demirkubuz filmlerindeki tadı aldığım noktalar oldu. Modernitenin köşeye sıkıştırdığı çıkışsız insanlar, müptezeller, “olmayacak duaya âmin diyenler”…
Alacasından ışık bulmaya çalışan insanları yazmaya çalıştım. Elinden tutacak biri için el açanları… Umutsuzluğa düşmemek için umut etmekten vazgeçenleri… Ancak üstüne eğilebileceği biri olursa dik durabileceğine inananları… Modernite diye dayatılan taksit taksit mutluluktan bir pay alamamış insanları. Organiği değer görmeyen tek şey insan olan insanlar âleminde, ölülerden başka can yoldaşı bulamayanları… Silip süpürdükleri yerlerden süpürülenleri…
50-60’ların, 70’lerin toplumcu gerçekçi edebiyatçılarından beslendiğinizi söylemek mümkün müdür? “Kul”da konu edinen, zengin mahallelerine gidip merdiven silen “Mercan”ın akrabaları 60’larda zenginlerin çamaşırlarını yıkayan, avlulu evlerde topluca yaşayan yoksullar olabilir mi? Orhan Kemal ve diğer toplumcu gerçekçi yazarlar sizin için ne anlam ifade ediyor?
Soyağacımı çıkardın bu soruyla. Teşekkür ederim. Yüksek lisansta bitirme tezim Orhan Kemal üzerineydi. Toplumcu gerçekçi yazarlar, taraf tutma cesaretleriyle benim idolüm oldu hep. Mercan, muhtemelen Orhan Kemal’in çamaşır yıkayan Cemile'sinden el almıştır. Zira ben toplumcu gerçekçilerin elini hep üzerimde hissediyorum.
“Kul” için umudun romanı diyebiliriz sanırım. Kocası tarafından terk edilen ve umudu cem evlerinde, camilerde, kiliselerde yani Tanrı’da arayan “Mercan”ın hikayesini okuyoruz. “Kul”un bir başka özelliği ise umudun ötesinde, yoksullarda görülen pragmatist tavır… “Mercan” bir yanıyla da “hedefe giden her yol mubahtır” diyebilen de bir kadın…
Aslında biraz da herkes gibi olmaya gidiyor oralara. 12 kişilik yemek takımı görünce, 12 İmamlardan başka yakınım mı var diye içlenen bir kadın… Gittiği cem evinde, kocası terk ettikten sonra ilk kez yalnız yemek yemeyecek olmanın huzurunu duyuyor. Kilisede Meryem Ana tasvirinin önünde sıraya dizilmiş insanları görünce, diyor ki, “Allahım kapında medet bekleyen ne çok kulun var.” Yani? Ben de onlardan biriyim. Yani? O kadar da yalnız değilim.
“Kul” bir yanıyla da kentsel dönüşüm meselesini de konu alıyor. Sizin öykülerinizde ve romanınızda kentsel dönüşüm her daim odak noktalarından bir tanesi… Seray Şahiner’in kentsel dönüşümle ne alıp veremediği var?
Kentsel dönüşüm, binalarla birlikte sadece şehrin ve insanın hafızasının altını oymakla kalmıyor. Yalnızlaştırıyor da… Roman üzerinden gidecek olursak, benim de yazarken yaşadığım Samatya’da yaşıyor Mercan. Biraz da evler yıkıldıkça sokakta kılığı Mercan’ınkine benzeyen kadınlar azaldığından yalnızlaşıyor. Samatya’da yaşayan aynı sosyal sınıfa mensup olduğu arkadaşları evleri yıkılıp burdan taşınmak zorunda kalmamış olsaydı... Mercan, kocası terk etmiş olsa da sokakta tek başına yürümek, evde televizyona can yoldaşı olmak zorunda kalmazdı. Onların evlerinin yerine yükselen apartmanlara taşınanlar da ne Mercan’la oturup iki laf eder ne birlikte cemevine gider...
Bu hafta 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar gününü içine alan bir hafta… Siz bu ülkede kadın olarak yaşayan, kadın öyküleri, romanları, oyunları yazan bir yazarsınız da… Geleceğe dair kaygılarınız, umutlarınız nelerdir?
Sokaklar her zaman duvarların ardını yargılar. Mahkeme avlusunda toplanan kadınlar, kendini savunan kadınları yargılayanları... Caddelerde hep birlikte yürüyenler, kadınların hapsedildiği ev kapılarını; hapishane önünde toplananlar, şiddete maruz kalmış kadınları suçlu çıkaranları yargılar. Sokaktayız, yargılıyoruz.