Bu kahverengi sana
Çomak’ın şiirlerinde dikkat çeken bir başka önemli özellik de dilin ve anlatının deneyimle kurduğu ilişki. Bellek önemli bir rol üstleniyor bu bağlamda. Ayrıca belleğin savunusu olarak da şiir önemli bir rol üstleniyor Çomak’ın dilinde…
Daralanın, darda kalanın; sıkışanın, sıkıştığı anda çıkan bir sesi vardır. O ses başka şeye dönüşebileceği gibi şiire de dönüşebilir, dönüşür. O sesin yansıması olarak değil, o sesin temsili olarak. Şiir çok şeyin temsilcisidir insana ait olan. İnsan da başına çok iş gelen ve bunları söyleyebilen, değişik araçlarla dile getirebilen bir canlı türü. Hangi şaire ait olursa olsun, içinde insan olmayan şiir yoktur. Acaba içinde şiir olmayan insan da yoktur diyebilir miyiz? Bu cümleyi ‘acaba’ demeden kurabilir miyiz? Sahiden içinde şiir olmayan insan yok mudur? Vicdanı olmayan insan var mıdır sorusunun yanıtı belki bu soruyu da açıklık getirir…
SESİN ŞİİRE DÖNÜŞÜ
İçindeki şiiri fark eden insan, öyle bir an gelir ki hem o şiiri hem de kendi şiirini söyler… Bazen birbirine katarak söyler. Bazen dünyayı birbirine katarak söyler. Dünyayı, hayatı birbirine katarak söylemek iyidir elbette… Yıkmadan yapmak, yıkmadan yeni, yeniyi yapmak mümkün mü?
İlhan Sami Çomak, zamanımızın trajik kahramanlarından biri. Trajedisi, en başta "hukuk tarihinde bir ilk" deyişine birebir örnek. Bunun nedeni de Çomak’ın yaklaşık çeyrek asra varan bir süre tutuklu yargılanması… Bununla birlikte ardı ardına gelen hukuk garabetleri… Yerini bulmayan adalet… Hepsi ve dahası İlhan Sami Çomak’ın hayat macerasında bir arada…
Tabii ki bu kadar trajediden, çarpıklığın, çelişkili durumun bir araya geldiği hayat hikâyesinden şiir çıkar.
İlhan Sami Çomak da öyle yapıyor. Sesini şiire dönüştürüyor. Trajedisinin temsilini şiirle aktarıyor dünyaya.
Ben dağılmaya hazırım çünkü rüzgâra doğruArtık yıkma beni. Yüzümü kokla
Annemin üzgün sesiyle. Yıkma beni en güzel
Yaşındayız seninle. (Yağmur Dersleri, syf. 26)
Çomak’ın başına gelen olaylar, yaşadığı süreç, verdiği tepki bize onun içinde şiiri olan biri olduğunu gösteriyor. Türkçenin yanı sıra anadili Kürtçe de şiirler yazan ve yedi şiir kitabının şairi Çomak’ın biyografisindeki şu bilgileri anımsayalım:
"1973 yılında Bingöl, Karlıova’da doğan Çomak ilk, orta ve lise öğrenimini Bingöl’de tamamladıktan sonra, İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü’ne 1992 yılında kaydını yaptırdı.
21 yaşında bir öğrenciyken polis tarafından gözaltına alındı. 'Bölücü faaliyette bulunma' gerekçesiyle çıkarıldığı mahkemede tutuklanarak, müebbet hapis cezasına çarptırıldı." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu cezayı adil yargılama yapılmadığı gerekçesiyle bozuyor. Ancak Çomak’ın tutukluluk hali değişmiyor…
Şiir aslında bedensel bir edim. Ses hem bedenin bir devinimi olarak hem de bir üslup olarak dilin önemli bir unsuru. Bu bilginin şu açıdan önemli olduğunu düşünüyorum. Çomak, mahpusluk sürecinde şiirler yazıyor. Uzun hapislik sürecinden önce de şiirle ilgileniyor muydu bilmiyoruz. Ama bu çok da önemli değil. Çomak’ın şiire yönelimi, içinde olduğu fiziki koşullarla kapatılmış bedeninin etkileşimi üzerinden de düşünülmeye değer.
Onun şiirli biri olduğunu her şeyden önce yayımladığı şiirleri doğruluyor. Çomak, Şubat 2017’de yayımlanan üç şiir kitabıyla (Yasak Meyve) yeniden şiir okurlarının, şiir dostlarının gündemine geldi. Yeniden diyorum, çünkü daha önce de yayımlanmış şiir kitapları var: "Gitmeler Çiçek Kurusu", "Açık Deniz", "Günaydın Yeryüzü" ve "Kedilerin Yazdığı İlahi". Ayrıca şiir olmasa da İlhan Sami Çomak, trajedisiyle uzun süredir ülkesinin, kamuoyunun gündeminde olan bir isim.
İnsanın başına yaşarken çok iş gelir, ama bazen bazı insanların başına gelen işler öyle trajiktir ki yalnızca yaşayanın sorunu olarak ve yaşanan dönemin sınırları içinde kalmaz. İlhan Sami Çomak’ın başına gelen de her şeyden önce bir hukuk sorunu. Evrensel ve tarihsel yönleri olan bir adalet sorunu. Dolayısıyla bir insanlık sorunu…
Uzun tutukluluk ve mahpusluk, bedensel kapatılma hali, başına gelenin de, tanık olanın da vicdanını yaralayan bir durum. Çomak bunu şiirlerinden birinde “görmüsün” diye sorarak paylaşıyor. Bu soru aslında doğrudan doğruya vicdana yöneliyor.
Büyüdüm az çok alışkanlıktan taşları oynattım yerindenCebimde birkaç harfin tortusu
Sensiz yürüdüm o maskeleri çekip alırken
Muskaları, dağın keskin dualarını karıştırma sen
Belki kapımız erken açılır, belki
Yepyeni şekilde solmayı öğrenir gül
karıştırma sen. (syf. 65)
Çomak’ın yayımlanan son kitapları ve şiirlerinden içinde bulunduğu durumun ve uğradığı haksızlığın boyutunu, yansımalarını, neden olduğu yaralanmayı saptamak mümkün… Zaten Çomak biraz da kaydetmek, tarihe not düşmek için yazıyor anlaşılan.
Ben sizden otuz yaşımlaBeraber tüm o yaşamadıklarımı istedim (syf. 96)
İlhan Sami Çomak’ın şiirleri umudun ve hayal gücünün neden çok önemli ve insan için ne kadar büyük bir enerji kaynağı olduğunu fark ettiriyor. Bir mahpus için neden umudun ve hayal gücünün büyük bir özgürlük alanı olduğunu da ispatlıyor.
Biri çağırıyor beni en ıssız sesiyleDurup uzun uzun adını tekrarlıyorum senin (syf. 99)
İlhan Sami Çomak’ın yayımlanan son kitaplarından biri “Yağmur Dersleri”. Çocukluğun, yağmurun, oyunların sesiyle yazılmış şiirleri bir araya getiriyor kitap. Şairi gibi söylersek, “derin bir heyecanın ufkuna bulutlar yerleştirerek” başlıyor.
Şair usul usul konuşuyor dizeden dizeye, betikten betiğe, şiirden şiire… Issızlığını, yalnızlığını ama en çok da hapsedilmiş bedenden çıkan sesle söylerken dingin bir yağmurun sesi eşlik ediyor sözlerine.
Bitmeyen bir güne açılıyoruz yalınayakEvet, rüzgârın ağzıyla kumruların göğsüne sığınıyorum
Evet, yağmurlara dalmadan önce seni seviyorum (syf. 25)
Tartışmalı bir kararla çeyrek yüzyılını cezaevinde geçiren birinin sözü şiire dönüşürse ondan her şeye inat yaşamakta direnen sesten başka ne çıkar…
“Yağmur Dersleri”nde yer alan şiirlerin biçim özellikleri bize şairin sözünün yükünü ve dilsel devinimini aktarmak için uzun şiirleri tercih ettiğini gösteriyor. Çomak’ın “Sana Bıraktım” başlıklı şiirindeki şu bölümde olduğu gibi:
Ben bilyelerle oynuyordumÇamurun elime çatlaklar düşürdüğü zamanlarda
Ben denizdeki tuzu deniyordum
Her kulaçta ağzımda dolaştırırken suyu
Hayatı öğreniyordum hayatı öğreniyordum
Sizin unuttuğunuz yerden.
Ansızın yüzünü de ezberlerim belki
Kuyulara su veren gözünden senin
DİLİN DENEYİMLE KURDUĞU İLİŞKİ
Çomak’ın şiirlerinde dikkat çeken bir başka önemli özellik de dilin ve anlatının deneyimle kurduğu ilişki. Bellek önemli bir rol üstleniyor bu bağlamda. Ayrıca belleğin savunusu olarak da şiir önemli bir rol üstleniyor Çomak’ın dilinde…
İlhan Sami Çomak’ın bize deneyimini aktarmayı anılarını tekrar ederek sağladığını belirtelim. Anıların tekrarı aslında tabii ki aynı kalmıyor hiçbir zaman. Çomak bunu şiiri için bir imkana dönüştürüyor. Böylece bir şiirsel dil etkinliğine dönüşen anıların tekrarıyla sağlanan deneyimi, şairin direniş gücünün betimlenmesi olarak da okuyoruz.
Çomak’ın içinde bulunduğu hapishane koşullarına karşın şiir bilgisinin, görgüsünün bir hayli güçlü olduğunu belirtelim. Çünkü hapishane hücrelerinde o uzun uzun dizelerin de, o uzun uzun şiirlerin de üstesinden gelmek, o yapıyı oluşturacak biçimde duyguyu, düşünceyi dile getirmek, onu da şiir diline dönüştürmek hiç kolay olmasa gerek. Gerçi Nâzım Hikmet de yalnızca kendisinin değil, hatta Türkçenin de değil, dünya şiirinin başyapıtlarından olan “Memleketimden İnsan Manzaraları”nı hapishanede yazmıştı. Ancak böyle bir kıyaslamanın günümüz koşulları için doğru olmayacağını belirtelim. Şiir dilinin, söyleyişin, kurgunun içinde bulunulan ortamla ve bedenin hal, hareket, jest, mimik olarak devinimiyle ilgisini özellikle vurgulamak istiyorum. Çomak’ın şiirlerini okurken bu noktaya tekrar tekrar dönüp düşünmek gerekiyor çünkü. Bende öyle oldu.
İlhan Sami Çomak’ın şiirlerini okuyunca şiir, ama olmuş şiirler okuyorsunuz her şeyden önce. Sonra o şiirlerin yazıldığı ortamı, koşulları düşünüyor ve şiirlere tekrar dönme gereksinimi duyuyorsunuz. Şiir okurları, şiir dostları modern Türkçe şiirin ‘damından’ çıkmış İlhan Sami Çomak’ın kitaplarında şiir var, bilsinler isterim… Yazının başlığını da “Yağmur Dersleri”ndeki bir şiirinden aldığım şairin, kitaptaki “Beni Sevecekti” şiirinden şu iki dizesini de buraya not edeyim:
Buraya serçe yaz, dedin. Yazdım.Çölde ve her yerde, çiçeklerin ağzına sadece arı…
YENİ ÇIKAN KİTAPLAR
Norgunk Yayınları'ndan iki kitap…
Mi Bela Amiga
Norgunk, yayımladığı kitapların tasarımı ve sunumuyla dikkat çeken ve birçok şiir kitabını okurla buluşturan bir yayınevi…
Yayınevinin Ocak 2017’de yayımlanan ve bize ulaşan şiir kitaplardan biri Bahadır Karasulu’ya (1980) ait. Karasulu’nun kitabının adı “Mi Bela Amiga”. Şairin özgeçmişinde yer verilen bilgilere bakılırsa “Mi Bela Amiga” Karasulu’nun ilk yapıtı. Özgeçmişinde Bahadır Karasulu’nun şiirlerinin daha önce dergilerde yayımlanıp yayımlanmadığına ilişkin bilgi yok.
Şiir, edebiyat, sanat, kültür dergiler tam da bunun için çıkıyorlar mı oysa. Bilinir ki dergiler şiirle ilgilenen, okuyan, yazanlar için ortak buluşma noktası. Dergiler öteden beri şiirin, edebiyatın özellikle yazarak üretenler için tek okuludur. Şiirin okulu yoktur ama dergiler bu alandaki önemli boşluğu doldurmaya çalışırlar. Dergilerin, eskilerin deyişiyle “rahleyi tedrisat”ından geçmeyen şair için yol pek uzun olmaz… Karasulu’nun kitabında yer şiirlerinin sorunsalı için bir “ayrılık hesaplaşması” denebilir. “Mi Bela Amiga”daki şiirler bir yandan çok eski bir sese katıyor sesini, bir yandan da Karasulu’nun kişisel yaşantısından, deneyiminden notlar düşüyor. Her şiirin okuru vardır tezine çok fazla güvenmemek gerekiyor düşünüyorum. Şairler için olduğu kadar şiir okurları, şiir dostları için de uzun bir yolculuktur şiir… Karasulu için şiir yolunun açık olmasını dileyelim…
dama dama dama
Ocak (2017) ayında yayınevinden çıkan kitaplardan biri de n.n. koçi’nin (1992) “dama dama dama’ adını taşıyor. n. n. koçi’nin adı kitabın kapağında küçük harfle yazıldığı için ben de öyle yazdım. koçi’nin yapıtı için aslında şiir olarak adlandırılan bir metinler kitabı denebilir. Bana n. n. koçi’nin metinleriyle ilgili konuşmak için başka yapıtlarını, şiirlerini görmek gerekiyormuş gibi geldi. “dama dama dama”daki metinler için dil sürçmesiyle sayıklama, siyasi tarihle geleneksel kültür arasındaki gerilimin sorun edindiği söylenebilir. Bir kışkırtma kitabı olarak da okunabilir. Bu okunabilir ifadesi önemli. Çünkü metinlerin okumayı zorlaştıran bir tutumu da sergilediğini belirtmek gerek. Ancak bu teknik kusurdan çok bilinçli bir kurguyla ilgili gibi görünüyor.
Sanırım n. n. koçi yazmaya devam eder ve başka şiirler de yayımlarsa okuruyla arasındaki mesafe kısalır.
Okur açısından koçi’nin aralık bıraktığı kapı belki o zaman biraz daha aralanacak ve metinle okur arasındaki mesafe daha da azalacaktır.
DERGİLER
Yeni e dergisi
5'inci sayısı yayımlanan Yeni e dergisinde (mart 2017) şiirleriyle Sennur Sezer, Narin Yükler, Nazan Şahin, Refik Durbaş, Gülsüm Cengiz, Güray Özçelik, Şahin Altıner, Yorgos Yanopulos (Çeviren Lale Alatlı), Kadir Sevinç, Asım Gönen, Fatma Yeşil, Mesut Akatay ve Yusuf Yağdıran.
KISA… KISA…
İstanbul Kadıköylü şairlerin yakından tanıdığı, şiir dostu, edebiyatsever, her 28 Mayıs’ta düzenlediğimiz Edip Cansever anmasına “iki eli kanda da olsa” katılan, şiirler okuyan, şiirle yaşayan sevgili arkadaşımız Güray Tan Mısır’ı kaybettik. Unutulmayacak, sevenlerinin, dostlarının anılarında yaşayacaktır… O baharlarda çiçek olmaya gitti. Sevenlerinin başı sağ olsun…
Beklenmedik biçimde aramızdan ayrılan Güray Tan Mısır’ın çok sevdiği bir şiir vardı. Attilâ İlhan’ın “Bela Çiçeği” adlı kitabında yer alan “Doktor Şandu’nun Esrarı” başlıklı şiiri… Onun için paylaşalım…
UNUTULMAYAN DİZELER
hayır 18 işimiz başka türlü bitmeyecekdeğil mi ki ben soğuk bir namlu gibi kuşkulu bir profil
değil mi ki sen çıkıp çıkıp bir bıçak atıyorsun 12’den
bırak öyleyse kısa devre yapsın johann sebastian bach
bir kere de yalnızlığın trampetlerini dinleyelim
şişedeki alkol iki ağır batarya tutar mı hiç belli değil.
vurdukça vursa da yenilmeyiz avuçlarımızdaki portakal kokusuna
değil mi ki ben nitrik asit terlemekteyim mendil mendil
değil mi ki sen çıkıp çıkıp bir bıçak atıyorsun 12’den
18 seni yazdım küçük sezar gangster olmadan önce
absent içip azar azar bir şiir gibi tamamladım
çıkmamış çıkmayacak hiçbir yerde
ne hoyrat kadınsın cam yeşili eteklikler giyen
tıpkı o filmdeki gibi adını hatırlamadığım
ne vakit bereni çıkarsan kıpkızıl saçların dökülür alnına
hani bir telefonda kıstırmıştım sonu sıfırla biten
seni küçük sezarın öldürüldüğü gece
karanlıktan kapılar kırılmıştı
sokak içlerine sığamamıştım
açık saçık fıkralar anlatıyordun yine de.
18 seni yazdım niye yazdım bilmiyorum
yeni kaşlar çiziyorum mermi ıslıklarından çok suratına
dişlerinin ucunda ancak tutabildiğin komitacı gülümsemeleri
asansör kapılarından koridorlara bir ışık gibi sızabilmek
hiçbir daktiloda olmayan yeni bir alfabenin harfleri
işte çapı belirsiz bir silah çiziyorum
çırılçıplak bir herif gibi yanı başına
çünkü beni ne yanlış yazıldığım bu senaryodan siliyorlar
ne de senin çantanda dudak rujundan başka bir şey var
bırak öyleyse kısa devre yapsın cogito ergo sum
bir kere de çılgınlığın tamtamlarını dinleyelim
damardaki kan mı uğuldar yoksa mağaralar mı hiç belli değil
vurdukça vursa da yenilmeyiz egzozdaki mazot kokusundan
değil mi ki benim şairliğime bütün ikinci kaptanlar şahit
değil mi ki sen çıkıp çıkıp bir bıçak atıyorsun 12 den
hayır 18 işimiz başka türlü bitmeyecek
yum gözlerini ışıkları söndür kapansın kapılar
öpüp okşadığın küçük sezarın takma dişli ölüsüdür.
birkaç büyük yarası vardır ki kırmızı gözler gibi bakar
warber bros un en kral hafiye filmlerinden
dakikada birkaç yüzyıl eskiyerek
hayır 18 işimiz başka türlü bitmeyecek
değil mi ki ben doktor şandu yum degav degav degav
değil mi ki sen çıkıp çıkıp bir bıçak atıyorsun 12’den
bu karanlıkta büyüyen kan çiçeği sevişmek gülüdür
yamyam kadınların ısırıpta ta kökünden kopardığı
o tırtıllı dişleri beyaz beyaz ve beyaz
dövmeli suratları erkek
18 seni yazdım niye yazdım bilmiyorum
saçlarının üstünde gök kırılıyor kalçaların yanardağı
bir buhurdan tütüyor burun deliklerinden bak şu işe
aç tırnaklarınla gece kibritlerine uzanır uzanmaz
çıkar şu gözlüklerini seni merceklerinden sevmiyorum
ışıkları söndür diyorum kapansın bütün kapılar da
siyah bir orkide koklayalım sevişe sevişe
çünkü ne beni yanlış yazıldığım bu senaryodan siliyorlar
ne de senin elinde fahişeliğinden başka bir şey var
bırak öyleyse kısa devre yapsın yeniden
siegmund freud un kulaklarımıza fısıldadığı
bir kere de küçük sezar ın telsizlerini dinleyelim
bileğindeki saat mi işliyor bir yerimize saatli bomba mı koymuş
yenilmedik hiç yenilmeyeceğiz ölüm korkusuna
değil mi ki ben doktor şandu yum degav degav degav
değil mi ki sen çıkıp çıkıp bir bıçak atıyorsun 12’den