Ahmet Oktay'ın gizli çekmecedeki notları
Ahmet Oktay’ın ‘Gizli Çekmece’sinden çıkanlara bakın: Şairler, şiirler, yazarlar, gazeteciler, Dünya’yı anlamaya, hayatı yaşamaya çalışanlar, bohemler… Açın o çekmeceyi…
Pelin Alpaslan
Gazeteci-televizyoncu, şair, edebiyat eleştirmeni Ahmet Oktay’ı geçen yıl kaybettik. 1991 yılında yazdığı ‘Gizli Çekmece’ güncellenmiş haliyle Doğan Kitap tarafından basıldı. Kitap, Oktay’ın deyişiyle, ‘yaşadıklarından devşirilmiş fragmanlar’dan oluşuyor. Selim İleri’den, Halikarnas Balıkçısı’na, Tomris Uyar’dan Edip Cansever’e, Behçet Necatigil’den Can Yücel’e sevdiğimiz nice yazı insanıyla unutulmayacak anılarda buluşmuş, bizimle paylaşmış Ahmet Oktay. Öyle birkaç yıl değil, 50 yıl yaşadı şairler, romancılar, ressamlar, tiyatrocular, gazeteciler arasında. Üç askeri müdahale gördüler. Ara rejimlerde yaşamak zorunda kaldılar. Umutları kırıldı birlikte, umutları doğdu yeniden…
REJANS'TA, KALEM'DE, KULÜP 12'DE, KULİS'TE GEÇEN GECELER...
Baylan deyince akla Attilâ İlhan geliyor örneğin. Baylan o zamanlar şairi, öykücüsü, ressamı, karikatüristi, oyuncusuyla genç kuşağın mekânı. Papası da Attilâ İlhan. Tekkenin müdavimleri gelinceye kadar pastanede okuyup, yazıyor.
Bu bohemlerin dostlukları da hesapsız. Para henüz tanrı değil. İmece var. Devalüasyon şoku da imeceyle atlatılıyor. Cemal Süreya tek dizede 27 yıllık geleceği özetliyor: Enflasyon parasıyla 30 lira.
İstiklâl Caddesi henüz bankaların, birahanelerin, lahmacun salonlarının işgaline uğramamış. ‘Küçük Amerika’ olmamışız daha.
Kitaptaki en ilginç anı İlhan Berk ile ilgili olanı. Adeta bir edebiyat dedikodusu tadında: "Özen, yazarların uğrak yeriydi. Bir öğleden sonra oturuluyor Özen’de. İlhan Berk, Necati Cumalı, Oktay Akbal, Kenan Harun var.Kenan o sırada mirasa konmuş. Akbal’a uçak bileti göndermiş. Yüksel Palas’ta ağırlıyor onu. İlhan Berk’i tanıyışım 15.Yıl Kıraathanesi’nde. Kırşehir’de öğretmen o sıra İlhan. Şiirin anlamsızlığını ilan etmediği yıllar. Özen’den kalkılıyor. Çankaya’ya doğru yürünüyor ve şiirler okunuyor.
Ağabeyler bir ara dönüp, "Hadi bakalım sen de oku" diyorlar. Çok güvendiğim bir şiirimi okuyorum. Şöyle dizeleri var ki bayılıyorum: Daha belalı değil, sokak muharebeleri seni sevmekten... Şiir çok beğeniliyor. Ama ertesi ay, dergilerden birinde benim bu dizelerimi İlhan Berk’in imzasıyla okuyorum. Çeken bilir acısını. Yıllar sonra yanılmıyorsam Ülkü Tamer, benzer acıyı sineye çekmeyip şöyle bir ilan yayımlıyor: "Bundan böyle şiirlerimi İlhan Berk’e okumayacağım." İlhan, her türlü eleştiriyi kesinlikle karşılıyor sohbetlerde: "Şair mısra çalar."
Özdemir Asaf, örneğin uykuyu, yitirilmiş zamandan sayıyor. Ahmet Oktay bakın nasıl anlatıyor dostunu: "Uzun yıllar Cağaloğlu’nda bir matbaa çalıştırdı Özdemir. Sonra kendisi bir meyhane açtı Bebek’te. Son yıllarda bir pelerinle dolaşmaya başlamıştı. Gecenin içinden geldiğini daha çok belli etmek ister gibi. Bir ara, İstanbul’da düzenlenen Edebiyat Matineleri’nin en popüler şairiydi. R’leri kolay söyleyemezdi ama şiir okuması çok tutulurdu. ‘Lavinia’ adlı şiiri sevilirdi. Mikrofona biraz yanaşıp, "Sana gitme demeyeceğim Lavinia" der demez salon alkıştan yıkılırdı."
Şimdi yok öyle edebiyat matineleri. Oktay, o günleri özlemle anıyor kitabında. Biraz da eleştiriyor, diyor ki, "Reklam sektörü, yazara, şaire şimdi imza günlerinde sınav verdiriyor. Kim daha çok kitap sattı? Değerin göstergesi bu artık."
BOHEMİN İÇİNDE ÜÇ KADIN
Adlarını söylemeden aklınıza gelmiştir. Elbette Sevim Burak, Leylâ Erbil ve Tomris Uyar’ı anlatıyor Ahmet Oktay. Türk edebiyatının övüncü olduklarını söylüyor, direnip, kazandıklarını: “Sevim, daha 1950’de Yeni İstanbul gazetesinin düzenlediği bir öykü yarışmasında ödül kazanmış ve dikkati çekmiştir. Ama uzun yıllar kalemi eline almadı. 1960’larda yeniden yazmaya başladı Sevim Burak. 1965 yılında yayımlanan Yanık Saraylar adlı kitabı büyük yankı yaptı ve doğrusunu söylemek gerekirse, birçok genç yazarı etkiledi. Ömer Uluç’la evliydi ve sanatçı boheminin en renkli kişilerinden biriydi.
Leylâ Erbil de, aramızdaki bir başka yazardı. Leylâ, sürekli yeni anlatım biçimleri arar, dolayısıyla el atılmamış konulara ve olaylara değinirdi. Sait Faik’in Leylâ’ya gönül verdiği de bilinirdi. Bu olay, Sait Faik’in ölümünden sonra, Leylâ Erbil ile Vedat Günyol arasında bir tartışma konusu bile olmuştu. Leylâ ile Sevim, iyi arkadaştılar. Ama sonraları hem Sevim’in hem Leylâ’nın hırçınlıkları ve ters anlamaları yüzünden darıldılar. 1983’te Sevim’in cenazesinde karşılaştığımızda, ‘Dargın gitti. Saçmalık bu’ dedi. Dolu doluydu gözleri.”
Ahmet Oktay, Tomris Uyar’ın yorulmak bilmez bir amazon olduğunu söylüyor. Romana nasıl yüz vermediğini, nasıl da öykücü olduğunu anlatıyor. Ne dersiniz, sadece Ahmet Oktay mı tüm bu isimleri özleyen?