Selçuk R. Şirin: 'Trump'tan sonra bütün akademisyenler Twitter'da'

Selçuk R. Şirin ile son kitabı Bir Türkiye Hayali üzerine konuştuk. Şirin, "Tam da şimdi yeni bir Türkiye hayali kurmanın zamanı" dedi.

Google Haberlere Abone ol

New York Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak görev yapan akademisyen - yazar Selçuk R. Şirin ile Doğan Kitap etiketi taşıyan son kitabı Bir Türkiye Hayali'ni, mülteci haklarını, Türkiye'de akademisyenlerin yaşadığı zorlukları, eğitim sistemindeki kusurları ve Türkiye'ye dair hayallerini konuştuk. Şirin, "Türkiye’de özel sıkıntılar var ama dünyada da akademi sıkıntı yaşıyor. Amerika'daki son seçimlerin ardından bir sorgulama başladı. Sadece bilimsel konulara odaklanarak bilimi ileri götürme devri geride kaldı artık" dedi.

Mültecilerin dünya üzerindeki yeri ahlak meselesi mi güvensizlik meselesi midir?

SELÇUK3İkisi de değil. Bu bir sistem meselesi. İnsanlaşma süreci aslında mültecilik tarihi olarak da okunabilir. İnsanlığın ilk ortaya çıktığı Afrika’dan dünyaya yayılmasından başlayan bir hikaye bu. İnsanlar, varolduğu sürece gerek doğal felaketlerle gerek savaş ve baskılar sonucu yerlerini, yurtlarını terk edip başka topraklarda yaşama tutunmaya çalışmış.

Modern ulus devletlerinin ortaya çıkmasıyla sınırları araya koyunca ortaya bugünkü manzara çıkıyor. Bu manzarada da hem güvenlik boyutu var, hem ekonomik boyut var hem de insani bir boyutu var. Hayatta durduğunuz yere göre bu üç boyutun her birinde mültecileri bir yere koyarsınız.

Genelde meseleye sistem çerçevesinde bakmayı beceremeyenler mültecileri günah keçisi yapıp onları güvenlik riski, ekonomik yük ya da yurdunu terk etmiş korkak insanlar olarak görür. Meseleye sistem temelinde bakınca zaten mültecilerle bizim aramızda bir fark görmez. Kitapta anlattığım Suriyeli mülteci çocuklara aslında kendi çocuklarımız kadar yatırım yapmak zorunda olduğumuz gerçeği biraz bu ikinci yaklaşımın sonucu. Yarın kimin yersiz yurtsuz kalacağı belli olmaz.

'ATIN KENDİNİZİ DENİZE'

Beyin göçüyle ABD'ye yerleştiniz. Oradan bakan bir profesör ve öğrenciliği Türkiye'de geçmiş bir insan olarak Türkiye'deki öğrencilere önerileriniz ne olur?

Ben kitapta Amerika’ya gidiş hikayemi biraz anlattım. O nedenle benimki aslında bir beyin göçü değil. Türkiye’de olsam Türkiye için bundan daha çok ne yapardım bilemiyorum. Belki beyin sürgünü… Eskiden öğrenciler okullara ve hocalara mahkumdu bilgi almak, dünyaya karışmak için. Artık okulun da öğretmenin de rolü zayıfladı insanların hayatına yön vermek bakımından.

O nedenle öğrencilere iki tavsiyem olacak. Birincisi kendinize güvenin, düşlerinize kimsenin müdahale etmesine izin vermeyin. Büyük hayaller kurun. İkincisi ise dünyaya karışın. İnternet var, seyahat etmek tahmin ettiğiniz kadar çok bağlı değil paraya pula. Atın kendiniz denize, yüzmeyi öğrenmenin başka bir yolu yok.

Akademilerin çektiği sıkıntılar karşısında akademisyenlerin tavrı ne olmalıdır?

Türkiye’de özel sıkıntılar var ama dünyada da akademi sıkıntı yaşıyor. Amerika'daki son seçimlerin ardından burada da bir sorgulama başladı. Sadece bilimsel konulara odaklanarak bilimi ileri götürme devri geride kaldı artık. Hayatın her alanında bilimsel çabayı meşrulaştırmak gerekiyor ki bu sadece üniversite kampüsünde kalarak, sadece diğer bilim insanlarıyla makale alışverişinde bulunarak mümkün değil artık. Bakın global ısınma bir bilimsel vaka ama dünyada buna en çok itiraz eden toplumlardan biri Amerika.

O nedenle akademisyenler yavaş yavaş cam kubbeyi terk edip hayatın içine karışmanın yollarını arıyor. Benim meslektaşlarım eskiden bana niçin Twitter’da vakit harcıyorsun diyorlardı, Trump’tan sonra hepsi Twitter’da. Yani diyeceğim hayata karışmalı akademi. Laboratuvarda, sınıfta ben işimi yaparım gerisi yolunu bulur devri geride kaldı. Bulmuyor…

'BİR SABAH KAFANIZA ESİP REFORM YAPAMAZSINIZ'

Kitabınızın eğitim hakkında yazılan kısmında dikkat çeken eleştiriler var. Eğitimdeki asıl sorunlar nelerdir?

Selçuk R. Şirin, Yol Ayrımındaki Türkiye - Ya Özgürlük Ya Sefalet, Doğan Kitap

Asıl sorun reformları verilere göre değil, kafamıza göre yapıyor olmamız. Bir sabah kalktım aklıma böyle esti diyerek reform yapılmaz. Verilerden yola çıkacaksınız, çözüm için geniş tabanlı bir tartışma platformu yaratacaksınız ve ortak aklı işlevselleştireceksiniz. Bizdeki şura geleneğinden söz ediyorum aslında. Eskiden bunu Kurtuluş Savaşı koşullarında bile işletmiş Mustafa Kemal. Şimdi de aynısını yapmalıyız. Türkiye çocuklarını bu kadar berbat eğiterek arzu ettiği hedeflere ulaşamaz.

Korkunun iktidar ve kişi üzerinde yarattığı baskıdan söz ediyorsunuz. Yine sizden el alarak, korku umudu yener mi?

Doğrusu bir psikolog olarak korkunun, umuttan daha güçlü bir duygu olduğunu söylemeliyim. Var olmak için korkuyla başa çıkmanız lazım. O nedenle çok iyi bildiğimiz bir kavram bu. Kitapta detayını anlattığım gibi insanlar varlıklarına bir tehdit gördükleri zaman, yani korktukları zaman ne yapacaklarını çok iyi biliyorlar. Ya kalıp mücadele ediyorlar ya da kaçıyorlar. Ama umut öyle değil. Daha sonra öğrendiğimiz bir kavram umut. Fakat bu umudun önemsiz olduğunu sakın aklınıza getirmesin, zira umut olmazsa ilerleme de olmuyor. Yani korkuyla var olabilirsiniz, kendinizi koruyabilirsiniz belki ama bir adım ileri atamazsınız.

İlerlemek, inovasyon yapmak, bulduğunuz hayatın daha iyisini yaşamak istiyorsanız umuda ihtiyacınız var. Korkunun egemen olduğu en korkunç koşullarda bile insanlık umuda tutunarak ilerlemiş. Bu bağlamda sorunuza dönersek, evet korku özellikle son zamanlarda İsrail’den, Brexit’e korkunun iktidarını kuranlar seçimlerde umudu temsil edenleri yendiler.

Ama dünyanın şu an içinde bulunduğu, geleceğin belirsiz göründüğü ortama, zamanın ruhuna, has bir durum. İnsanlar gelecekten korkuyor şu an. Robotlar gelip işinizi elinizden alıyor. Mülteciler ve göçmenler gelip işinizi elinizden alıyor. Bu korkulara yenilenler de sınırları kapatacağım diyenlere sığınıyor.

Fakat işte tam da bu ortamda Fransa ve Almanya’da iki yeni yüz soldan gelerek iktidara yürüyor. Korkunun insanları sandıklarda aşırı sağa mahkum ettiği dönemin sonuna geliyor olabiliriz. Umudum o yönde.

SELÇUK2 Selçuk R. Şirin, Bir Türkiye Hayali, Doğan Kitap

'AHLAK KENDİ BAŞINA BİR ÖZNE DEĞİL'

Kitabınız bir bölümünde ahlak meselesini, Freud'tan bir sözle tartışmaya açıyorsunuz. Ahlak toplumları nasıl şekillendiriyor? Toplumlar, ahlakı nasıl bir kılıfa sokuyor? 

Herkesin bir ahlak tarifi var. Benim tarifim ahlakın kendi başına bir özne olduğu yönünde değil. Ben kitaptaki yazımda örneklerle de anlattığım gibi ahlak bir sistem meselesidir. Ahlaklı insanları alın, ahlaksız bir sistemin içine koyun çoğunluk eğitim seviyesine vs. bakmadan ahlaksızca davranıyor. Tersi de geçerli. Ahlaksız insanları alın ve ahlaki bir sistemin içine koyun, çoğunluk ahlaklı davranıyor.

Yani ahlaksızlık bir davranış biçimi ve bunu azdıran ve söndüren faktörler var. Siz eğer sistem olarak ahlaksızlığı hor görüp, ayıplayıp, cezalandırırsanız o toplumda ahlaksız insanların sayısı azalıyor, toplum genel olarak daha ahlaki bir hal alıyor. Tersi de geçerli.

Siz eğer ahlaksızlığı ödüllendiren, ahlaksız davranışları görmezlikten gelen bir sistem kurarsanız o toplumda ahlaksız insanların sayısı artıyor, toplum genel olarak daha ahlaksız oluyor. Yani, ahlak gökten zembille gelmiyor. Coğrafya ile, din ile, kültür ile de bağı çok yok aslında. Kitaptaki yazıyı buraya taşımadan diyeyim: Kuzey Kore ve Güney Kore aynı tarihe, aynı coğrafyaya, aynı dine sahip ama iki farklı sistem kurulmuş.

Kuzeyde ahlaksızlık hüküm sürüyor. Bir kişi yiyor, bir halk açlıktan ölüyor. Güney’de ise en son başkanı yolsuzluk yaptı diye koltuktan indirdiler. Dünyanın en müreffeh halklarından biri yaşıyor.

Uzaktan baktığınız Türkiye fotoğrafında hayallerinizin ne kadarını görebiliyorsunuz?

Nereye baktığınıza bağlı. Genel itirabiyle makro düzeyde gidişatın iyi olmadığı ortada. Kitapta paylaştığım kalkınma verileri gerçekten durumun içler acısı olduğunu gösteriyor. Son 10 yıldır kişi başı milli gelir olduğu yerde sayıyor, mesela. Eğitim verileri de aynı şeyi gösteriyor. Eskiden çocuklarımız dünyada ilk 40 ülke arasındaydı. Artık ilk 50 arasında değiller! Ama bütün bu manzaraya ragmen kitapta benim ‘hayatı bulduğu gibi bırakmayanlar’ olarak tarif ettiğim örnekler de var.

Bütün kısıtlamalara rağmen hayatı dönüştüren sayısız insan var. Türkiye’ye baktığımda ben onları görüyorum. Tam da bu nedenle yeni kitabımı dağ başlarında bir hayalin peşine düşen köy öğretmenlerine adadım. Karamsarlık, sinisizm şu dönemde kendimize ve Türkiye’ye yapacağımız en büyük kötülük olur. Tam da şimdi yeni bir Türkiye hayali kurmanın zamanı.