78'liler yüzleşiyor!
Kandemir ve Türüdü alışılmışın dışına çıkarak, bir dönemi, bir mahalleyi ya da bir örgütün macerasını yazmaktan öte geçerek seslice çoğumuzun kafasındaki soruları tartışıp konuşmuşlar.
Muazzez Uslu Avcı
Bazı insanların vicdanı vardır, içleri acır; sessiz kal(a)mazlar, görmezden gel(e)mezler. Yol ayrımlarında tereddüt etmezler, bir kişilik edinme kaygısı güderler, sürüklenmezler, tavır alırlar. Hayatlarının merkezinde bir tek kendileri yoktur, ötekini içerme bilgisini edinmek için çaba gösterirler, yorulurlar. Uçurumun kenarında yaşarlar. (Agnes Heller, Bir Ahlak Kuramı, Ayrıntı Yayınları) Hayatla inatlaşmak değil midir ki devrimcilik? Ancak kendini değiştiremeden, kendinle hesaplarını göremeden, dünyayı değiştirmek arzusu (!) ne kadar da romantik. Bir devri sallayan 68 ve 78 kuşağından pek çok insan, devletin ağır saldırıları sonucu yaşanan hezimet sonrasında travmaları, yenilgileri atlatıp, yaraları sardıktan sonra toz duman bulutları biraz dağılınca yeniden ''nerede kalmıştık'' diye mücadelenin bölük pörçük ucundan tutarken, bunlardan bir kısmı da yaşadıklarını/yaşatılanları tarihe not düşmek için kalemlerine sarıldı.
Yaratıcı kalemlerin kimi roman dilini, kimi öykü, kimi şiir dilini seçerek dönemlerini tarihe not düşer. Naim Kandemir ve Cengiz Türüdü ise başka bir dil kurarak, sorulmayanları, yüzleşilmeyenleri, ancak üç beş arkadaşın bir araya geldiğinde konuştuklarını seslice yazıya aktarmışlar. Biraz ezber bozumu, biraz da özeleştiri niteliğinde olan bu kitap, kutsal olanın üstündeki perdeyi çekip almış kırılan kolu yen içinden çıkartmıştır. Tam 34 yıl parçalı, boşluklu ve ızdıraplı süreci onların anlatımıyla tekrar hayat bulmuş.
“1982 Temmuz’unda çıldırıp akıl hastanesine düştüm. Orada bana şizofreni teşhisi koydular. Bu sırada bilincim bulandı, geçmişi unuttum, dünyayla ilişkim koptu…Çıldırışımdan sonra 20 yıl geçmişimi tam ve net olarak hiç hatırlamadım… Tedavi sürecinde bana sadece annem başta olmak üzere ailem sahip çıktı. Bu yıllar aynı zamanda kimsenin benimle konuşmadığı, kimsenin yüzüme bakmadığı yıllardı… 34 yıl tedavi gördüm. 34 yıl sonra tekrar kendim oldum.”
“Hayat üzerine konuşma arzusundan doğdu bu diyaloglar,” iki yoldaşın arasında kalmasın, duyulsun, okunsun istemişler, iyi de etmişler. Alışılmışın dışına çıkarak, bir dönemi, bir mahalleyi ya da bir örgütün macerasını yazmaktan öte geçerek seslice çoğumuzun kafasındaki soruları tartışıp konuşmuşlar.
Kültürel şizofreni, dil, eğitim ve önderlik üzerine, 78'liler, yenilgi yılları, sosyalizm ve yeni insan sorunsalı, halk gerçeği ve devrimciler kitaba ana izlek olan konu başlıkları. Sol bu değil, kadın sorunu üzerine, Türkiye'de gençlik, Umut: Ne yapmalı... ve daha buraya hepsini yazmayacağım pek çok konu başlığı üzerine diyaloglar.
OKUYANI, DELİRENİ, ÖLENİ ÇOK KUŞAK: 78'LİLER
Kitabı okurken altını en fazla çizdiğim diyaloglar 78'liler üzerine. Çünkü Türüdü'nün de dediği gibi, ''Yıllarca 78 kuşağı için bunlar kim ki filan denildi. Bu kuşağın okuyanı çoktu, bu kuşağın öleni çok, delireni çok, sakat kalanı çok, bu kuşağın hapse girip de çıkamayan insanları var, bu kuşağın intihar edenleri var. Bu kuşak Cumhuriyet tarihinin en büyük kuşağı.''
Tam da söylediği gibi devletin en çok hırpaladığı bir kuşaktı 78 kuşağı. Onca örgütlü gücün tarumar edilmesi ile içeri düşenlerin insanlık dışı işkenceye maruz kalması, idamlar, işkencelerde sakat kalanlar. Yalnızlık, ekonomik sıkıntılar, geçirilen cinnetler, sokakta gördüğün arkadaşlarının bile selam almaması, insanların kaçar gibi birbirinden uzaklaşması, öte yandan halkın sinmesi... En az bir 10 yıl yaşanılan baskıların altında köşelerimize çekilmemiz kendimizle yüzleşmemize vesile olmuşken kimilerimizin de sanki büyük bir hatanın kıyısından dönmüşçesine mevcut sistemin gereklerine sarılıp yeni hayatlar kurmamıza neden oldu. Naim Kandemir’in tarif ettiği ‘Biz hâlâ varız’ diyenlerdeniz. Nerede kalmıştık diyenlerdeniz, vicdan taşıyan ve uçurumun kıyısında dans edenleriz hâlâ...
Fakat Kandemir'in söylediği şu söze de katılmıyorum. ‘İçten Olmalı’ başlıklı diyalogunda, “En öndekiler ve en arkadakiler genellikle diskalifiye oldular ama ortada kalanlar daha istikrarlı çıktılar,” şeklinde bir tespiti var. 78 kuşağından tanıdığım o kadar çok sempatizan arkadaş var ki, şu zamana kadar da dimdik ve her türlü haksızlığın karşısında olabildiler. Kaldı ki bu yazıyı yazan kişi de eski bir sempatizandır.
KADIN SORUNU SINIF SORUNU KADAR CİDDİDİR!
Kitabın geneline dönük diğer bir itirazım kadın sorunu üzerine. Kadın sorununa sadece ailemizden ve mahallemizden bakamayız; tıpkı sömürü ve sınıf sorunu kadar ciddi bir sorundur. Kadın sorunu, sadece meseleyi sınıfsal soruna bağlanıp topu taca atamayacak kadar ciddi bir sorundur. Kaldı ki, benzer bir yaklaşımı Cengiz Türüdü de Kürt sorununa dönük göstererek, sorunu sınıfların kurtuluşuna bağlar: “Kürt sorununu sistem içerisinde çözmek mümkün değil, devrim olacak Kürtlerin kendi kaderini tayin hakları ile Kürt sorunu çözülecek.” Bu ve benzer anlayışların bugün toplum içinde bir karşılığı yok. Bu sorunun devrim çerçevesinde çözümünün öngörülmesi ve bir şekilde ‘çözüm’ün ötelenmesi bugünkü koşullarda propagandadan öte bir anlam taşımaz. Kadın sorununun da tıpkı Kürt sorunu gibi sınıf yaklaşımını temel alan bir devrimle çözülmeyi bekleyecek kadar sabrı kalmamıştır diye düşünüyorum. Hani Anadolu’daki bir deyişle söylersek, “Göle su gelinceye kadar kurbağanın gözü patlarmış.”
Kadınların, onları her gün boğan erkek egemen sistemden çıkışı kendi demokratik hakları için verecekleri mücadeleden geçiyor. Bir erkeğin yanında veya arkasında durarak değil. Devrim mahşeri bir olaydır o güne kadar her atılan adım ve alınan her hak, nefes almamızı sağlayacak oksijendir. Kadın erkek eşitliğine dönük talepler, devrim gününü bekleyemeyecek kadar can alıcı ve acildir.
Dil eğitim ve önderlik üzerine diyaloglarda, Kandemir ve Türüdü günümüzün neredeyse kangren olan ve sistemin de moda deyim ile popülize ettiği dil sorununa değinmişlerdir; belki de dil gerçeği ifade etmek, tanımlamak için değil, örtmek, perdelemek için kullanılan bir araç haline gelmiştir; diğer bir deyimle hastalanmıştır. Aydınların, akademisyenlerin entelektüellerin bu dili sadeleştirmek ve anlaşılır kılmak ve hastalıktan kurtarmak gibi bir görevleri olmalıdır. Salt entelektüel oldukları için anlaşılmaz ve ulaşılmaz bir dil yaratarak ve kullanarak, halkın üstünde olduklarını sanan entelektüellerin, kendi aralarında kendilerini ağırladıkları bir dünyanın dışına çıkamadıkları bir gerçektir. Halkın içine işlemeyen, tepesinden dikte edilmeye çalışılan dil, aydın dili olamaz; olsa olsa ‘gösteri’ olur.
''Akademik dil kuru ve ruhu yok. Akademik dil, dilden çok teknik kavramlar dizgesi gibi, dilden çok teknik bir jargon gibi gelir bana. Halk dili var; anı, hatıra, derinlik halkın dilinde var, felsefe de var. Hem halkın kültürünü tanımıyorlar, hem felsefe bilmiyorlar. Pir Sultan'ın, Yunus Emre'nin, Karacaoğlan'ın, halk ozanlarının dilini bilmiyorlar. Halkın dilini, şiirini özümseyememişler, halkın masallarını bilmiyorlar,” diyor Türüdü. Elbette akademik dil okullarda iş görür, halkın dilini üretimden, güncelden ve gündelik yaşamdan kopmadan ama kuyrukçusu da olmadan kullanan, bilgiyi arı duru onlarla paylaşan bir tutum ‘aydın’ tutumu olabilir ancak. Aydın olmanın gereği de sade bir dil kurgusu ile şavkını düşürebilmektir kitlelerin üzerine. Aydını olmayan yahut da eksik olan toplumlar, her daim boşlukları dolduran bağnaz yobaz yönetimlerle yönetilmeye reva görülmüştür.
'HAYDİ DEVRİM YAPALIM'LA HALKA NEYİ ANLATIRIZ?
Halk Gerçeği ve Devrimciler diyaloğunda, “Şunu da anlamak lazım; halkı değerlerinden soyutlayarak örgütleyemezsin, onu yanına çekemezsin, ikna edemezsin. Onun değerlerinde senin yanlış bulduğun yönler varsa, birlikte yaşayarak, hayatı paylaşarak, zaman içinde o yanlış şeyleri değiştirmeye çalışmalısın. Yoksa değerlere küfrederek, o değerleri yok sayarak olumlu bir sonuca ulaşamazsın,” der Naim Kandemir.
Halkın gerçekleri aslında çok basittir. Güncel yaşam içindeki faturalar, borçlar, çocukların okulu, o gün evde pişirilecek yemek, bir de yarın endişesi, sağlık sorunları, işsiz kalma korkusu, ölünceye kadar bir eve sahip olamama korkusu, çocuklarının geleceği korkusu vb. Belki arada bir de nefes almak için bir tatile gitmek isteğidir öncelikleri. Sermaye biriktirmek için koşulları uygun olmadığı için onları patronlara bırakmışlardır... Halkı örgütlemek, önce siyasi bilinç götürmekle başlayan yanlışa düşmeden, ekonomik taleplerini gören, çözüm önerisi götüren bir yaklaşımdan geçmektedir. Tepeden inmeci bir tutumla, “Haydi devrim yapalım, bu sistemin köleleri olmayalım” gibi bir söylem ile halka neyi anlatmış oluruz ya da güncel sorun ve kaygılarını ne kadar gidermiş oluruz?
'HER UMUT KURTULUŞA YÖNELİKTİR'
Geçmişte, “Vurulduk ey halkım unutma bizi”, “Biz halkız yeniden doğarız ölümlerde” gibi sloganları meydanlarda haykıran kimi devrimcilerin içinde bulunduğumuz zamanda sık sık halka “sürü, koyun, cahil” yaftaları yapıştırıp ‘halk için’ciliği kuyrukçuluk ve popülizm olarak görenlerin de Türüdü ve Kandemir'in İnziva Diyalogları’nı okumasında fayda vardır diye düşünüyorum. Bu başlıktan iki diyalog aktaracağım.
''Devrimci hareket kavramlar üretmiş. Ne demiş? Eğitim, aydınlanma, eleştiri, özeleşiri demiş. Bunlar hep halka ulaşmanın araçları. Eğitilmemiş insanı eğiteceksin, karanlıkta kalanı aydınlatacaksın, deneyimsiz insanı deneyim sahibi yapacaksın. Bu şekilde gelişeceksin” Cengiz Türüdü böyle demiş, ne kadar haklı demiş...
Peki Umut? Ve ne yapmalı? Her umut, kurtuluşa yöneliktir. Umudun içinde güven ve inanç vardır. İçine düştüğümüz imkansızlıktan nasıl kurtuluruz? Tutsaklık, hastalık ve bir zorbanın karanlık dönemini yaşayan toplumların, bu durumdan kurtulmak için insanının çaresiz karanlığından çakan bir kıvılcımdır umut, çaresizliğe teslim olarak yerine, kendini sorgulayarak ve yargılayarak ve direnerek varacağı sonuçlar ile kurtulma çabasıdır.
Cengiz Türüdü'nün'de dediği gibi, “Neden umutlu olmalıyız? Çünkü hayatın içinde hep umut vardır. Hayat ileriye doğru diri canlı akar. Bunu bildiğimiz için diyalektikçi bakan devrimciler olarak umutluyuz. Bu umut nedensiz bir umut değil, bizim umudumuz fantezi değil, gerçeklere dayalı bir umut. Gerçeğin bilincine erişmekten kaynaklı bir umut.”
“Teslim olmadık, Aklımızı Yitirdik” Aklına mukayyet olamamış ama “içindeki deliyi”de hiçbir zaman küstürmemiş bir komünistin akıl defteri; sevgili Cengiz Türüdü’nün can alıcı soruları ve yanıtları var tarihe, sosyalizme, kapitalizme, bugüne ve yarına değin. Kendini de okuru da yeniliyor.
Cengiz Türüdü 16 yılı inzivada geçen 34 yıllık tedavisinin ardından “benim sağlık raporum” dediği ve yarım asra yakın sürmüş kadim bir arkadaşlığın ortak emeğiyle “İnviza Diyalogları” ile sesleniyor okura.