İran'dan Almanya'ya: Eve dönemeyenler!
"Geceleri Sessizdir Tahran", Hep Kitap etiketiyle çıktı. Bazyar ile göç kavramını konuştuk.
Shida Bazyar'ın, anne ve babası siyasi kimlikleri nedeniyle 1979 İran İslam Devrimi sonrasında Almanya’ya göç etmek zorunda kalıyor. Almanya’da doğan ve büyüyen Bazyar, otobiyografik izler de taşıyan "Geceleri Sessizdir Tahran" adlı kitabında da, benzer bir sürece tanıklık eden ailenin 5 üyesini anlatıyor.
Kitapta, ülkelerindeki imkansızlıklar, savaşlar ya da sıkıntılar yüzünden, belki daha iyi bir yaşam belki de sadece çaresizlikten göç eden insanları, bu insanların kalamayışlarını, aynı zamanda gidemeyişlerini, ümitlerini, yeni hayatlarını ve yaşam boyu çektikleri aidiyetsizlik duygusunu bulabilirsiniz.
"Tahran geceleri gerçekten de sessiz mi?" diye sorduğumda, Bazyar "Asla! Bu kocaman bir yalan…" cevabını veriyor.
"Geceleri Sessizdir Tahran" Almanya'ya göç etmek zorunda kalan bir ailenin 5 üyesinin monologlarından oluşuyor. Farklı dönemleri anlatsalar da karakterlerin üsluplarının benzer olduğu yönünde bir eleştiri var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Hikayelere tek tek bakıldığında üslubun değiştiğini düşünüyorum. Birçok okuyucudan, '1979'da geçen ilk kısmı okurken zorlandıklarını' duydum. Çünkü burada anlatıcı olan Behsad, abartılı bir üslupta konuşuyor ve artık kullanılmayan kelimeleri seçiyor.
Oysa 2009'la başlayan, ailenin gençlerinin anlattığı hikayelerde, kısa cümlelerle örülmüş kolay girişler karşımıza çıkıyor. Bu şekilde farklılıklar yaratarak, kitaptaki her figürün aynı üslupta konuşması yerine kendi seslerini bulmalarını istedim. Ama tabi ki arka planda bir bütünlük dahilinde. Çünkü sonuçta kitabın dilini kendi yazarlığım çerçevesinde oluşturdum ve birbirinden bağımsız dört hikaye gibi okunmalarını istemedim. Tabi öyle okumak da mümkün ama benim için bir yapbozun birbirleriyle bağlantılı parçaları gibi olmaları önemliydi.
Ailesi 1979 İran İslam Devrimi sonrası Almanya'ya göç etmiş biri olarak, kitabınızın otobiyografik bir eser olduğunu söyleyebilir miyiz?
Aslında otobiyografik bir kitap yazabilirdim, evet... Kitapta yer alan karakterlerin siyasi duruşları, tema olarak göç, göçün nedeni, benim ailemin hikayesiyle ve içinde yaşadığım çevrenin koşulları ile örtüşen unsurlar.
Karakterleri ise, kendi ailemden seçmeyi, kitabın tamamen aileme ya da bana dair olmasını istemedim. Bir yazar için karakterleri yaratma ve onların arasındaki ilişkiyi kurgulama süreçlerinin çok keyifli olduğu kanısındayım. Çünkü burada kendi hayal gücümüzden besleniyoruz, onu kullanıyoruz.
Yani 'Geceleri Sessizdir Tahran'da otobiyografik unsurlar olarak, çevre koşullarını, İranlı aileler için çok tanıdık olan yaşanmışlıkları seçtiğimi söyleyebilirim.
Kitapta Lale, Murad ve Tara'nın annesi olan Nahid, Almanya'ya taşındıklarında, kadın öğrencileri görüyor ve "Lale onlar gibi olmayacak" diye düşünerek seviniyor. Çünkü İran'da her şeyin tekrar yoluna gireceğini düşünüyor ve eve geri döneceklerine inanıyor. Ülkelerini terk etmek zorunda kalan insanların, bunu geçici bir süreç olarak gördüklerini ve geri döneceklerine dair hep bir umutları olduğunu düşünüyor musunuz?
Tüm göçmenler ya da sığınmacılar adına konuşabileceğimi sanmıyorum ama benim ailemde bu kesinlikle böyleydi. Bu yüzden geri dönme umudunu hikayeye de taşımak istedim. "Geri döneceğim" umudu aslında insanların yarınlara bir şekilde tutunabilmeleri için bir tür kendini koruma yolu.
Belki içinde bulundukları koşullar bunun tam tersini söylüyor, belki de "her şey yoluna girecek ve geri döneceğiz" tamamen mantık dışı bir düşünce, bu çok da önemli değil. Hayata devam edebilmek, ancak bu şekilde düşünebilmekle mümkün hale geliyor.
Nahid'in anlatılarından devam edelim, zaman geçtikçe plan yapmadan, istemeden de olsa, yavaş yavaş Almanya'da kalacaklarını kabulleniyor. İran'ı gözlemlemeye devam ediyor fakat durumun daha iyiye gitmediğinin de farkında. Bence bu durum ülkenin geçmişiyle ve göç nedenine bağlı olarak da değişiklik gösterecektir. Belki de kişi artık göç ettiği yere alışmıştır, örneğin Almanya'ya, ve orada kendini evde hissettiğine karar vermiştir.
Bir hikayeyi yazarken kurguda ve üslupta nelere dikkat ediyorsunuz?
Benim için bir kitabı okurken dil her zaman çok önemli. Tabi kurgu da. Yine bir kitabı okurken, beni en çok o kitaba bağlayan unsur, hikayedense dilin ritmi, kelimelerin dizemi oluyor. Ben bir hikayeyi kaleme aldığımda açıkçası, o hikayenin nereye gideceğini, nasıl biteceğini bilmiyorum, bunlar hep üslupla şekilleniyor.
Kitaptaki karakterlerin farklı anlatıları beni şu konu hakkında düşündürdü: Aidiyet duygusundan yoksun, kimlik kavramıyla ilgili sıkıntılar yaşayan insanlar, gittikleri her yerde kendilerini "yabancı" hissetmeye mahkumlar... Bu konu hakkında ne söylemek istersiniz?
Örneğin Alman toplumunun genelinde, biri farklı bir kökenden geliyorsa bu bir eksiklik olarak görülüyor. Aslında o çocukların yeteneklerine, beraberlerinde getirdikleri birikimlere odaklanılırsa, bu çok olumlu bir şekilde görülünebilecek bir durum. Fakat toplum çocuklarla ilgili bu pozitiflikleri görmek yerine, onlara kendilerinde sürekli bir şeylerin eksik olduğunu düşündürtüyor. "Tam Alman olmadıkları" gibi saçma sapan bir gerekçeyle, çocuklar kendilerini suçlu hissediyorlar...
Bana kalırsa, bu çocuklar yarım yarım değiller aksine, onlar çok daha fazlasına sahipler ve bu harika bir şey! Tabi bu çocukların kendilerine bu şekilde eksik olduklarını hissettirmeye çalışanlara karşı öz saygıya sahip olmaları ve şu tepkiyi verebilmeleri çok önemli: Hey, ben hiçbir eksiklik hissetmiyorum, burada bir yabancı değilim!
Kitabınızı yazma aşamasında ve öncesinde İran'a, İran'daki İslam Devrimi'ne karşı farklı düşüncelere sahip olan insanlardan bilgi aldınız mı?
Konuyla ilgili birçok kitap okudum, söyleşileri dinledim. Başlangıçta İslam Devrim'ine dair farklı perspektiflere sahip olan kişilerin düşüncelerinden, örneğin şah destekçilerinin, yararlanmanın iyi bir fikir olduğunu düşündüm. Fakat daha sonra yapmak istediğim şey için buna gerek olmadığını düşündüm. Eğer bu devrimi tarihsel olarak ele aldığım bir çalışma yapsaydım tabi ki bu çok önemli olurdu.
Romanın kendisi Behsad'ın çok net olan fikirleri ve kendi sol bakış açısı üzerinden gittiği için, devrimi geniş bir fikir sahasında ele almak istemedim.
İyi bir gözlemci olarak, gerçekten Tahran gecelerinin sesiz olduğunu düşünüyor musunuz?
Asla! (gülüyor)
Peki neden bu başlığı tercih ettiniz?
"Geceleri Sessizdir Tahran" kitapta geçen bir cümle. Behsad ve Nahid'in kızı Lale, göç ettikleri tarih olan 1979'dan sonra ilk defa Tahran'a geliyor. Buradaki günleri hep bir koşuşturma içerisinde geçiyor, bir yandan kalabalık ailesi, bir yandan sokakların karmaşası ve gürültüsü... Sadece geceleri, uyumak için, büyük annesinin evinde toplandıklarında dinginliği hissediyor ve o zaman "Geceleri Sessizdir İran" diyor.
Öyküyü bilen bir okuyucu bu cümleyi, hikayenin ilerleyişi bağlamında anlayabilir fakat romandan bağımsız düşünecek olursak bu koca bir yalan! (gülüyor). Karakterlerin sahip oldukları bakış açıları da belki de hikayenin ilerleyişi ile bir bütün olarak düşünüldükçe gerçekçi.
Anlatıları okurken karakterlerle bir düşünebilmek ve bu anlatıların uydurma ya da yalan olmadığını, aksine karakterlerin gerçekliği olduğunu unutmamak gerek...