Müge İplikçi: 'Bir dili hakkını vererek sevmek bir ömür sürer!'
"Çok Özel İsimler Sözlüğü" Can Yayınları etiketiyle çıktı. İplikçi ile son kitabını konuştuk.
Son zamanlarda adını sıkça çocuk edebiyatıyla andığımız Müge İplikçi, 4 yıllık bir aranın ardından erişkin okurlarına yeni bir kitap müjdesi verdi: Çok Özel İsimler Sözlüğü. 2013 yılında “Biz Orada Mutluyduk” ile Gezi Parkı günlerine dair unutulmaz bir kaynak oluşturan İplikçi, bu kez Gezi’nin ardından yeniden kapanmaya başlayan gözlerimize adeta ışık tutuyor. İnsana yaklaşıyor, hırslarını, zaaflarını, kayıplarını, hayallerini ve naifliğini ele alıyor. Bunu da birbirinden apayrı görünmesine rağmen adeta bir zincir gibi birbirine bağlanan isimler üzerinden yapıyor.
Kitapta tüm isimler “özel” olma durumlarından sıyrılarak bir insana ait olmanın basitliğine iniyor. Anlatılan tüm öyküler bir şekilde hepimizin hayatının orta yerinde duruyor. Böylece İplikçi’nin andığı tüm özel isimlerin, esasında bir noktada hepimizin göbek adı olduğu ortaya çıkıyor.
“Çok Özel İsimler Sözlüğü”, kadınlığın fıtratına yüklenen sancıları duyuyor, rantiye sevdalılarına “sizi görüyorum” diyor, birbirini aldatan çiftlerin gözlerinin içine bakıyor, uğursuz patlamalarda ölmüş onca insanın yasını tutuyor. Tanıdığımız, tanımadığımız, bir yerden çıkartacak gibi olduğumuz 30 kadar ismi anarak, isimleri unutulmuş nice kurbana, mağdura selam duruyor.
Müge İplikçi, Can Yayınları’ndan çıkan son kitabı “Çok Özel İsimler Sözlüğü”nü ve bu isimlerin kendisi için neden 'çok özel' olduğunu anlattı.
Hiçbirimizin seçemediği ve hayatımız boyunca kendimizi tanımladığımız ilk şey isimlerimiz. Siz isimler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Özel isimler, bize hayat boyu eşlik eden, bizden hem çok bağımsız, hem de bizi biz yapan o köprüler, bulmacanın bir parçasıdır. Üstelik can alıcı parçası! Birçok gizi ele verir; birçok sırrı da saklar. Yazdığı metni gözleriyle değil, kulaklarıyla takip etmeyi seven bir yazar olarak (ki edebiyat metinlerinin çoğunu gözlerimle değil, kulaklarıma vuran sesle okurum), bu isimlerde beni başka bir gerçek ele geçirir. Adları aynı olsa bile, her adın her insana özgü özel bir ruh hali vardır. Zihnimiz de bunu onaylar aslında. Aklımızdan o adı geçirdiğimizde içimize hücum edenler her insan için farklıdır; aynı ad söz konusu olsa bile. Bunun sırrı insanda saklıdır, tamam. Ancak, bir de her adın her insan için biçtiği bir kaftan vardır. Onu da atlamamak gerekiyor.
"Çok Özel İsimler Sözlüğü" sadece kişilerin adları ile değil, olayların geçtiği bazı mekan adlarıyla da dikkat çekiyor. "Pastırma Yazı Rezidansları", "Rezidans Uğruna Yarab A.Ş.", "Billur Çayı" gibi isimler bize ne anlatıyor?
Pastırma Yazı Rezidansları, konfor sözcüğünün en sapkın halini, Rezidans Uğruna Yarab A.Ş. bugünün görgüsüz zenginlerini, Billur Çayı, kimilerinin, özellikle de kadınların özgürlüğe, yaşama, denize ulaşma özlemini...
Kitapta 29 bölüm var ve bunlardan sadece ikisi bir kişi ismi değil. -“Sütaşkım”ı da bir isim olarak saymamakla hata etmiyorsak tabii- Bu isimler nasıl öne çıktı? Neye göre kararlaştırıldı?
Sütaşkım, çocukluğa dair bir ad. Benim zihnimdeki karşılığı öyle. Çocukluk arkadaşlığına, o günlerdeki sıkı bağlarla kurulan dostluklara referans veriyor. Benim cephemde anonim bir ad. Sütaşkım arkadaşlıkları insanı hiç satmaz, satsa da az satar, velhasıl ahiretliktir, benim bildiğim!
İsimler nasıl öne çıktı... Bu konuda iç sesime güvendim. Bu öyküye bu uyuyor dedim zaman zaman; zaman zaman da bu ad tam bu öykülük diye düşündüm.
Kitap, birbirini gözlerinin içine baka baka aldatan çiftlere, inşaatta yevmiyesini çıkartmaya çalışırken ölen işçilere, öldürülen, baskılanan kadınlara ve daha nicelerine temas ediyor. Bunların arasında isimleriyle ya da hikâyeleriyle hafızalarımıza kazınanların yanı sıra hikâyelerini de isimlerini de hiç anımsamadığımız binlerce kişi var. Bu kadar kolay unutuyor olmamızı siz nasıl yorumluyorsunuz?
Yaşadığımız zamanın gelgitlerine bağlıyorum. Ortadoğulu bir toplum olmamıza bağlıyorum. Zihnimizde esen rüzgârlara, yalnızlığa, iletişimsizliğe, kaçışlarımıza bağlıyorum. En çok da kendimizden kaçışlarımıza. Farkında mıyız? Zaman zaman evet; çoğunlukla hayır. Değiştirmek istiyor muyuz? Sanmıyorum.
Kitabın aynı zamanda finali olan Lamia bölümündeki ”Anladığınızdan emin değilim, bir şeyi gerçekten sevmenin ne demek olduğunu anlayabiliyor musunuz?” sorusu çok çarpıcı, çok derin. Bunu kimleri düşünerek yazdınız? Bu soruyla okurlarınızın ne düşünmesini hedeflediniz?
Sevmek gerçekten bir ömür sürüyor! Benzer bir sürü cümleye bir sürü edebiyat metninde de rastlarsınız. Sırf bu başlık bağlamında yazılmış sayısız kitap vardır. Hakkını vererek sevmek bir ömür sürer bence de. İlla bir insanı sevmek değildir bu. Bir ülkeyi, bir dili, komşunuzu, kardeşinizi, iş arkadaşınızı, okulunuzu, kedileri, köpekleri... Ne bileyim... Önemli olan sevmenin anlamakla kurduğu bağdır.
Anlamaksa filtrelenmiş bir fiildir. Anlamak, anladım dediğiniz zamanda gerçekleşmez çoğunlukla. Bir şeyi, bir insanı sevmeye başladığınız zaman onu anlamaya da başlarsınız. O nokta öfkenin, tanımsızlıkların bittiği yerdir. Her şey berraktır ve siz kendinizi gerçekten yaşama layık bir varlık olarak iyi hissediyorsunuzdur.
Bunu hiç kimseyi düşünmeksizin yazdım. ‘Uyuz Lamialar’ uyuzluklarıyla kalsın, yola devam etmek gerekiyor diyerek...
Bazı hikayelerde 2023’e gidiyoruz ve aslında siyasi dilde hiçbir şeyin değişmediğini görüyoruz. Sizce 2023’te biz ne durumda olacağız?
Umutlu bir yazara soruyorsanız, daha iyi olacağız. Kendimize güvenen sakin bir ülke, potansiyelini dört dörtlük kullanan bir diyar haline geleceğiz. Umutsuz bir insana soruyorsanız, böyle gidersek geride kalmaya, boş boş işlerle zaman kaybetmeye devam ediyor olacağız.
Bunca karakterin ve öykünün arasından tek birini, bir roman olarak anlatmak isteseniz hangisini seçerdiniz? Neden?
Galiba Yüksel... Ondaki hırsla kaplı cesaret çok ilgimi çekiyor. Son derece başarılı bir kadın. Zeki, güzel... Ağzı laf yapıyor, çok başarılı bir avukat. Ama çok fireleri var. Oradan neler çıkar, neler... Zekanın yetmediği durumlar Yüksel’de çok belirgin. O açmazlardan iyi roman olur-du. Arkaya da iyi bir kurgu zemini hazırlamak şart elbette. Sonunda kendiyle yüzleşebileceği bir kurgu...