Mazlum Çetinkaya: Caillou itaatkar, Mu ise özgürlüğü olan bir karakter
Şair ve yazar Mazlum Çetinkaya, edebiyat üzerine konuştuk. Çetinkaya, mitleri anlattı.
DUVAR - İlkokul öğretmeni olan şair ve yazar Mazlum Çetinkaya, 675 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edildi. Çetinkaya,“199o'lı yıllarda Bingöl’de öğretmenlik yaparken etrafımda yaşananlar, 'faili meçhul' bir hayatın ne olduğunu öğretti. Bütün bu sosyolojik gerçekler ve travmalar motivasyonum oldu yazarken” diyor. Çocuk kitapları ile tanınan Çetinkaya ile kitaplarının yazılış sürecini ve daha birçok konuyu konuştuk.
'DEMOKRASİ, ÖZGÜRLÜK, BARIŞ GÖNÜLLÜSÜ BİRİ OLARAK...'
Öğretmenlik ve ihraç serüveninizden biraz bahseder misiniz?
Burdur’da Eğitim Yüksekokulu’nu bitirdiğimde, 1990 yılında sınıf öğretmeni olarak Erzurum’a atamam yapılmıştı. Ancak “güvenlik soruşturması” nedeniyle atamam yapılmamış göreve başlatılmamıştım. İlk olayımız bu dönemde olmuştu, “ihraç” değil de görev verilmemeydi. İki yıl sonra bayağı zorlu bir mücadele ve kısıtlı imkânlarla mesleğe döndüm. İkinci “ihraç” dediğim ise 29 Ekim 2016'da AKP’nin çıkardığı 675 sayılı KHK ile ihraç oldum. Birincide görev verilmemesi “güvenlik soruşturmasındandı” bu defa ihraç edilmem de “milli güvenliği tehlikeye düşürmekten” oldu.
Sanırım benim güvenlik zaafiyetim var! Bu ihraç karşısında ise bir Eğitim-Sen üyesi olarak konfederasyonumuz KESK’in aldığı eylem kararı doğrultusunda Kadıköy Altıyol’da oturuyoruz haftanın üç günü… Böylece toplumsal mücadeledeki yerimi eli kalem tutan biri olarak da almak istedim, demokrasi, özgürlük ve barış gönüllüsü biri olarak.
'ŞEY OLMAK BAZEN HİÇBİR ŞEY OLMAKTAN DAHA İYİDİR'
Mu’nun Cenneti, Simitçi Simo, Güzelce’nin Sihirli Kanadı, Bilgisayardan Çıkan Kurbağa, Tembel Köyün Kara Koyunu, Mavi Şapka ile Gaga’nın Yolculuğu hikaye kitaplarını kaleme aldınız. Bu eserlerde kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
İnsanın kendini tanımlaması çok kolay olmasa gerek. Yazmak eylemi sanırım hayatımın en güzel serüveni. Şiir vazgeçilmezim ama çocuk da hayatla bağım olsa gerek. Çocukları ve çocuklara yazmam da mesleğin ve şairin sorumluluğuyla bende yer edinen bir şey. Şey olmak bazen hiçbir şey olmaktan daha iyidir. Kendimi bu boyutuyla şey diye tanımlasam daha doğru olacak. Biri birinin yarasını sevmeli derim hep. Kendimi böyle tanımlayayım bir başka cümleyle de.
'SOSYOLOJİK GERÇEKLER, TRAVMALAR...'
Şiirde güçlü bir imge dünyanız var. Edebiyat alanındaki motivasyonlarınızda daha önce yaşadığınız siyasi süreçlerin etkili olduğunu söyleyebilir miyiz?
Yaşam tek kelimeyle tüm kirli dayatmalara rağmen seçtiğimiz bir yolsa, motivasyonumda yaşama bağlılığımdır. Son şiir kitabım “Hecesini Onaran Çocuk” da güneş her gün kalbinden doğar çocukların dedim, işte yaşama bağlılığı çocuk üzerinde tanımlıyorum. Motivasyonumun bir diğer etkileyeni ise geldiğim kimliğim. Kürt coğrafyasının 90’lı yıllardaki sancılarını bizzat yaşayarak gördüm. Sosyalist devrimci kimliğim ve onun verdiği sorumluluk, lise yıllarımla beraber toplumsal mücadelede yer almama neden oldu.
Kendi dilimden kopmak, onun sancısı, etrafımda yaşanan trajediler, demokrasiye yaşama susamış bir coğrafyada olmam, yıllarca kanayan bir aşiret yarası gibi gördüğüm acılar, 1992'de Bingöl’de öğretmenlik yaparken etrafımda yaşananlar, “faili meçhul” bir hayatın ne olduğunu öğretti. Bütün bu sosyolojik gerçekler ve travmalar motivasyonum oldu yazarken. Tabi bütün bu yaşananlara kalemimle elimden geldiğince anlamlar yüklemeye çalıştım. Şiirlerim de çocuk hikayelerim de buradan beslendi diyebilirim.
'BERKİN'DEN CEYLANLARA, CİZRE'DEN GEZİ'YE KADAR'
Edebiyatın başka bir alanı olan çocuk kitaplarına yöneldiğinizi görüyoruz. Sizi çocuk kitapları yazmaya iten duygu nedir?
Çocuk kitaplarıma hikayeler biriktirmem, 1992 yılında Bingöl Karlıova’da öğretmenlik yaptığım yıllara rastlar, şimdi yayımlansa da. Bu hikayelerin hikayesi “tebeşirsiz bir köyde öğretmenlik” yapmama kadar uzanır. Sonra iki çocuğum var Mu ve Civan adında, sonra bunların büyüdüklerine şahit olmam var. Çocukların büyüdüğüne bu memlekette şahitlik yapanlar, çocukların büyümediğine şahitlik yaptılar/yaptık… Bu memlekette yüzlerce çocuğun büyüyemediğini de gördük, Berkin'den Ceylanlara kadar… Cizre’den Geziye kadar…
Büyüyen ve büyümeyen çocuklar bizim çocuklarımız ve onlara yazmak, aynı zamanda yarına yazmaktır ki biz gittikten sonra onlar özgür büyüyebilecekleri bir dünya yaratsınlar. Çocukların sınıfı yoktur, sınıfları çocuk olmayanların çıkarları yaratmıştı, savaşları da… Çocuklara sınıf davranışını biz kazandırdık hayata dair.
'CAİLLOU İTAATKAR, MU İSE ÖZGÜRLÜĞÜ OLAN BİR KARAKTER'
Mu'nun hikayelerini bir dizi olarak anlatıyorsunuz. Mu mitini anlatır mısınız? Çocuklara uyarlarken nelere dikkat ettiniz?
Evet. Mu karakteri oğlumdan esinlendiğim bir karakter. Mu, Muharrem’in kısaltılmış halidir ama Kürtçe’de de muhalif, mızmız -ama iyi anlamda- istediğini elde etmeye çalışan anlamında kullanılır. Böyle bir tercihle Mu karakteri çıktı. Dizi olarak anlatmadım aslında daha çok tematik hikayelerdi ama bir çok hikayede Mu karakteri başroldü. Çocuklarımız, biliyorsunuz yıllardır cemaat yayınlarıyla beslendiler, büyütülmeye çalışıldılar. Milli eğitim ve FETÖ yayınları elbirliğiyle çalıştılar. Taraflı, bir gruba ve gericiliğe hizmet eden bir anlayışla...
Caillou diye bir karakteri yıllarca çocuklara bir örnek diye vermeye çalıştılar. Tabi orijinini bilmiyorum ama Yumurcak TV üzerinde çocuklara kahraman diye yutturulan Caillou, söylenene asla itiraz etmeyen, bağımlı, itaatkar bir tiplemeydi. Bu yarının ve bizim yazdığımız çocuk tipi değil. Benim hikayelerimdeki Mu, sorumlu ama yanlışın karşısında da sessiz kalan, itaat eden bir karakter değil. Mu özgünlüğü ve özgürlüğü olan bir karakter. Çözüm yolları üreten bir karakter. Doğa, yaşamda dayatılanlar günümüz çocuklarına ve bu dayatmaları bir çocuk dili ve güzelliğiyle örgüleyip yazdım.
Bu kitapları kim okur...
Hikayeleri yazarken bölgesel kalmamaya, cinsiyetçi yaklaşmamaya, ötekileştirici bir dil kullanmamaya özen gösterdim. Bir karaderili çocukta okuyabilir, bir Edirneli çocukta severek okuyabilir…egemen olan her şeyden uzak bir dille yazmaya çalıştım. Kendi çocukluğumun yansımaları da zaman zaman olmadı değil. Ama daha çok günümüz çocuk ve sorunlarını hikayelere giydirdim. Çevre, doğa, savaş, barış, paylaşım şehirleşme, oyun alanlarını talan eden kapitalizmi yazmaya çalıştım…
'9 YAŞINDA KIZA GELİNLİK GİYDİRMENİN NERESİ ÇOCUK DİLİ'
Yazarların imzasının üslupları olduğunu kabul edersek... Bu kadar farklı üretimlerde dilinizi nasıl koruyorsunuz?
Dil aslında çocukluğumuzda biriktirdiklerimizdir, büyüyünce de harcadığımız. Her yazarın bir dili var ama ben çocuk hikayelerinde tek dil olduğuna inanıyorum. O dilin adı da “çocuk dili”. Dünyanın merhamet ve vicdan dilidir, çocuk dili. Mesela cemaat yayınları yıllarca dünya edebiyatında çeviriler yaptılar, çevirilerindeki hikayeleri camiye götürdüler sandık oysa öyle değildi. Camiyi hikayelere getirdiler koydular. Bu denli çocuğu zehirleyecek zırva çevirilerle dünya edebiyatını çocuklara getirdiler sandık.
Tabii bu zırvalığı devletin Milli Eğitimiyle birlikte yaptılar. Biz buna çocuk dili diyebilir miyiz? Ya da çocuk hikayelerinde 9 yaşında kıza gelinlik giydirmenin neresi “çocuk dili” olabilir… Siyasal iktidarın algısını pekiştiren bir dil, bir vicdan… Özünde bu çocuğu esir eden ve büyüklerin, devletin gerici ruhunu giydirmeye çalışan bir hikayecilik anlayışıdır.
'EDEBİYAT GENEL ANLAMIYLA MUHALİF DAMARDAN BESLENİR'
Muhalif bir diliniz var. Edebiyat ile muhaliflik dengesine nasıl bakıyorsunuz?
Edebiyat genel anlamıyla muhalif damardan beslenir. Derdi olan yazar aslında. Dilimiz tabi içinde iktidar olma hırsını barındırmıyorsa, öteki yapmıyorsa başkalarını hele çocuk edebiyatında, olması gereken yerdedir demektir. Edebiyatın genel anlamda hele şiirin sivil bir yanı vardır. Özelde şiir, genelde edebiyatı yazanlar kravat takan memurlar değildir. Şair memur değil daha ziyade sivildir. Yazan biri maaşlı çalışıp yazıyorsa ki bu da Türkiye’de yaygın aslında, aydının da sıkıntısı bu, muhalif bir dili olmaz, memur dili olur…
Tabi bizde muhalif algısı “terörist” gibi algılandığı için zaman zaman, muhaliflik olumsuz gibi gösteriliyor. Ki edebiyatı besleyen hep ötekiler ve ötekileri yazanlar olmuştur. Edebiyat yemek değil ki lokantadan sipariş edesin, ısmarlama olmaz şiir, öykü hatta yazının neredeyse diğer türlerinin tamamı da… Hikayelerimde de muhalif bir çocuk Mu ama aynı zamanda sorun çözen de..
'DUYARSIZLIKLARIMIZI DA DUYARLILIĞA DÖNÜŞTÜRMEK MÜMKÜN'
Kaleme aldığınız öykülerde de mitlerin ve toplumsal duyarlılığın ağır bastığını görüyoruz. Sizi bu noktaya iten durumu anlatır mısınız?
Evet, en çok da Tembel Köyün Kara Koyunu kitabımda kadercilik, tembellik, egemen erkek anlayışına bir karşı duruş var. Hikayedeki çoban ise bir asla iktidarı bırakmayan bir zalim, yıkılması imkansız gibi bir iktidar var gibi! Oysa hikayemizde çocuklar okuduklarında görecekler ki hayatla bağlantılı çözüm önerileri oldukça her sorun aşılır. Yeter ki hayal gücümüzü yitirmeyelim. Ve hikayelerimde genelde hayal etmeyi anlatmaya yazmaya çalıştım. Toplumsal duyarlılıklarımızı özgüvenimizle ve başkasını ötekileştirmeden duyarsızlığa, duyarsızlıklarımızı da duyarlılığa dönüştürmek mümkündür.
Beni bu noktaya iten de daha çok toplumsal duyarsızlıklar oldu. Ki muhalif bir dildir edebiyat aynı zamanda, kendini tekrar eden geleneklerin ve suskunluğun karşısında. Çocukluğumuzu elimizden alanlara karşıda durmak da duyarlı çocukla ve çocuk edebiyatıyla mümkündür.
Çağdaşlarınızdan hangi isimleri okuyor, takip ediyorsunuz?
Sadece çağdaşlarım değil etkilendiklerim ve takip ettiklerim. İşte çocuk deyince ilk aklıma gelen Samed Behrengi’dir. Bana kalsa Behrengi zorunlu olarak okutulmalı çocuklara ama en çok da büyüklere tabi. Hasan Ali Toptaş’ın Bir Gürgen Dalıyım çocuk romanı müthiş ve etkileyiciydi. Tarık Dursun Kakınç, Aziz Nesin asla unutulmaz ya Muzaffer İzgü’nün Ökkeş’i… Gülten Dayıoğlu aklıma ilk gelenler. Tabi çocuk edebiyatı alanı çok zayıf Türkiye’de. Aslında her yazarın bir çocuk denemesi olmalıdır, öykü, şiir ya da roman…
İlerleyen günlerde ne gibi çalışmalarınız olacak?
Yeni bazı çalışmalarım var, gerek şiir gerek çocuk öyküleri devam edecek. Farklı çocuk öyküleri olacak mesela sendikada (Eğitim-Sen’de) büyüyen çocukları, parklarını kaybeden çocukları, savaşta babalarını yitiren çocukları, hayatının daha dokuzunda kaybeden çocukları… Dünyanın başka bir yerinde başka başka çocukların umutlarını, yarınlarını, sevinçlerini, uçurtmalarını, düşlerini yazmaya çalışacağım. Sevgiler tüm dünya çocuklarına...