Müslüman mezarlığından Hristiyan mezarlığına!
Burak Parmaksız'ın ikinci kitabı Bunaltı, Doğan Kitap etiketiyle okuyucuyla buluştu. Parmaksız ile edebiyatı ve yeraltı kültürünü konuştuk.
Burak Parmaksız, ilk kitabı Hayalperest'in ardından ikinci kitabı Bunaltı ile okuyucu karşısına çıktı.
Hayalperest'te kaleme aldığı denemelerden sıyrılan Parmaksız, bu kez ibreyi yeraltı edebiyatının siyah köşelerine çeviriyor. Bilmediği bir dünyada sallanan, sallanırken de gözüne çarpanlardan kaçamayan yazar, hayalindeki dünyada iyi ile kötü arasında debelenip duruyor. Kitabın içerisinde yer yer kesikli cümlelerle ritmi bozan Parmaksız, anlatısının finalinde ne iyinin ne de kötünün kazandığı bu savaşın ortasında kalıyor. Asya karakterine, yoldaş olduğumuz hikaye daralan göğüs kafesi gibi dar bir mezarlıkta bitiyor.
Burak Parmaksız Bunaltı'yı ve yeraltı edebiyatına bakış açısını anlattı...
Hayalperest'le başlayan yolculuk Bunaltı ile devam ediyor. Öncelikle seni ve Bunaltı'nın yazım sürecini dinleyelim.
Heyecanla, araştırmalarla ve kitaplarla dolu 10 ay. Kısaca böyle. Roman yazmak en zevkli işkence çeşidi. Romancıların benimle aynı fikirde olacağını düşünüyorum.
Denemelerle başlayan edebiyat yolculuğun roman ile devam etti. Seni roman yazmaya iten durum nedir?
Yazmaya başladığımdan beri roman yazacağımı biliyordum. Denemelerle başlayarak kendimce daha sade bir giriş yapmak istedim.
Bunaltı, karanlık bir dünyayı anlatıyor. Yeraltı edebiyatı denecek bir türde kendini belli ediyor. Seni bu karanlığı anlatmaya iten motivasyon neydi?
Lisenin ilk yıllarından itibaren yeraltı edebiyatına büyük bir ilgim başladı. Bu ilgi artarak devam etti. Doğal olarak da bu türde eser vermiş olmak tesadüf değiş. İnsan ne okursa ve ne öğrenirse onu yazar. Ve ben hiçbir zaman aydınlık, ışıltılı hayatları merak etmedim. Karanlık dünya benim alanım. Gerçek hikayeler orada.
Üslupta uzun cümlelerden kaçan, noktalama işaretlerinin bıçak gibi kullanıldığı bir dil var. Üslubunu oluştururken nelere dikkat ettin?
Hayalperest'i okuyanların yorumlarında bunu çok gördüm. Üslubu oluştururken bir şeye dikkat etmedim ve bunun kolay değiştirilebilir bir şey olduğunu düşünmüyorum. Herkesin kendine has bir yazım şekli var. Bu da bizi birbirimizden ayıran en temel özellik...
Hikâyenin başkahramanı Asya, yalnız kalmış bir çocuk... Hayatın zorluklarıyla, uyuşturucuyla erken tanışıyor. Dışarıdan bakınca zor bir hikâye... Gerçekçilik noktasında şüpheye düştüğüm noktalar oldu. Nasıl bir dünya kurmak istemiştin?
Romana başlarken toplum gerçeğini yansıtmaktı hedefim. Öyle de yaptığımı düşünüyorum fakat bunu yaparken biraz gerçeküstü unsurlara da yer vermek istedim. Yazarken bana çok heyecan verdi. Bununla alakalı şu ana dek hiç kötü bir yoruma denk gelmedim. Sanırım okurlarda sevdi.
Bunaltıda ilahi anlatıcı var ve yer yer kendisini kahramanlara bırakıyor. Sence yazar, anlattığı hikâyenin içinde ne kadar yer etmelidir?
Bunun her romanda farklılık göstereceğini düşünüyorum.
Tavır olarak edebiyat dünyasından uzaksın. Bu bir tercih mi yoksa tesadüf mü?
Tesadüflere inanmam. Böyle olması gerekti diyebilirim. Bundan sonra neler olur bilmiyorum. Fakat şuankinin arasında uçurum olmayacaktır.
Türkiye'de yeraltı edebiyatına dair kısır bir üretim var. Kimi zaman alt kültürün felsefesi metinlerin içerisine yedirilemiyor. Bunaltı'yı yazarken yoldaşın olan yazarlar ve felsefi akımlar hangileriydi?
Bu kısır üretimin tek nedeni yazarlar. Çünkü yazarken çok fazla okura bağlı kalınıyor. Çoğunluk neyi okuyorsa ve hangi kitap türleri daha çok satılıyorsa bunlar üretiliyor. Bu da onları yazar değil yalnızca satış temsilcisi yapıyor.
Türkiye'de çağdaşlarından kimleri takip ediyorsun?
Hakan Günday, Barış Bıçakçı, Emrah Serbes, Zülfü Livaneli, Şule Gürbüz, Doğu Yücel, Nermin Yıldırım, Aslı Tohumcu ve Alper Canıgüz.
Bundan sonrası için planların nelerdir?
Kitaplarla ve yazmayla dolu bir hayat.