Sevdanın, belanın ve kavganın şairi

Ahmed Arif'in dağarcığında tüm şiirine egemen manyetiği güçlü, ön plana çıkan ve özel sözcükler vardır. “Sevda”, “bela” ve “kavga” bunlardan birkaçıdır. Onun şiirleri yalnızca siyasal otoriteyle değil, aynı zamanda toplumsal yasalarla da hesaplaşmaya girişir. Toplumcu gerçekçilik anlayışı, diyalektik bir yöntem ve özgürlükçü tavır, şiirinin yapısını hem biçimsel, hem biçemsel olarak belirler…

Google Haberlere Abone ol

Modern Türkçe şiir açısından sayabileceğimiz kutlu doğum günlerinden biri de 21 Nisan’dır. Çünkü o gün Ahmed Arif, (gerçek adı Ahmet Önal) doğmuştur (1927-2 Haziran 1991). Türkçe şiirin bu tür kutlu doğum günlerinin olması şiir okurları, şiir dostları açısından kuşkusuz büyük bir mutluluk ve övünç kaynağıdır.

Diyarbakır’da dünyaya gelen Ahmed Arif, ortaöğrenimine bu şehirde başlar. İnsan çocukluğunu ve ergenliğini yaşadığı yerden etkilendiği kadar başka hiçbir yerden etkilenmiyor diye düşünüyorum. Yani insan illa bir yerli olacaksa, ancak çocukluğunun geçtiği yerden olabilir. Ahmed Arif için de o nedenle “Diyarbakır çocuğu”dur diyebiliriz. Üstelik kendisi gibi aslında şiiri de “Diyarbakır çocuğudur”. Şimdi, bu son cümleyi özellikle mimleyin derim.

Yaşamöyküsüyle ilgili bilgilere şunları da mutlaka eklemek gerekir: Diyarbakır’da başladığı ortaöğrenimini Afyon Lisesi’nde tamamladı. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde felsefe öğrencisiyken TCK’nin meşhur 141 ve 142. maddelerine aykırı eylemde bulunma savıyla (ilki 1950’de, ikincisi 1952-53’te) iki kez tutuklandığından öğrenimini tamamlayamadı.

Şiirleri 1948’den 1951 yılına kadar olan dönemde İnkılapçı Gençlik, Meydan, Seçilmiş Hikâyeler, Yeryüzü, Beraber ve Yeni Ufuklar dergilerinde yayımlandı. Şiirlerinin kitap olarak okurla buluşmasıysa ilk şiirinin dergilerde yayımlanmasından yirmi yıl sonradır. Uzun yıllar ilk ve tek kitabı olarak kalan ve baskı üstüne baskı yapan “Hasretinden Prangalar Eskittim”, ilk kez 1968 yılında yayımlandı. O tarihten günümüze kadar gelen süreçte defalarca baskı yaptı.

Birbirini takip eden birkaç kuşak solcu, sosyalist ve devrimcinin ellerinde, sözlerinde ve şarkılarında yer etti. Birçok kişinin acı tatlı hatıralarında unutulmaz, özel bir yeri oldu. Hani deyim yerindeyse bu coğrafyanın kültürel havzasındaki rock yıldızı, yani örneğin Beatles’ı ya da Jim Morrison’ı Ahmed Arif ve onun şiirleridir. Marx’ın “İdeoloji, kitleselleştikçe, maddi bir güç haline gelir” sözünü şiir için de söyleyebilir miyiz? Şiir kitleselleştikçe maddi bir güç haline gelir diyebilir miyiz? Sanırım Ahmed Arif’in şiiri için bunu hem de hiç tereddüt etmeden söyleyebiliriz.

. Ahmed Arif / Hasretinden Prangalar Eskittim / Bilgi Yayınevi

“Hasretinden Prangalar Eskittim” yayımlandığında şiir okurlarını etkilediği gibi şiire uzak duran, mesafeli yaklaşan okurları da sarsmış, sarmalamıştır. O dönem genç bir üniversite öğrencisi olan Tuğrul Eryılmaz, yıllar sonra Radikal Kitap ekinde şöyle anlatıyor Ahmed Arif’in şiiriyle buluşmasını: "O dönemi hatırlayalım.

‘Marksizm’ ve ‘Egzistansiyalizm’, ‘Çimento’, ‘Paris Düşerken’ gibi kitaplar okunuyor. Nâzım Hikmet’ten başka şair pek ciddiye alınmıyor. Ve birdenbire, şimdi tam hatırlamıyorum, ya şair Özkan Mert ya da Hüseyin Cevahir bana bir şiir kitabı veriyor. 68 sonlarına doğru olmalı. Benim gibi, maalesef şiirden fazla anlamayan biri bile kitabı aylarca elinden bırakamıyor, dönüp dönüp tekrar okuyor. Adı, ‘Hasretinden Prangalar Eskittim’.

Kim bu Ahmed Arif? Tek bildiğimiz yaşlı (40’ını geçmiş ya) ve Kürt olduğu. 10’lu yaşların sonunda olan bizler bu aşk ve kavga üzerine inanılmaz sözler söyleyen adamın ölünceye kadar hayatımızda kalacağını o çağımızda bile anlıyoruz. Bir de Ahmed Arif’in kitabının çıkışının ardından Ankara SBF’ye gelip şiirlerini okuduğu geceyi hiç unutamam. O sert yüzün altında müthiş sevecen bir yürek. Bizle sohbet edip abuk sabuk sorulara cevap vermesi. İyi ki onu okudum ve gördüm. ‘Hasretinden Prangalar Eskittim’ eğer okunmadıysa bu, hayatta ciddi bir eksikliktir, dersem inanın bunda bir gram abartma yoktur."

Şiirde her imgenin içinin göründüğü bir an vardır ve şairin sözünün şimşeği o aralığı aydınlatır. İşte bunu büyük bir ustalıkla gerçekleştiren şairdir Ahmed Arif. Onun şiirine ve şiirinin toplumsal karşılığına bakarken bunun hatırda tutulması önemli diye düşünüyorum.

Ahmed Arif, halk şiirinin bir türü olan koçaklamanın sesiyle destanın trajiğini dilinin potasında eriterek şiire dönüştürmüştür. Koçaklama dediğimiz de insan pratiğini yücelten bir şiir türüdür. Bu pratik duygusal, düşünsel ya da fiziksel bir deneyim olarak yaşanmış olabilir. Ahmed Arif şiirinde, eylemiyle birlikte yüceltilen, övülen, o destanın, o trajiğin öznesidir önemli olan. O özne, şiirin hem kahramanı hem de “mecerasını” anlatan, söyleyen kişidir. Yani hem “sevdaya”, “belaya”, “kavgaya” tutulan, tutuşan hem de macerasını anlatan kişidir. Destanın hem kahramanı, hem okuyanıdır da diyebilirim aslında. (Evet destan okuyan…) Ama kimdir ve nasıl biridir o özne? Neler yaşamıştır, hangi maceralardan geçmiştir ve ne tür deneyimler edinmiştir. Ahmed Arif şiirinde okurdan bilmesi, çözmesi istenen bir düğümdür bu aynı zamanda.

“Rüya, bütün çektiğimiz.

Rüya kahrım, rüya zindan.

Nasıl da yılları buldu,

Bir mısra boyu maceram...”

Ahmed Arif şiiri yaşamı kuşatan gelenek, görenek, âdet, alışkanlık, töre gibi toplumsal yasalarla bireyin tüm ilişkisini, çelişkilerini, çatışmalarını

sorunsallaştırır. “Diyarbekir Kalesinden Notlar ve Adiloş Bebenin Ninnisi” başlıklı şiirini bir de bu gözle okuyalım. Şiirden bir bölüm:

Doğdun,

Üç gün aç tuttuk

Üç gün meme vermedik sana

Adiloş Bebem,

Hasta düşmeyesin diye,

Töremiz böyle diye,

Saldır şimdi memeye,

Saldır da büyü...

Bunlar,

Engerekler ve çıyanlardır,

Bunlar,

Aşımıza, ekmeğimize

Göz koyanlardır,

Tanı bunları,

Tanı da büyü...

Ahmed Arif Ahmed Arif

Onun dağarcığında tüm şiirine egemen manyetiği güçlü, ön plana çıkan ve özel sözcükler vardır. “Sevda”, “bela” ve “kavga” bunlardan birkaçıdır. Ahmed Arif’in “sevdası” her yönüyle zaten biliniyordu, artık hiçbir gizlisi saklısı kalmadı.

“Belası” ya da “bela” diye dile getirilen, adlandırılan sorun da bireyi kuşatan kültürel, sosyal, siyasal; sözcüğün en geniş anlamıyla yasalardır. Onun şiirleri yalnızca siyasal otoriteyle değil, aynı zamanda toplumsal yasalarla da hesaplaşmaya girişir. Toplumcu gerçekçilik anlayışı, diyalektik bir yöntem ve özgürlükçü tavır, şiirinin yapısını hem biçimsel, hem biçemsel olarak belirler…

Terketmedi sevdan beni,

Aç kaldım, susuz kaldım,

Hayın, karanlıktı gece,

Can garip, can suskun,

Can paramparça...

Ve ellerim, kelepçede,

Tütünsüz uykusuz kaldım,

Terketmedi sevdan beni...”

Ahmed Arif’in şiiri, öncülüğünü Nâzım Hikmet’in yaptığı şiir çizgisinde gelişmiştir. Ancak Nâzım Hikmet’in etkisinde kalmadan, başından itibaren ondan farklı olmayı gerçekleştirebilmiş bir şiirdir onunki.

Ahmed Arif’in şiirini “Karanfil ve Pranga” adlı yapıtında kapsamlı olarak inceleyen Ahmet Oktay’a göre “Hasretinden Prangalar Eskittim”in şairi başta Nâzım Hikmet olmak üzere toplumcu gerçekçi ve Garip çizgisine bağlı şairlerden doğrudan etkilenmemiş, Enver Gökçe, N. Akıncıoğlu gibi yakınlık duyduğu şairleri de özümseyip şiirsel yetkinliğiyle daha üst düzeyde bir bireşime ulaşmıştır. “Nâzım Hikmet şiirinin yaslandığı biçimsel öğeleri kullanır, ama öykülemeden kaçınır, öncelikle benzetmeye değil, eğretileme ve imgeye yönelir.”

Ahmet Oktay, onun “şiirsel düzeyi yüksek dizeler” yazmasını Tanpınar, Necatigil, Baudelaire gibi şairlerin poetik görüşlerinden de yararlanmış olmasına bağlar.

Ahmed Arif Ahmed Arif

Onun hem geleneksel şiirin, hem halk şiirinin hem de modern şiirin kaynaklarından beslenerek kendi şiirini kurduğu açıktır. Ahmed Arif, bir büyük ustadan sonra gelmenin engelini aşmanın ve onun yanında hem biçim, hem biçem açısından ondan farklı olmanın yolunu bulmuştur. Nâzım Hikmet “aşkın”, “hasretin”, “öfkenin”, “isyanın” şairiydiyse o da “sevdanın”, “belanın”, “kavganın”, “umudun”, “mertliğin” şairi olmuştur. Ama esas fark tabii ki bu değildir.

Ahmed Arif’in önemi ve dikkat çeken özelliği, aynı zamanda farkını ortaya çıkaran yanı Kürtlerin şiirini, Kürtlerin sesiyle söylemiş olmasıdır. Kürtlerin şiirini Kürtlerin sesiyle Türkçe söylemiş bir şair olarak hem ilk hem de benzersizdir. Nâzım Hikmet’in “topraktan öğrenip/kitapsız bilendir” diye betimlediği “kimseyi” o sesiyle, sözüyle albümlerden, fotoğraf karelerinden çıkarmış, yaşamın içine taşımıştır. Şu betik “Anadolu” başlıklı şiirinden:

“Binlerce yıl sağılmışım, Korkunç atlılarıyla parçalamışlar Nazlı, seher-sabah uykularımı Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar, Haraç salmışlar üstüme. Ne İskender takmışım,

Ne şah ne sultan Göçüp gitmişler, gölgesiz! Selam etmişim dostuma Ve dayatmışım… Görüyor musun?”

Divan şiirinin “gül”ü modern Türkçe şiirde Ahmet Haşim’in “Yârin dudağından getirilmiş/Bir katre âlevdir bu karanfil/Rûhum acısından bunu bildi!” dizeleriyle “karanfil”e, “kırmızı karanfil”e dönüşüyordu.

Özellikle toplumcu gerçekçi olarak bilinen şairlerin şiirinde çokça tekrarlanan bir simge olmuştu karanfil. Ahmed Arif’in şiirinde de “karanfil” vardır, ama simgesel anlamı bir hayli değişmiş, hatta çok da genişlemiş olarak. “Karanfil Sokağı” başlıklı şiirindeki “Karanfil Sokağı” bir sokak adı olmaktan çok daha geniş bir mekâna, bir coğrafyaya, bir ülkeye işaret eder. Bu şiirden kısa bir parça:

“Karanfil sokağında bir camlı bahçe

Camlı bahçe içre bir çini saksı Bir dal süzülür mavide Al - al bir yangın şarkısı, Bakmayın saksıda boy verdiğine Kökü Altındağ’da, İncesu’dadır.”

Yazının başında mimlenmesini istediğim cümleye, onun “Diyarbakır çocuğu” olduğu meselesine gelince… Ahmed Arif’in etnik kökeni ne olursa olsun, onun şiiri Kürt’ün Türkçede ilk kez duyulan sözü ve sesidir. Kürt’ün ilk kez kendi coğrafyasının dışına çıkan ve orda yükselen sesidir. İlk kez duyulan ve bir hayli de etkili biçimde duyulan bir söz ve sestir bu. Onun Türkçesi Kürt’ün acısını örtmediyse sanırım bunda, “Diyarbakır çocuğu” olması en büyük etkendir. Aslında Ahmed Arif şiiri bir tavırdır. Bir tavrın şiiridir. O tavır mazlumun, mağdurun, teslim alınamayanın, boyun eğmeyenin sözü olur onun dilinde… Cemal Süreya’nın 1969’da yazdığı gibi “türkü söyleyerek çarpışan, yaralıyken de arkadaşları için tarih özeti çıkaran, buna felsefe ve inanç katmayı ihmal etmeyen bir gerillacının şiiridir” (Toplu Yazılar 1, shf. 133, YKY).

Belki şöyle de söyleyebiliriz “Karanfil Sokağı” şiirinde olduğu gibi ağır mahallelerin, ağır abilerin şiiridir… Tüm bunların geri planında da bir kültürel coğrafya, bir sosyal ortam ve mekân vardır ki orası Diyarbakır’dır. Nasıl Orhan Veli Rumelihısarı’na oturup bir türkü tutturmuşsa o da Diyarbakır Kalesi’ne çıkıp notlar tutmuştur…

Yılmaz Güney Yılmaz Güney

Ahmed Arif’in şiiriyle ilgili bir noktanın daha altını çizmek gerektiğini düşünüyorum. “Hasretinden Prangalar Eskittim” bir kült kitaptır. İlk yayımlandığı tarihten itibaren birkaç kuşağı birden etkilemiştir. Ama bu etki yalnızca şiir olarak kalmamıştır. Örneğin Yılmaz Güney’in sineması aslında Ahmed Arif’in şiirinin perdeye yansıtılması olarak değerlendirilebilir.

Bunu elbette ki “Arkadaş” filminin bir sahnesinde Ahmed Arif’in kitabına yer verilmiş olmasına bakarak söylemiyorum. Yılmaz Güney’in Ahmed Arif’in şiirinin filmini çekmeye çok daha önce başladığını düşünüyorum. Yetmişli yılların başında siyah beyaz çekilen başta “Umut” olmak üzere “Ağıt”, “Acı” gibi yapıtlarıyla birlikte “Sürü”, “Yol” gibi yetmişli yılların sonunda yaptığı filmleri de Ahmed Arif şiirinin Yılmaz Güney sinemasındaki etkisi olarak değerlendirilebilir.

Modern Türkçenin “efsane şair”ini doğum günü sebebiyle saygıyla selamlarken yaşadığı sürece hiç vazgeçmediği ve bu dünyaya, bizlere bıraktığı mirastaki büyük değerlerden biri olan “umut”u dile getirdiği dizeleriyle bitiriyorum:

“Gözlerinden öperim,

Bir umudum sende,

Anlıyor musun”

BU AYIN DERGİLERİ…

Şair inadı

İyi zamanlarda değiliz. Belli ki gelecek günler de çok iyi zamanlar vaat etmiyor. Ama ummak için, yaşamı umutla kucaklamak için bazen küçücük bir işaret bile yeterli olabiliyor. Bazen beton kaldırımların küçücük çatlağında, dünyanın iki dudağı arasına sıkışmış gibi karşılaşılan bembeyaz kır papatyası oluyor umut. Bazen inatla varlığını devam ettiren bir sanat, edebiyat, şiir dergisi… Diyeceğim şiir dergileri, şiire yer veren edebiyat, kültür, sanat dergileri, en geniş anlamıyla sanat içerikli fanzinler, fanzin tarzı yayınlar varlıklarını sürdürüyor hâlâ… Umudu var ediyorlar. Öyle ya; yeryüzü aşkın yüzü değil daha… İnatla sürdürülen dergilerin çoğunun yönetiminde şairler var. Acaba bu inatla şiir

arasında bir koşutluk kurulabilir mi? Her ne olursa olsun, bir şair inadı olduğu kesin…

Sincan İstasyonu Sayı 89

Şair Abdülkadir Budak yönetiminde iki ayda bir çıkan ve 89. sayısı (Mayıs Haziran 2017) yayımlanan Sincan İstasyonu’nun bu sayısında şiirleriyle yer alan isimler şöyle: Mehmet Yaşın, Celal Soycan, Suna Aras, Yunus Koray, Şahin Taş, Lakla Pavlva, Hüseyin Bahca, Kadir Sevinç ve Serkan Türk.

Yeni e dergisi Mayıs 2017

Yirmi beş yıldır aylık olarak yayımlanan Evrensel Kültür dergisi bir KHK ile kapatıldıktan sonra oluşan boşluğu gidermek amacıyla yayına başlayan Yeni e dergisinin de editörleri arasında bir şair olduğunu (C. Hakkı Zariç) belirtelim. Derginin bu ayki sayısında şu isimlerin şiirleri yer alıyor: Fergun Özelli, İbrahim Tığ, baht, Esat Şenyuva, Ümran Ersin, İsmail Biçer, Mesut Akatay, Önder Karataş, Fırat Caner, Kadir Sevinç, Yusuf Yağdıran, A. Nail Deniz, Gulizer Hakan Keysan ve Âba Müslim Çelik.

Varlık dergisinin son sayısı

Kurucusu ve ilk yayın yönetmeni şair olan Varlık dergisi Yaşar Nabi Nayır’dan sonra da şairlerin yönetiminde çıkmayı sürdürdü. Kemal Özer’den sonra dergi yönetimini Enver Ercan devraldı. Halen Enver Ercan’ın yönetiminde yayımlanan Varlık dergisinin Mayıs 2017 tarihli son sayısında Ali Özgür Özkarcı, Alperen Yeşil, Mehmet Karaca, Betül Dünder, Belemir Uzun, Arif Mete, Cantürk Akben ve Emine Bayındır şiirleriyle yer alan isimler…

ŞİİR TARİHİNDEN TADIMLIK…

Zararsız Belediye Şairi

Ece Ayhan Ece Ayhan

Ece Ayhan’ın başka şairler için çoğunlukla olumsuzlama amaçlı kullandığı adlandırmaları çoktur. “Zararsız belediye şairi” tamlaması da bu adlardan biridir ve Hilmi Yavuz için kullanmıştır.

Yaklaşık çeyrek yüzyıl önce mayıs ayının bu dönemine denk gelen günlerinde, (7-9 Mayıs 1991) o zaman İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanı görevini üstlenen Hilmi Yavuz öncülüğünde uluslararası şiir forumu, “Poesium” düzenlenmişti. Foruma yurtiçinden ve yurtdışından birçok şair davet edilmiş, ancak nedense Ece Ayhan çağrılmamıştı.

O zamanlar hayatta olan başka ünlü şairler de vardı çağrılmayan. Bu tuhaflık şiir çevrelerinde bir hayli tartışılmış, forum da çeşitli kesimlerden yöneltilen eleştirilerin hedefi olmuş ve pek de istendiği gibi gerçekleşmemişti. Doğrusu o tarihlerden bugüne her şey zamanın akışında kaybolup gitti, ama Ece Ayhan’ın Hilmi Yavuz için kullandığı ve başına zaman zaman “zavallı” da eklenerek söylenen “zararsız belediye şairi” adlandırması, dilimize bir deyim olarak yerleşti ve iktidara dayananları, “iktidarın memuru” olanları nitelemek için kullanılır oldu.