Sumru Uzun: Apartmanı daktilo olarak gördüm!
Sumru Uzun ile ilk kitabı 'Mevsim Apartmanı' üzerine konuştuk. Uzun, öykü anlayışını anlattı.
Kısa süre önce “Mevsim Apartmanı” adlı kitabıyla okuyucu karşısına çıkan Sumru Uzun ile konuştuk. Bilgi Yayınevi’nden çıkan “Mevsim Apartmanı”, hakikate masalsı bir anlatım aracılığıyla varmaya çabalayan naif bir çalışma… Kendini, “Kitapların okura sunduğu hayatlara dâhil olmak, yeni insanlar tanımak, yeni yerler keşfetmek hayatımdaki önceliklerim arasında yer alır. Koleksiyon yaparım, hatıra biriktiren bir ruha sahibim.” diyerek tanımlayan Uzun, günlük telaşların arasında nefes almak için yazdığını söylüyor.
“Mevsim Apartmanı” birbiriyle doğrudan ya da dolaylı olarak bağlantı kuran on iki öyküden oluşuyor. Fabllardan sıkça faydalanan masalsı bir anlatım dili kuruyorsunuz. Bunun sebebinin hayatı algılayış biçiminiz olduğunu düşünüyorum. Mucizelere inanır mısınız?
Mucizelere inanırım! En çok da insanın saf bir inanç ve emekle ilerlediğinde, yüreğinden geçen ‘mucize’sini yarattığına inanıyorum. Bana göre yazmaya gönül vermiş herkes, kalemini hayata bakış açısıyla besliyor. Bundan kaçınmak neredeyse imkânsız diyebilirim. Mevsim Apartmanı; hayalim, umudum, kelimelerim, ruhumdan bir parça, hayata bakışım, iç sesim, posta kutusunda bekleyen mektubum, mürekkep şişesindeki rengim, fırından yeni çıkmış vanilyalı çöreğim, yüreğimdeki mırıltılı kedim, kar küresini sallarken tuttuğum dileğim, mevsimlerim, öykülerim ve gerçeğim!
“Mevsim Apartmanı”nda yer alan öyküler isimlerini ayların isminden alıyor. Mevsimlerin, ayların hatta günlerin bireyin kişisel hikâyesinde yarattığı değişkenlikler de göze çapıyor. Mevsimler de başlar, şiddetlenir ve biter. Bu anlamda mevsimlerin de bir dramaturgisi olduğu düşünülebilir. İnsanların ve mevsimlerin öykülerinde ne tür paralellikler var sizce?
İnsan ömrünün ve mevsim geçişlerinin birbirine ne kadar çok benzediğini fark ettiğimde, yazdığım kitabın isminin ‘Mevsim Apartmanı’ olmasına karar verdim. Bir bebeğin dünyaya geldiği ilk an bana hep ilkbaharı anımsatır. Doğanın canlanması, çiçeklerin tomurcuklanması gibi… Çocukluk dönemleri, yaz mevsimi gibidir. Limonlu dondurma ferahlığında, sahilde kumdan kaleler yapıp kurduğumuz hayaller gibi renkli! İnsanın olgunluk dönemlerini de sonbahara benzetiyorum. Yaş aldıkça, yürüdüğümüz yollar, hayatımıza dâhil olan insanlar ve yaşadığımız olaylar bakış açımıza göre yavaş yavaş değişiyor. İnsan, ömründe yaprak dökümü yaşamaya olgunluk döneminde başlıyor. Son olarak kapıyı çalan da kış mevsimi oluyor.
Hayat, döngüsü içinde mevsimleri de taşıyor. En başında sorduğumuz soruya aradığımız cevap, insanlar ve mevsimlerin öyküleri arasındaki paralellik işte burada yer alıyor.
“Mevsim Apartmanı”, durumdan öte, en kaba tanımlamayla ‘an’lardan oluşan bir öykü kitabı… ‘An’ı, yaşamın en küçük yapı taşı diye kodlarsak, insanlardan, hayvanlardan öte, bir apartmanın ‘an’ını anlattığınızı söyleyebilir miyiz?
Mevsim Apartmanı’nda yaşayan insanların birbirinden farklı anlarını anlattığımı söyleyebilirim. Mevsim Apartmanı’yla mevsimlere, aylara, haftalara, günlere ulaşabiliyoruz. Her anın kendine özgü bir duygusu ve olayları somutlaştıran objeleri de var. Böylelikle birçok insanın hayatına dokunmayı bekleyen anları hissedebiliyoruz.
“No 8- Ağustos” isimli öykünüzde, “Zamanı geldiğinde insan öyküsüyle var oluyordu.” diyorsunuz. Bu cümle, aynı isimli öyküyle birlikte düşündüğümüzde, kadercilikten ziyade varoluşa dair ibare taşıyor. Sizce insan, her daim varoluş sancısı yaşayan ve kısa ‘an’lardan oluşan patlamalara gebe bir varlık mıdır?
Her insanın içinde beliren, anlık varoluş sancılarıyla hayatı sorguladığını düşünüyorum. Ben de varoluş sancılarını hissetmeye başladığımda, kendimi ve içinde bulunduğum hayatı sorgulamaya başladım. Yazmayı ve okumayı öğrendiğim ilk günden bu yana içimde yer eden tutkunun tatlı fısıltısını dinledim. Soruları kendime sorduğumda, emek vererek, daha çok okuyup, daha çok yazarak bir hayalin gerçekleşeceğine inandım. Öyle de oldu…
‘Mevsim Apartmanı’, konuklarının yaşantısını da düşündüğümüzde, bir döngü içerisinde sıkışıp kalmış kent insanlarını anlatıyor. Bu anlatımın arkasında ise koca bir kent duruyor: Ankara. ‘Mevsim Apartmanı’ için Ankara hikâyesi anlatıyor diyebilir miyiz?
Ankara; çocukluğum, gençliğim, ilk yazmaya başladığım şehir… Mevsim Apartmanı’nı yazarken, zihnimde beliren görüntüler Ankara’da sıklıkla gittiğim yerler oldu. Bana göre yazmak eylemi, öyküleri yazan kişilerin öz yaşamlarından besleniyor. Mevsim Apartmanı’nın temeli Ankara’da atıldı. Şimdiyse apartman sakinlerinin hikâyeleriyle Mevsim Apartmanı, Ankara dâhil öykülerde yer alan yaşanmışlık ve duygulara yüreğini açan insanların yaşadığı her yerde can buluyor.
“No 1- Ocak” isimli öykünüzü bir kedinin (Nuri) ağzından anlatırken, “No 12- Aralık” isimli öykünüzü bir daktilonun ağzından anlatıyorsunuz. Her canlının, her nesnenin bir hikâyesi vardır, evet. Fakat onların hikâyesini dinlemeye ve anlatmaya nasıl karar verdiniz?
Kedi Nuri’yi yazdım çünkü kedileri çok seviyorum. Onların gözünden insanlara ve olaylara bakmak istedim. Hayal ettim, “Bir kedi olsaydım nasıl olurdu?” diye. Her şey o dakika başladı…
‘No: 12 Aralık’ öyküsü Mevsim Apartmanı kitabının son bölümü. Yıllardır yüreğimde ve ruhumda biriktirdiklerimin kâğıda dökülmüş haline son noktayı koyduğum bölüm olduğu için bir metaforla okura seslenmek istedim. Yazarın düşüncelerini, duygularını, hayal gücünü kâğıda yansıtan bir daktilo olarak Mevsim Apartmanı’nda yer alan duyguları yazdım.
Hayatımıza dâhil olan çoğu detayı hayal gücüyle besleyip onlarla yer değiştirebileceğimizi düşünüyorum. Tıpkı Kedi Nuri’nin, vanilyalı çöreğin ve daktilonun can bulduğu bölümlerde olduğu gibi…
Şu an için yoğunlaştığınız başka bir çalışma var mı?
Evet, şuan ikinci kitabımı yazmaya devam ediyorum. Bunun dışında sevdiğim detaylara çocukluğumdan bana seslenen bir isimle, ‘@fiyonkkmakarna’ olarak Instagram’da yer veriyorum. Aynı kullanıcı adıyla belirli aralıklarla yazı yazdığım bir bloğum da var. Mevsim Apartmanı’na konuk olan herkese keyifli okumalar diliyorum!