Disiplinsiz Tanpınar
Besim 1980'lerin ortasında Boğaziçi'nde solcuların takıldığı “Orta Kantin”de Huzur'u açıp okumaya başladığında bir arkadaşı “Kafan epey karışmış galiba” demişti. Ne işi vardı ki onun Tanpınar gibi bir muhafazakarla? “Sosyete Kantini”nde bile okunmayan şeyleri bir an önce elinden atıp davaya dönmeliydi.
Beş yıldır iktidarda Tanpınar. Ondan önceki beş yılda da ayak seslerini işitmiştik. Hep şikayet ederek, kendini mütemadiyen yetersiz bularak, her dersinde müfredat dışına çıkarak yazıp çizen bu disiplinsiz adamın yükselişini nasıl anlatmalı...
Besim, Özgür, ben oturduk laflıyoruz. Hiç oraya girmiyoruz ama ben zihnimde aralıksız, nasıl nasıl anlatmalı denemeleri yapıyorum. Şu havadisini aldığım “Tanpınar Ansiklopedisi”nin heyecanı da var işin içinde. Üstadın Ankara yıllarına ilişkin maddeleri Turan Tanyer yazacakmış; o halde iyi bir şey çıkacaktır diye düşünüyorum. Hem bu günlerde çevirileri de basıldı, Tanpınar’dan Çeviriler, Haz. Erol Gökşen, Dergâh, 2017. Çapın genişliği sevindiriyor.
Besim, yukarıdan aşağı dökülen Galatasaray Lisesi Kemalizm’ini anlatıyor, aynı yöntemle ben AİHL (Anadolu İmam-Hatip Lisesi) İslamcılığını tasvir ediyorum. Birbirine çok uzak gibi görünen yetişme ve ilk gençlik çağı ümitlerimizi paylaşıyoruz. Ne GSL'li ne AİHL'liyim. Ama aradaki farklar içerikten ibaretse, mahiyet aynıysa başka bir yerden gelişimin 'ne'liğinde bir önem yok ki. Onu konuşuyoruz zaten.
Bizden başarılı olmamız istenmiş, beklenmiş. Tek eksiğimiz disiplinli çalışmakmış. İhtar, ikaz ve dürtmelerde nice hikmetler görüp kendi çapımızda laf dinlemiş ve nihayet karnımızı doyurmaya başlamışız. Kendi ayaklarımızın üstünde durmakmış murad edilen. Durduk. Hadi bakalım şimdi iş başa düştü. Homoerectus olarak ne yapacaksak yapacağız.
Ama bilmiyoruz ne halt edeceğimizi. Homo sapiens olmak için kıra döke yol alacağız. Aman canım bilemediklerimizi de yolda Harari’den okuyup öğreniriz artık. Homonun sapiens’i ile deus’u arasında bir fark varsa anlayıp aydınlanırız. İnsanoğlu tanrıyı niye inkar yahut kabul ediyor, hele önce biz anlayalım da. Sonra etrafımızı bir güzel aydınlatırız. Bizden beklenen bu değil miydi. Kim bekliyor? Muhayyel özne.
Viran olası hanemizde evlad-u ıyalden kim varsa hepsi bizim gibi; arkadan gelenler de bize benzemekte. Bir ömür diyorlar buna -geriye bakınca "bu ne ya, böyle ontolojik sorun mu olur!" denen cinsinden.
Özgür Taburoğlu hakikati sükutta bulanlardan. Dinliyor bizi. Aklından geçen, 'ben işte yazdığım kitaplarda hep bunları dert ettim' mi diyor acaba? Niyet okuma eğitiminden de geçtik. “Ameller niyetlere göredir”i böyle öğrettiler bize.
Katastrofik başarılarımızla geldik bugünlerimize. Besim 1980'lerin ortasında Boğaziçi'nde solcuların takıldığı “Orta Kantin”de Huzur'u açıp okumaya başladığında bir arkadaşı “Kafan epey karışmış galiba” demişti. Ne işi vardı ki onun Tanpınar gibi bir muhafazakarla? “Sosyete Kantini”nde bile okunmayan şeyleri bir an önce elinden atıp davaya dönmeliydi. (Aslına hikaye daha renkli: Ahmet Hamdi Tanpınar. Modernleşmenin Zihniyet Dünyası. Bir Tanpınar Fetişizmi, Kapı, 2012, "Niyet").
Yıllar sonra bir şey daha keşfetmişti Besim, bayram vesilesiyle annesini ziyarete gittiğinde Erenköy'de oldu bu. Çocukluğunu orada geçirmişti. Çeşmeyi hatırlıyordu. Üzerinde Osmanlıca yazılar vardı. Ama şimdi, 2010'da, restore edilen bu çeşmenin yanına, o yazıların yeni harfli açıklamaları da konmuştu. Yapım tarihini görünce yaşadığı duygu iki kelimeydi: “Şok oldum.” Çünkü bu çeşme Osmanlı döneminden kalma değildi, Cumhuriyet dönemi yapısıydı. 1926'da inşa edilmişti. “İşte o zaman anladım ne kadar derin cehaletin üzerinde oturduğumuzu ve bununla hesaplaşmadan hiçbir şeyi tam anlamıyla beceremeyeceğimizi.”
O arada, GS Üniversitesi de dahil birkaç üniversitede Tanpınar üzerine dersler veriyordu. Öğrencileri onu dinlerken neden bu “muhafazakar”dan ve diğerlerinden; Yahya Kemal’den, Abdülhak Şinasi’den, Peyami Safa’dan söz ettiğini anlamıyorlardı. Anlayamama sırası onlara gelmişti.
Ramazan’a girdik. Art arda iki bayram da gelecek. Ama önce ilk bayramın adı tartışılacak. Ramazan mı Şeker mi? İki ayrı bayramın asırlarca adsız kutlandığı, isimlendirme(nin/lerin) dediğimiz şeyin icat çıkarmakta gizlendiği, bütün hikayenin modern zaman algısında saklı olduğu gene atlanacak. Günaydın - tünaydın, good morning - good afternoon ayırımının da böyle bir şey olduğu hiç anlaşılmadan tekrarlanacak. Şeker'i laiklik Ramazan'ı dindarlık ölçütü sanmakla kalınacak.
Besim'in kendiyle hesaplaşmasının üzerinden beş yıl geçmiş. Kitabı yeni baskılar yaptı. O arada da Tanpınar hakkında çok şey çıktı. Onu ilk Dünyevi ve kutsal: Modernlerin Maneviyat Arayışları (Metis, 2008) ile tanıdığım Özgür mesela. Yazarın sorularını önüne koyup önce bunlara nasıl yaklaşılması gerektiğine baktı (Boşluk Aşırılık ve Keyfilik, DoğuBatı, 2016, “Efkâr-ı Umumiye’nin İnşası: Tanpınar”).
Şerif Mardin'i rehber belledi. Tanpınar'ın, Tanzimat'tan beri “(...) devlet idaresi hakkında yapılan tenkitlerin ve efkâr-ı umumiyedeki hoşnutsuzluğun hareket halinde sarih bir ifadesine rastlanmaz” deyişine, Mardin’le birlikte, soruya çevirip bir daha anlam vermeye çalıştı. Çünkü o gün bugün farkı yok, ne olursa olsun burada kimsenin kılı kıpırdamıyor.
Burada disiplin ve başarıdan darbeler veya darbe teşebbüsleri anlaşılıyor. Askerî disiplin. Halkımız çocuklarının darbeci olmasını istiyor; o çocuklar dönüp dolaşıp darbeyi kendisine yapıyor gene tınmıyor.
Disiplin şart. Ama bildiğimiz gibi değil. Bekle bizi Tanpınar.