Yıkmak yaratıcı bir dürtüdür
Metis Yayınları’ndan çıkan Uğur Tanyeli’nin "Yıkarak Yapmak" isimli kitabı modern dünyanın ortaya koyduğu "dünya tasarımı"nı mimarlıkta düğümlenen diğer bağları da takip ederek ele alıyor. Yazarın giriştiği çatışma etimolojik bir muhasebeyle başlıyor...
Yağız Alp Tangün
Modern dünya, hayata geçirilmesi imkânsız gibi görünen kâğıt üstündeki ütopyaların gerçekleştirilmesini sağlayan bir dünya tasarımı ortaya koydu. Gerçekleştirdiği bu vaat, onun büyüleyici mutlaklığını ve evrenselliğini sağlamasının kaidesiydi adeta. Tüm vaatlerin kat kat yükseldiği bir kaide: Endüstrileşme sürecinde üretimin mekanikleşmesi, tarım ve ormancılık faaliyetlerinin düzenlenmesi, fabrikaların organize edilmesi, kentlerin tasarlanması, ulusal kimliklerin yaratılması... Peki bunu sağlayan o dirayetli kuvvet nereden geliyordu?
Metis Yayınları’ndan çıkan Uğur Tanyeli’nin "Yıkarak Yapmak" isimli kitabı tam da bu sorunun etrafında dolaşıp yanıtları mimarlık -mimarlıkta düğümlenen diğer bağları da takip ederek- bağlamında tartışıyor. Hatta tartışmakla yetinmeyip alt başlıkta da yer alan “Anarşist bir mimarlık kuramı için altlık” teklifini sunuyor. Anarşist bir mimarlık kuramı mı? Akla takılan bu sorunun yanıtına öncelikle bir açıklama getirmeli.
Yazar kitabın önsözünde belirttiği üzere verili olan ile çatışma halini benimsemiş, başlıktan hareketle bu çağrışımla neyi kastettiğini açıklıyor: “Burada anarşi terimi mimarlık bilgi alanında egemen iktidar yapılarını –söylemleri, önyargıları, stereotipleri, inançları– sorunlaştırmak isteyişime göndermede bulunuyor.”
MİMARLIĞIN İCADI
Yazarın giriştiği çatışma etimolojik bir muhasebeyle başlıyor. Meslek olarak mimarlık ne zamandan beri mutlak bir referansla anılır olmuş arayışı bu muhasebede yer bulmuş. Rönesans İtalyancasında ortaya çıkan Arkhitekton sözcüğü arkhi- (arkhon = şef, önder) ve tekton (yapım, imalat, marangozluk) sözcüklerinin birleşiminden oluşmuş.
Kitapta Türkçe’de kullanılan “mimar” sözcüğünün 15'inci yüzyıldan bu yana kullanıldığını ancak kastedilen anlamın zaman içinde erozyona uğradığı vurgulanıyor: “Halbuki yüzyıllar boyunca sözcük sadece yapı üretim etkinliğine, mesleğe gönderme yapmış, bir özgül bilgi alanını tanımlamamıştı.” Uğur Tanyeli’nin çatışkısı tam da bu epistemik mutlaklıkla; bu anlamı evrensel biçimde benimseten inançla.
Değiştirme, yeniden tasarlama ve yaratmadan beslenen modernist inancın kendine göre bir meslek bulup onu bir anlamda tecrit etmesi ve diğer kullanımlarından koparması kültürel bir alıkoyma değil midir? Mimarlık mesleğinin edimleri modernist inançlarla iç içe geçebilir fakat bu sadece belli bir kullanımı işaret eder. Oysa insanın yaşam serüveninde mimarlığın daha geniş bir kullanım ve anlam yelpazesi olduğunu kabul etmek gerekir.
Modern kesitin mimara kazandırdığı kadirimutlak fonksiyon modern iktidarın yaslandığı ölçülebilirlik, öngörülebilirlik ilkelerine temas etmektedir. Tasarım denen şeyin hesap kitapla yapılması, kullanılacak malzemenin uzmanlıkla belirlenmesi modern bilimsel bilginin varlığı ile olanaklı kılınmıştır.
Kendini yıkmaya ve yapmaya muktedir kılan bu sorgulanmazlık, pozisyonunu Tekhne’yi yani Antik Yunan’dan bu yana teknik bilgi olarak bilinen bilgiyi kullanmaya borçludur. Bu tarihsel ân, tanrının tahttan kalkıp yerine modern bilimin oturduğu ândır.
Kitabın var olduğuna dikkat çekmek istediği düşünme derinliği burada artıyor. Boğulmamak için aslında bilmenin de bir tür inanç olduğunun anlaşılmasını kavramak önem taşıyor.
Bilginin mutlaklığının olası bir depremde yıkılma riskinin olduğuyla yüzleşmek ve dünyaya tepeden bakmamak, insanın da modern ağırlıklarından kurtulması demek bir bakıma.
POLİTİKANIN MİMARİSİ
“Batsın bu dünya” dediğimiz zamanlarda gelecek ile daha umutlu bağlar kurmak için insanoğlu hep hayallerine sığınmıştır. Muhtemelen dört yüz yıl önce de olduğu gibi. Daha mutlu bir dünyanın tasarımını vaat etmiyor muydu ütopyalar?
Ütopyaların modernist inançla kurduğu bağlantı daha çok bir tasarım öngörüsüyle inşa etme talebinin paylaşılması üzerineydi. Talebi karşılayan icracı mimar metaforuyla örtüşüyordu şüphesiz: Toplum Mühendisi. Pierre J. Proudhon ütopyacı sosyalistlerden söz ederken şöyle diyordu: “Toplumu hayali bir plana göre yeniden inşa edeceklerdi; gökbilimcilerin kendi hesaplarına göre bir evren sistemi inşa ettiği gibi.”
19'uncu ve 20'nci yüzyılın hayata geçirilmiş toplum mühendisliği tasarımlarının yarattığı trajediler düşünüldüğünde, “Niçin anarşist bir mimarlık kuramı arayışına girelim?” sorusu ayrı bir değer kazanıyor. Bu yolda politikanın kimler tarafından inşa edildiğine ilişkin radikal bir eleştirinin ihtiyacı atlanmamalı.
Politikanın liderler üzerinden, teknik bilgi ehliyetine sahip olanlar tarafından üretilmesi ile modern çağda mimarinin hangi anlamlardan tecrit edildiği ve nasıl mutlak kılındığı arasında da bir bağlantı kurulabilir. Politikada ya da kentte kamusal olanı kimler üretiyor? Kamusal alanı kullananlar, kentin nasıl düzenleneceği konusunda talep üretecek ve uygulamaya müdahil olabilecek konumdalar mı? Hepsinden de önce bunu tartışmaya değer bir teorik altlık mevcut mu?
Sokaklardan parlamentolara mimara atfedilen modernist inşa etme görevi ve kudreti hayatın birçok alanına yayılmış iktidar ilişkileri için rol model teşkil etmiştir. Bu bağlamda Uğur Tanyeli’nin sunduğu mimarlık tarihi anlatısının kritiğine bakıldığında, geniş topraklara yayılmışken moderniteyle birlikte doğal yaşam alanından saksıya transfer edilmiş bir mimarlık vardır.
Yıkarak Yapmak, mimarlığın kültür tarihine yapılan yolculukta saksının çatlak olduğunu işaret ederek okuyucuyu her şeyin başladığı yere döndürüp epistemik yıkıma ve sonrasına dair bir tahayyüle davet ediyor.